NECDET İÇEL
İnsan yeryüzündeki varlıkların en müstesnası ve aynı zamanda en donanımlısıdır. İnsanda cansızlar aleminden, bitkiler aleminden, hayvanlar aleminden numuneler vardır. İnsanda şeytaniyetten olduğu gibi lahuti alemden ve melekut aleminden de (gözle görülmeyen ruhlar ve nefis alemi) izler vardır. İnsan cami bir varlık olması itibariyle manevi olarak yükselmeye müsait olduğu gibi basitleşip, sukut edip şeytanlardan daha aşağılara inmeye de müsaittir. Hz. Muhammed (s.a.v) gibi yukarılara yükselip Cibril'i arkada bırakabileceği gibi aşağılara inmede de şeytanı yukarıda bırakabilir.
Hz. Ali Efendimiz (r.a), "Ona hayır ve şer yollarını göstermedik mi?" (Beled: 10) ayet-i kerimesini yukarıda ifade ettiğimiz gibi insanın bu birbirine zıt iki ihtimal içinde liyakat sahibi olduğu şeklinde te'vil ve tefsir etmiştir. İnsanın manen, ruhen, fikren ve kalben yükselebilmesi; o insanın öncelikle şer duygularını zapt-u rabt altına almasına bağlıdır. Bu noktada oruç, insanın şer duygularını keser ve onun kötü meyillerini kökünden kurutur. Böylece şeytanlaşmasına, şeytanın cephesinde yerini almasına ve sukut etmesine mani olur. İnsan, Ramazan-ı Şerif içerisinde daha fazla Kur'an-ı Kerim okuyup, daha çok ibadet-ü taatte bulunursa hayır duygularına kuvvet kazandırarak insan-ı kamil (olgun insan) olma yolunda mesafe kaydetmiş olur.
NEFS-İ EMMARE
İnsan-ı kamil olmaya en büyük engel insanın nefs-i emmaresidir (kötülüğü emreden nefis). Bu nefs-i emmare, insanı Allah'a ulaşmaktan alı koyar ve neticede diğer alemin kaybına vesile olur. Bu nedenle Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şerifinde, "Senin en büyük düşmanın içinde sakladığın nefsindir, nefs-i emmarendir" buyuruyor.
İnsanı Allah'a götüren yollarda mutlaka engeller olacaktır. Bu engeller; şeytan, kötü arkadaş, dünyanın süsü, ziyneti, makam, şöhret vb. şeylerdir. Fakat bu engellerin en başında nefs-i emmare gelir. İnsanın onu terbiye ve tezkiye etmeden diğer engelleri aşması mümkün değildir. Onu terbiye eden kurtulur. Onun desiseleri altında kalan bir insan ise dünyasını da, ukbasını da kaybeder. Onun için Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerim'de Şems suresinde şöyle buyuruyor: "Kendini arıtan saadete ermiştir. Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır." (Şems: 9-10)
Nefs-i emmare neden en büyük düşmandır, denilirse onu da şöyle cevaplarız: O en büyük düşmandır çünkü daima içimizdedir ve biz onu kendi elimizle büyütürüz. Yemek, içmek, uyumak gibi onun hoşuna giden şeylerle büyütürüz. Şeytanın bile gelemediği bazı yerler vardır -ezan okunan ve kamet getirilen yerler gibi- fakat nefis yirmi dört saat bizimle beraberdir. Kabe'de, Arafat'ta, namazda, gece yatakta bile bizimledir. İşte bu yüzden o en büyük ve en sinsi düşmanımızdır.
Sair düşmanlarımızı üstümüze ceken nefs-i emmaredir. Düşmanlarımızın işini kolaylaştıran ve onların bizim üstümüzde başarılı olmasına sebebiyet veren yine nefs-i emmaremizdir. Nefs-i emmare dış dünyada bulunan, büyük düşman olan cinni ve insi şeytanın içimizdeki vekilidir. Dış dünyadaki düşmanlarımız kafir ise iç dünyadaki nefs-i emmaremiz bir münafıktır. Münafık ise kafirden daha şiddetli ve tehlikelidir.
HADDİNİ BİLDİRMELİ
Nefs-i emmareye haddini bildirmek ve onu terbiye ve tezkiye etmek lazımdır. Bunu sağlayacak en büyük vesile onu Ramazan-ı Şerif orucu altında aç bırakmaktır. Cenab-ı Hakk her şeyden evvel aklı yaratmış ve ona hitaben: "Yüzünü bana çevir" buyurmuş, akıl çevirmiş, söz tutmuştur. Daha sonra, "Sen kimsin? Ben kimim?" buyurmuş, akıl cevabında "Sen benim Rabbim ve Halıkımsın, bense zaif bir kulunum" demiş, bunun üzerine Cenab-ı Hakk akla "İzzetim ve Celalim hakkı için ben senden daha aziz, daha sevgili bir şey halk etmedim. Sen yarattıklarımın bana en makbul ve muteberisin" buyurmuş, sonra nefsi halk etmiş ve ona da hitaben: "Bana dön" buyurmuş, nefis dönmemiş ve cevap vermemiş.
CEHENNEM AZABI
Sonra "Ben kimim? Sen kimsin?" buyurmuş, nefis cevabında, "Ben benim, sen sensin" demiş. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk nefsi tam yüz sene cehennem azabıyla cezalandırarak, aynı soruyu tekrar sorunca, o da yine aynı cevabı verince, bu sefer de yüz sene açlıkla cezalandırmış, daha sonra tekrar sorunca bu sefer de kendisinin kul olduğunu, Allah'ın da Rabbi olduğunu ikrar etmiştir. Bu vakadan anlaşıldığına göre nefis gayet zalim, kibirli, gururlu ve mezmun, kısacası her türlü kötülüğü kendisinde toplamış bir mahluktur. Onu ancak açlık terbiye ve ıslah eder. İşte cehennem ateşinden yılmayan ve ancak açlık ateşine dayanamayan nefsimizin terbiyesi için oruç farz kılınmıştır. Oruç ibadeti vesilesiyle nefislerimizin terbiyesini Rabbü'l-Alemin'den niyaz ederiz.
Dua ile arınan ruhlar
MUSTAFA KAYA (Muğla İl Müftüsü)
Kutsal Ramazan ayını yaşıyoruz. Tutulan oruçlarla bir yandan ruhlar arınmakta, gönüller güzel duygularla bezenmekte öbür yandan da yapılan dualarla Yüce Allah'ın rızası elde edilmeye çalışılmaktadır.
İnsanlık, tarihi boyunca birçok nesneye ihtiyaç duymuş, çok çeşitli arayışlara yönelmiştir. Öyle ki insanoğlu ateşin icadından bugünün modern bilgisayarlarına kadar pek çok şeyi kendi hayatına sokmuştur. Ancak ulaşılan imkan ve araçlar, onun mutluluğuna yetmemiş, üstelik gelişen teknoloji pek çok sorunu da beraberinde getirmiştir.
Çevremize baktığımızda pek çok insanda ruhi bir tatminsizlik, elde edilenle mutlu olmamak ve sinirlilik hali hakim görülmektedir. Yine pek çok insan stresi bahane ederek kendini meyhane ve kumarhane köşelerine itmektedir. Oysa hayat güzeldir ve ömür Allah'ın insanoğluna verdiği en büyük nimettir.
Müslüman bir fert, şartlar ne kadar zor olursa olsun kendisini salmaz, hayat mücadelesini dinin emir ve tavsiyeleri doğrultusunda kazanmaya çalışır. Özellikle Müslümanlar kendilerini kuşatan kainata bakarak bu alemi yaratan Yüce Allah'ı hatırlayıp ona şükreder, sıkıntılarını dua ve niyazlarla Allah'a arz ederler.
O halde dua nedir? Kaynaklarımızda dua şöyle tarif edilir: "Kulun, Allah'ın yüceliği karşısında aczini itiraf etmesi, sevgi ve tazim duyguları içerisinde Allah'ın lütuf ve yardımını dilemesidir."
Buna göre dua, dinin ruhudur ve dini hayatın en bariz vasfıdır. Din duygusunun bir ifadesi olan duanın insanın ruh ve beden sağlığı üzerinde çok önemli etkileri olduğu da inkar edilemez.
İnsan fıtratı gereği yaşadığı sürece kendisini yaratan Yüce Allah'ın rahmet ve yardımına ihtiyaç duyar. Diğer bir tabirle kul her zaman Rabbi ile bir şekilde diyalog kurmak zorundadır. Bu diyalog, sadece sıkıntıların defedilmesinde değil, bir takım güzelliklere şükredilmesinde de söz konusudur. Kısaca, insan olarak duaya her zaman ihtiyacımız vardır.
DUAYA CEVAP
Kur'an-ı Kerim'de, Bakara Suresi 186. ayette dua konusuna şöyle yer verilir: "Kullarım beni senden sorarlarsa bilsinler ki ben onlara çok yakınım. Bana dua ettiklerinde dua edenin duasına cevap veririm." Bu çok özlü ayetle, bizlerden dua etmemiz istenmiştir. Müminler her zaman dua ederler. İstek ve ihtiyaçlarını aracısız bir şekilde Yüce Allah'a arz ederler.
Dua eden müminler, aslında doğru bir kapıyı çalmış, istek ve dileklerini doğru bir makama arz etmişlerdir. Doğrusunu söylemek gerekirse dua etmenin müminin hayatında çok önemli bir yeri ve değeri vardır. Zira dua, ibadetin özüdür. Her hareket ve davranışımızın akıbeti yapacağımız dualarla yakından ilgilidir.
Kur'an-ı Kerim'de Ali İmran suresi 190. ve 191. ayetlerde mealen şöyle haber verilmektedir: "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardında gelmesinde akıl sahipleri için deliller vardır. Onlar ayaktayken, otururken ve yan yatarken Allah'ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler." Buna göre akıl sahibi Müslümanlar delilleri inceler, gece ve gündüzün kullanılmasını iyi yaparlar. Sabah uykudan uyandıklarında rızık temini için evlerinden çıkarken rızkı verenin Allah olduğunun bilinciyle Allah'tan helal rızık dilerler. Akşam evlerine çekildiklerinde günün şükrünü ifa ederek gönül huzuruyla yataklarına girerler.
Günde beş defa eda edilen namazlar özünde Allah'a dua ve niyaz bulunan en önemli ibadettir. Namazların her rekatında okunan Fatiha Suresi kulun Rabbiyle diyaloğu açısından çok önemlidir. Surenin meali şöyledir: "Hamd alemlerin rabbi, Rahman ve Rahim, hesap ve ceza gününün maliki Allah'a mahsustur. (Allah'ım!) Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların ve sapıklarınkine değil."
Duasız bir hayat, özü olmayan bir hayattır. Dua etmeyen bir kişi yüce Allah'ın rahmetinden habersiz bir halde yaşar. Dua ile bütünleşen, dua ile aranan mümin ruhlara ne mutlu!
BİR AYET
"Ey mutmainne nefis (Güvenceye kavuşmuş ruh)! Sen Ondan O da senden razı olarak Rabbine dön. Seçkin kullarım arasına karış (dahil ol) ve cennetime gir." (Fecr S27-30 )
ÜÇ HADİS
* Biriniz ezanı işitince (yiyip-içtiği) kap elinde ise, ihtiyacını görünceye kadar onu bırakmasın.
* Gece şu taraftan (doğudan) gelince, gündüz de şu taraftan (batıdan) gidince, güneş de batınca oruçlu orucunu açmıştır.
* Kim yalanı ve onunla ameli terketmezse (bilsin ki) onun yiyip içmesini bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur.
ORUÇ HAKKINDA 3 SORU-3 CEVAP
Soru: Ramazan'da orucun ilk gününü tutmazsak diğerlerini de tuttuğumuz zaman gerektiği zaman bozabilirmişiz. Böyle bir şey var mı?
Cevap: Öyle bir şey yok. Ramazan'da her gün oruç tutmak farzdır. Böyle hurafelere inanmamak lazım. İnsan sağlık durumuna göre, ilk günler tutamaz da sonraki günler tutabilir veya ilk günler tutar da hastalanınca diğer günler tutamaz. Bu hallerde ne yapılacağı, nasıl yapılacağı ilmihal kitaplarında vardır.
Soru: Kalp hastasının göğsüne sürdüğü ilaç orucu bozar mı?
Cevap: Orucu bozmaz. Çünkü, sağlam deriye sürülen ilaç, deriden içeriye girse de orucu bozmaz
Soru: İşyerinde iş gereği toz oluyor, ayrıca sigara içen de oluyor. Bunlar orucuma zarar verir mi?
Cevap: Tozlu, dumanlı şey koklamak, başkasının içtiği sigara dumanı yahut tütsülerin dumanını çekmek orucu bozar. Fakat ağzından veya burnundan boğazına toz, duman kaçsa, oksijen gazı tüpü ile suni hava verilse, başkalarının içtiği sigaranın dumanı ağzına, burnuna girmesinden sakınmak mümkün değilse, oruç bozulmuş olmaz. Unlu işlerde çalışanın sakındığı halde, ağzına burnuna giren un tozları orucu bozmaz. Kömür işinde çalışan kimsenin ağzına, burnuna kömür tozu girse, orucu bozulmuş olmaz. Çünkü bundan sakınma imkanı yoktur.
RAMAZAN ANILARI MUSTAFA PALA
Manisa Kültür Sanat Kurumu Başkanı
Ben peşin ödeyince niye olmuyor?
Ben, Akhisar'ın Büknüş köyünde doğup büyüdüm. Babam yoksul bir köylüydü. Ramazan'da oruç tutamadığından, "Niye oruç tutmuyorsun?" diyenlere "Kuru ekmekle, bulgurla oruç tutulmaz" der ve eklerdi: "Ramazan her zaman gelir ama bu can giderse bir daha gelmez." Tarım işine giderdi babam. Oruç tutamasa da hakkaniyete verdiği değerleri vardı. "Adamdan aldığın paranın karşılığını veremiyorsan, orucu neden gösterip, az çalıyorsan aldığın para haram olur. Oruçla kazandığın sevabı, haram kazançla yok edersin" derdi babam.
Size arkadaşımın bana aktardığı bir hikayeyi anlatmak istiyorum: Yeniköy'den pamuk tarlasına işçi götürüyordum. Götürdüğüm işçi, geçmişte kazaya bıraktığı namazların tümünü tarlamda kılıyordu. Selam verip yeniden başlıyordu namaz kılmaya. Kaç rekat kıldığını sayamadım. Kendisine 'kıldığın namaz fazla değil mi?' diye sordum. Ne derse beğenirsin: Kılamadıklarım kazaya bıraktıklarım vardı onları kıldım! Kendisi için bir sürü para ödedeğim işçinin az iş yapması nedeniyle canı sıkıldı. Akşam oldu adam işi bıraktı, parasını alıp eve gidecek. Adam kendisine para vermemi beklerken ben de namaza durdum. Uzattıkça uzattım, kıldıkça kıldım. Sağa sola selam verip yeniden başladım namaza durmaya. Ortalık iyice kararmaya başladı. Adam bir ileri bir geri gidip duruyor. Namazım bitince, 'Senin namaz çok uzun sürmedi mi' diye sordu. Ona dönüp, 'Ben de gelecek günlerimin namazını kılıyorum' diye cevap verdim. Adam 'Olur mu öyle şey' diyince, 'Niye olmasın. Sen veresiye ödüyorsun oluyor da, ben peşin ödeyince niye olmuyor' dedim."
