"Kim, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın bir cana kıyarsa, tüm insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa, tüm insanları kurtarmış gibi olur"
Yaratılıştaki ilahi hikmeti keşfedebilecek fıtri yeteneklerle donatılmış insanın yararına olacak dini ve ahlaki tedbirleri bildirmek İslam'ın ana gayesidir. İnsan menfaati ilkesine dayanarak, İslam alimlerinden bazıları, Allah'ın din göndermekten maksadını (makasıdu'ş-Şari) şöyle sıralamışlardır: Canı, malı, ırzı, aklı, dini ve nesli korumak. Fıkıh bilginlerinin, İslam'ın korumayı amaçladığı bu insani menfaatleri veya mesalihi temel hakları olarak değerlendiği dikkatimizi çeker. İnsanın çıkarını gözeten bu esaslar temel haklar olarak ele alındığında şu şekilde ifade edilebilir: 1) Yaşama hakkı 2) mülkiyet hakkı 3) onur hakkı 4) düşünce özgürlüğü 5) din hakkı 6) üreme hakkı. Bu haklardan öncelikle yaşama hakkının dini temelleri üzerinde durmakta yarar var.
"Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, çeşitli nakil vasıtaları ile karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık."
"Ve Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!" (32 Secde, 9).
Bu ayetlerde insanın fıtri özellikleri itibariyle yaşama, mülk edinme ve şeref ya da onur haklarına işaret edilmektedir. Buradaki ifadelerle, insanlık şeref ve haysiyetinin kaynağı olarak onun yaratılışında dahil olan ilahi özün Allah'tan geldiğine işaret edilir. Bu da Müslümanların her şeyden önce her bir ferdin ilahi yaratma fiilinin bir eseri olarak başta hayat hakkı olmak üzere vazgeçilemez haklara sahip olduğunu kabul etmesini gerektirir. Keza, diğer bir ayette daha açık ifadelerle dağların, taşların, ırmakların, canlıların korku ve dehşet içinde kalarak yüklenmekten kaçındığı bir emanetin insan tarafından kabul edildiği vurgulanır. Kur'an, insan hayatının ilahi koruma altında olduğuna şu ifadelerle işaret eder:
HAYAT VE KORUNMA
"... Yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı gitmektedirler." (Maide 5: 32).
Hayat kendi içinde kendi korumasını da barındırır. İnsan hayatı, herhangi bir insani eylemle değil, fıtri olarak zaten kendisi de "hayat" sahibi olan Allah'tan gelir. Hayat sahibi olmak Allah zati sıfatlarından biri olduğundan, alemlerin Rabbi (Hayy) olan Allah evrendeki bütün canlı hayatın kaynağıdır. Hayat ilahi bir fiil eseridir; o halde hayat bir değer olarak insan iradesi ile kazandığı bütün haklardan önce gelir. Kendi çabası ve gayreti ile kazandığı diğer haklar, fıtratına ait olan hayat hakkından türetilebilir. Yeryüzündeki tüm canlı yaşamın varlığı ilahi iradenin eseri olduğundan, fiziki yaşamın korunması ve insanın yaşamının ana unsuru olan bedenin korunması bütün insanlığın menfaatinedir. Kur'an, insan bedeninden övgü ile söz ederek onun "en güzel surette, en iyi kıvamda" yaratılmış olduğunu ifade eder. "Biz insanı en güzel biçimde yarattık" (Tin, 4).
ESTETİK GAYE
Tüm canlıların yaratılışında olduğu gibi, insanın yaratılışında da hem ontolojik hem ahlaki hem de estetik bir gaye vardır. İnsan bedenin dokunulmazlığı ve kişinin bedeni üzerindeki bireysel tasarruf hakkının ihlali kabul edilemez. Halk irfanında bu inanç ve anlayış "Allah'ın verdiği canı O'ndan başka kimse alamaz" şeklinde dile getirilir. Hayat en genel manada kutsaldır. Ancak, Allah'ın yaratışta gözettiği ilahi hikmetin ahlaki ve estetik boyutu birlikte düşünüldüğünde, bütün varlıkların kendisine emanet edildiği insan hayatı ise, en kutsal değerdir.
Prof.Dr. OSMAN BİLEN Allah büyüktür
Soğuk savaş sırasında din ve bilim konusu revaçta idi. Hatta 1965'te II. Vatikan Konsili materyalizmin hayatın manevi ve aşkın boyutunu tehdidi karşısında dinler arasında işbirliği çağrısı yapılmaktaydı. Batılı yazarların din bilim ilişkisinde ise İslam'ın üstünlüklerini göstermeleri bile olağan bir durumdu.
Fakat 1990'larda durum değişmeye başladı. Daha önce Hz. İsa zamanındaki yaşayışı hayatlarına rehber etmek isteyen Hıristiyan kiliseleri için kullanılan bir sıfat olan fundamentalizm birden bire İslam'a veya bazı Müslüman gruplara özgü bir sıfat haline geliverdi. Artık diğer İslamlar yanında bire de "İslami fundementalizm vardı. Hıristiyanlar için asıl ya da temel öğretilere geri dönüş idealini temsil eden kelime Türkçede şiddete eğilimli olmak anlamında köktenci ya da radikal İslam şeklinde yeni bir kavramlaştırmaya evirildi. Açıkça terörle özdeşleştirilen gruplar için kullanılan 'İslami terör' nitelemesinin doğurduğu tepkilerden ötürü, dünyadaki genel Müslüman kitlelere verilmiş lütuf olarak ılımlı İslam kavramı tedavüle sunuldu.
11 Eylül sonrası bu kavramsal dönüşümün herhangi bir dine mensup olsun veya olmasın bireylerin ve farklı toplumların sosyal psikolojisi üzerinde ne gibi derin izler bıraktığını kestirmek güç. Beşeri bilimlerin araştırma yöntemleri ile olayları yorumlamaya fırsat bile kalmadan Hz. Muhammed (s.a.v) üzerinden peygamberlik, dini kutsalların toplumdaki yeri, düşünce ve ifade özgürlüğü ile din ve vicdan özgürlüğü arasındaki ilişkilerin yeniden sorgulanmaya başladığı bir dünya kamuoyunda yeni bir "İslam karşıtı" söylem üretilmeye girişildi.
GAZETECİ YAZARLAR
Son yıllarda ise, din aleyhinde yayınlarda yeni bir dalganın başladığına şahit olmaktayız. Bu defa başlıklardaki kelimeler sözde genel anlamıyla din hakkında görünüyor. Ancak yakından bakıldığında özellikle İslam aleyhtarlığı imalarına daha açık başlıklar kullanılmaktadır. Kitapların başlıkları şöyle: "Tanrıları Ehilleştirmek", "Tanrı Yanılgısı", "Tanrı Büyük Değildir: Din Her şeyi Nasıl da Zehirliyor?" ve "İmanın Sonu". Bu kitapların ortak özelliği, yazarların ilahiyat ya da sosyal bilim uzmanı değil, daha ziyade gazeteci olarak tanınması. Elbette, İmanın Sonu'nun yazarı Samuel Harris gibi sinirbilim (neuroscience) doktorası yapanları da var aralarında. Ama daha ziyade medyada din aleyhinde tahrik edici yayın ve yazıları ile tanınmaya başladılar.
Mesela Harris'e göre, bir dine inanmak, "mensuplarının akıl dışı mitolojik öteki dünya (cennet-cehennem) hikuyarak günlük hayatın dışına çıkarak başka seçeneklere sarılmalarını talep ediyor." Harris'in iddiasına göre, şiddet eylemlerinin çoğu inanlardan şu veya bu inanç sistemine eleştirmeksizin bağlılığı isteyen dini akidelere atfedilebilir." Ona göre en yalın şekliyle din bir terör biçimidir. Deneysel kanıta dayalı bir hayat görüşü olarak bilimsel dünya görüşü dini inancın yerini almalıdır. Hatta Harris Batılı ülkelere bir öneride bulunmaktadır. "Müslümanların 'etnik karneleri (profile)' çıkarılarak yaşadıkları ülkelerin emniyet güçleri tarafından yasal işlemlerde kullanılmak üzere şiddete başvurmayacakların listesi tutularak topluma teminat verilmesi gerekir." Etnik karne tartışması bir çok batılı ülkede ciddi ihtilaflara yol açtı. Böyle bir uygulama başlatılmasını savunalar kişilerin ırkı veya etnik kimliği tespit edilerek emniyet güçleri tarafından olağan şüpheliler arasında sayılıp sayılmama kararı verirken başvurulacak etkenlerin kolayca belirlenmesi ve kullanılmasını istiyorlar.
Böylece Harris gibi düşünenler, dinlerin cehennem anlayışından kaynaklandığını düşündükleri şiddetten kurtulmak için bütün dünyada halkın bir şüpheliler cehenneminde yaşamaya mahkum olmasını tavsiye edebilmektedirler. Bunun adı olsa olsa "ateizm terörü" olabilir herhalde. Çünkü Harris de zaten, ateist derneklerin şemsiye örgütü olan "Amerikan Seküler İttifakı" cemiyetinin danışma kurulu üyesidir. Obama yönetimi bu tür köktenci fikirlerinden dolayı bu örgütün temsilcileri ile Başkan'ın bizzat görüşmesini reddetti, fakat Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın görüşmesine müsaade etti. Harris'in şiddete eğilimli olmakla suçladığı dinler arasında tek istisna şimdilik Tibet Budizm'i görünüyor.
HEDEF GÖSTERİLİYOR
Harris, New York Times, Washington Post, News Week gibi etkili gazete ve dergilerde yazılar yayınlandığı gibi sayısız görsel medya programında da konuşma fırsatı buldu. Yaptığı en çarpıcı açıklama ile hedefindeki tek dinin sanki İslam olduğu kuşkusunu uyandırdı: "Dünyanın herhangi bir yerinde (Sri Lanka Adası hariç), terörist davranışın en büyük belirtisi, kişinin 'Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun elçisi olduğuna inanıp inanmaması' yalın gerçeğidir" dedi Harris. New York'da cami inşası projesi konusunda da derhal fikrine başvurulan kişiler arasındadır kendisi. İşte söyledikleri:
Bu katliamın külleri üzerine cami dikmek milyonlarca Müslüman tarafından bir zafer olarak görülecektir- ve Batının liberal değerlerin çürümesi ve korkaklıkla eşanlamlı sayılmasının işareti sayılacaktır.
Bu görüşlerin ne kadar liberal olduğuna karar vermek çok zor olmasa gerek. Yine liberal sayılan başka bir gazeteci olarak, 'Tanrı Büyük Değildir'in yazarı Christopher Hitchens, kitabın başlığı ile ezanın ilk iki kelimesi "Allahu Ekber"e karşı nazire yaptığı imasını gizlemiyor. Onun da cami inşası konusundaki fikirlerini öğrenmek aydınlatıcı olabilirdi. Binada açıktan ezan okunması ihtimali karşısında nasıl bir tepki vereceği merak edilmeye değer. Buna şimdilik fırsat olmadı. Çünkü yazar ölümcül bir kanser hastalığına yakalanmış. İyileşeceğine dair ümitli olduğu aktarılıyor. Tanrıdan şifa dilenmeyeceğini de belirtmiş; saygı duyulmalı. Fakat kendi yurttaşları arasından fundamentalist Hıristiyanların bazıları, bu hastalığın Tanrı'nın bir uyarısı sayılması gerektiğini söylemeye başladılar bile. Şimdi samimiyetle buna inanan bazıları da, kısaca şunu hatırlatmakla yetiniyorlar: Tanrı gerçekten büyüktür...
Bir Ayet
"Herkese yaptığının karşılığı tam olarak verilir. Allah onların yaptıklarını en iyi bilendir." (Zümer,70).
Bir Hadis
"Sizden biriniz, kendisi için arzu ettiği bir şeyi, din kardeşi için de arzu etmedikçe, gerçek mümin olamaz." (Buhari: İman,7).
Bir Kıssa Bir Hisse
Hükümdarın biri yanında maiyetiyle birlikte gezintiye çıkmıştı. Yolda tarlasına fidan dikmekle meşgul çok yaşlı bir köylü gördü. Adamın gayretli şekilde çalışması hükümdarın hoşuna gitti ve ona yaklaşıp adamla latife yapmak istedi:
- Baba, sen bu yaşta ne diye hala fidan dikmeye uğraşıyorsun? Maşallah yaşını yaşamışsın, belki bu fidanların meyvesini bile yiyemeyeceksin!
İhtiyar cevap verdi:
- Diktiğim fidanların meyvesini bizim yememiz şart değil evlat. Biz nasıl bizden öncekilerin diktiği fidanların meyvesinden yiyorsak, varsın bizim diktiğimiz fidanların meyvesini de bizden sonrakiler yesin!
Cevaptan çok hoşlanan hükümdar yaşlı adama bir kese altın mükafat verilmesini emretti.
Bu ihsanı tebessümle karşılayan ihtiyar, "Gördün mü evlat, diktiğimiz fidanlar daha şimdiden meyve verdi" dedi.
Bu cevaptan daha çok memnun kalan hükümdar, adama bir kese daha altın verilmesini emretti. Yaşlı köylü gülerek:
"Evlat, herkesin diktiği fidan yılda bir defa meyve verir, bizimki yılda iki defa meyve verdi" dedi.
Bu cevaptan da hoşnut kalan hükümdar, bir kese daha altın verilmesini emredince, veziri araya girerek uyardı:
"Aman sultanım, bir an önce buradan uzaklaşalım. Yoksa bu gidişle, ihtiyar adam hazineye darı ektirecek."
