Adnan Menderes ile tutuklandıktan sonra toplam iki kez bir araya geldiklerini ifade eden Aydın Menderes, "Bir gelirken, bir de giderken kucaklaştık. Özellikle annem ve babamın birbirlerine kenetlenişini hiç unutmayacağım" diyor Son birlikteliğin içinde ukde olarak kaldığını belirten oğul Menderes, "Komutan iki dakika bile bizi yalnız bırakmadı. Doğru dürüst vedalaşma imkanı bulmadık. İçimizde kalan, söylemek istediklerimiz vardı ama ona bir türlü sıra gelmedi" dedi
![]() Aydın Menderes, annesi Berin Hanım'la birlikte Yassıada'ya Adnan Menderes'i görmeye gidiyorlar |
Erdal Şen, "Bir Yiğit Vardı" ve "Yassıada'nın Sessiz Tanıkları" kitabını hazırlarken, Adnan Menderes'in oğlu, Aydın Menderes'in büyük yardımlarını gördüğünü söylüyor. Menderes ailesinin darbe öncesi ve sonrası yaşadıklarının birebir tanığı olan Aydın Menderes'in kitaba verdiği söyleşiden bazı bölümler ise şöyle:
Darbe dedikoduları babanızın kulağına da geliyordur. Askere güveni fazla mıydı?
. "Öyleydi. Eskişehir'e gitmeden 24 Mayıs günü tahmin ediyorum, 20 küsur general, Başbakan'ı ziyaret ederler ve derler ki: Askerden endişeniz olmasın. Bu kadar hizmetiniz var, beraberiz hükümetin emrindeyiz."
Darbeden sonra eve gelip rahatsız edenler var mıydı?
. "8-10 kişilik bir kalabalık Başbakanlık Konutu'na geldi. 27 Mayıs'tan 3 veya 4 gün sonra idi. Evi aramak istediklerini söylediler. Çoğu sivildi, iki tane de Harp Okulu talebesi vardı. Ellerinde otomatik tüfekler. Bayağı bir erken saatti. Basında yazılanlardan etkilenmiş olacaklar ki, salondaki parkelere topuğuyla vuruyor, dinliyor bakıyor biri. 'Yardımcı olalım' dedi annem. Dediler ki: Burada gizli kasa filan yok mu? Altınlar nerede? Annemin cevabı şu: Ne bulursanız hepsi sizin olsun. Kasa filan da bilmiyorum. Olup biten annemin birkaç mücevheri. O da annemin kendi dolabında dururdu. Öyle kasa da yok, kasalık bir şey de yok. Aşağı yukarı o akşamüstüne kadar kaldılar. Bazı şeyler aldılar."
Yassıada'da babanızla görüşebiliyor muydunuz?
. "Toplam iki kere görüştük. İlk görüşmeden bir süre sonra bize yine resmi bir yazı geldi. Biz zaten hemen müracaat etmiştik görüşmek için. Kabul ettiler diye düşündük. Yazıda, 'falan saatte Dolmabahçe Camii yanındaki Yassıada İrtibat Komutanlığı'nda, falan vapurla şu grupla yakınınızı görmeye gideceksiniz' deniyordu. Biz de memnun olduk. Rahmetli annemle kalktık gittik sevinçle. Komutanlıkta kartlar takıldı, kimlik tespiti yapıldı. Geçtik oturduk vapurda bekliyoruz. İki asker geldi. Dediler ki, 'Bir yanlışlık var, siz daha önce görüşmüşsünüz. Şimdi sizin görüşmeniz fazla olacak.' 'Eee ne olacak?', 'İneceksiniz vapurdan.' Annemin hayatı boyunca hiç bu kadar öfkelendiğini, bu kadar sıkıldığını görmedim. Kanaatimiz anneme bunun mahsus, kasten yapıldığıdır."
Son görüşme nasıl geçti?
. "Desem ki ameliyatsız sizin diri diri ciğerinizi sökseler ne hissedersiniz? İşte o aradaki hissedilen de öyle bir duygudur. Kelimelere sığmayacak, anlatılamayacak yani, imanınız olmasa, sabrın ne anlama geldiğini bilmeseniz, o anda isyan edersiniz. O sırada sadece bir gelirken kucaklaşma, bir de giderken kucaklaşma. Ama giderken üç kere mi, beş kere mi, hiç ayrılamayacak şekilde tekrar tekrar. Özellikle annem ve babamın orada birbirlerine kenetlenişi. Ah, ah. Yani bunu anlatmak falan mümkün olmayan şeyler. Benim içimde bu ukde olarak kalmıştır. İki dakikacık bile komutan bizi yalnız bırakmadı, doğru dürüst bir vedalaşma imkanı bulmadık. İçimizde kalan, söylemek istediklerimiz vardı ama ona sıra gelmedi."
İdam haberi size nasıl iletildi?
. "15 gün sonra bir polis geldi. Kanunmuş, idam edilenin bir hüküm rozeti asılırmış kapısına. Kapımıza idamlık hükmünü astı. 'Elinizi ayağınızı öpeyim. Bu benim suçum değil, inanın ki bunu yapmak istemezdim' dedi, asan kişi. Daha sonra Yassıada'daki son eşyalarını ve idamda üstünde bulunanların hepsini bir çuvala doldurmuşlar getirdiler. Aradan üç-beş gün daha geçti. Bize bir icra emri: Şu kadar ip ve cellat parası. İdam infaz parasını ödeyin diye."
Yani babanızı hem astılar, üstüne bir de ip parasını istediler.
. "Evet, istediler. 27 Mayıs'tan 17 Eylül'e yenen yemeklerin parasını bile ödettiler. Hiçbir hakkın, hukukun, meşruiyetin, merhametin, adaletin, insafın, iz'anın, medeniyetin, insanlığın içerisinde cereyan ettiği bir yer değildi ki. Olan bitenin hangisine normal, hangisine anormal diyeceksin."
Uğuru, 4 yapraklı yonca
Gazeteci Erdal Şen'in yıllardır yaptığı Adnan Menderes araştırmaları içinde Başvekillik günlerine ilişkin Menderes portresi ise şöyle: "Ankara bambaşka bir Başvekil görmüştü Adnan Menderes'le birlikte. Bir gün Karaoğlan Çarşısı'nda karşılarına çıktığı, bir gün Zevk ya da Cumhuriyet lokantasında yan masada yemek yerken gördükleri, bazen Samanpazarı'nda rastladıkları, kiminde terzisi İzzet ya da Milaslı Kemal'e prova aldırırken göz kestirdikleri bir Başvekil vardı başkentte. Hep aynı model dik sivri yaka, dar pantolondan oluşan siyah takım bir elbise giyerdi Menderes.
ŞAPKA HEP ELİNDE
Şapkayı elinde tutar, yağmurlu günlerde bile takmazdı. Elbiselerinin dışında gömleklerini de Beyoğlu'ndaki ünlü gömlekçi Zara'ya diktirirdi. Kışın bile ten fanilası veya süveter gibi şeyler giymezdi. Ayakkabılara ise özel bir merakı vardı. Avrupa'dan Bally marka siyah renkli ayakkabı giyerdi. Bunun dışında lükse bir düşkünlüğü yoktu. Şık giyimiyle dikkat çeker, evinde dahi ev kıyafetiyle çok nadir olarak görülürdü. Tiyatro, sinema ya da bir eğlenceye gitmezdi. Yediğine içtiğine dikkat ederdi. Boğazına düşkün değildi.
BOL MARUL YERDİ
Eve ya da özel yemeğe gitmemişse Başbakanlık'taki yemekleri genellikle tereyağı, reçel, peynir, sele zeytini ve meyveden ibaret olurdu. Yemeklerden önce biraz kuruyemiş ya da mevsimi ise bol bol marul yerdi. Günde birkaç defa da taze sıkılmış meyve suyu isterdi. Tadına bakar eğer taze olmadığını anlarsa, mutlaka tazesiyle değiştirirdi. Yaşam tarzı, gün görmüş uygar bir insan gibiydi. Ama aynı zamanda mütevazı ve daima ölçülüydü. Çoğu kez fotoğraf karelerine mütebessim ama boynu bükük bir şekilde yansırdı. Menderes bu duruşunu kendisi, "Öksüzlüğümü bundan daha güzel ortaya koyan bir görüntü yoktur" diye ifade ederdi.
RİSKİ SEVERDİ
Başvekil Menderes'in makam arabası olarak biri Ankara'da, diğeri İstanbul'da iki eski model Cadillac'ı vardı. Hele İstanbul'daki tam antika idi. Eski Cadillac'ın zaman zaman yolda kaldığı da olurdu. Bürokrasiden gelmemiş olması bir avantajdı. Rutin yazışmalara boğulup kalan bir tarzı olmadı onun için. Risk almayı sever ama kanun dışına çıkmaktan da çekinir, aşırı hareketlerden kaçınırdı. Menderes'in pek bilinmeyen ilginç özellikleri de vardı. Örneğin, cebinde hep dört yapraklı bir yonca taşırdı. Daha doğrusu küçük bir dört yapraklı yonca figürü. Yine minik bir minyatür fil taşırdı cebinde. Ayrıca anahtarlığının ucuna bir zincir takılı olurdu ve zincirin bir ucu kemerliğine takılıydı, diğer ucu cebine giderdi. Bunun dışında cebinde asla bir şey taşımazdı.
Erdal Şen kimdir?
2 Eylül 1973'te Nazilli'de doğan Şen, Dokuz Eylül Üniversitesi Haberleşme Bölümü ile Milli Güvenlik Akademisi'ni bitirdi. 1994'ten beri gazetecilik yapan Şen, halen Zaman gazetesinde, "Başbakanlık Muhabiri" olarak çalışıyor. Haber, röportaj, radyo programcılığı ve fotoğrafçılık konusunda ödülleri bulunan Şen, yakın tarih alanında çalışmalarını sürdürüyor. Şen aynı zamanda TRT-1'de yayınlanan, "Ali Adnan-Başvekil/Bir İnsan Serüveni" adlı belgeselin konsept danışmanlığını yaptı.

