Türkiye'nin askeri darbelerle tanışması 27 Mayıs 1960 ihtilali ile gerçekleşir. Sonrasında her 10 yılda bir parlamenter sisteme asker tarafından müdahale edilir. TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu tutanaklarından derlediğimiz yazı dizimizin 3'üncü ve son bölümünde 27 Mayıs ihtilali ve 12 Mart muhtırasının bilinmeyenlerini halen hayatta olan tanıkların anlatımıyla ele alıyoruz. 27 Mayıs'ta Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ı darağacına gönderen darbecilerin hedefinde 12 Mart'ta dönemin öğrenci lideri Deniz Gezmiş ve arkadaşları Yusuf Aslan ile Hüseyin İnan vardır. Mantık aslında çok basittir. Asker "3 sağdan, 3 soldan" kurban istemektedir. Gençler hakkında askeri mahkemede verilen idam kararı TBMM'nde oylanır ve kabul edilir. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve partisi, askerin istediği kararın Meclis'ten geçmesi için büyük çaba gösterir. Son derece gergin ve tartışmalı bir oturumun ardından gençlerin idam fermanı Meclis'ten de onay alır. Aynı Demirel yıllar sonra komisyona verdiği beyanatta "Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamına ben de çok üzüldüm" der!
SÜLEYMAN DEMİREL ANLATIYOR
"12 Mart günlerini düşünüyorum. O dönemde banka soyuluyor, adam öldürülüyor, yol kesiliyor. Çok tedirginlik var Türkiye'de. 12 Mart muhtırasından sonra bu 3 çocuğun asılması meselesi oldu ki, talihsiz bir olaydır bu. Ben kimseye bunlar asılsın falan da demedim. Kimseye karşı intikam duygum yoktur. Sonra, o çocukların asılmasıyla Adnan Bey'in, Fatin Bey'in veya Hasan Bey'in intikamı nasıl alınacak? Bir alakaları yok yani adamların. İki cephe olunmuş da bunların bir kolu düşman, bir kolu dost, böyle bir şey yok. O çocuklar Marksist, Leninist gruplara ait, bu taraf da ihtilalcilerin kadrine uğramış... Yani oradaki tartışmalar bence demagojidir ve yakışır yalandır netice itibarıyla. Ben de üzülüyorum ama o gün öyle olmuştur. O günün hesabını bugün yapamayız. O günkü şartları şu anda yaşamıyoruz, yaşamayız, inşallah yaşamayız o şartları.
ŞAPKAYI ALIP GİTMEYECEKTİM DE NE YAPACAKTIM?
Türkiye'de 12 Mart diye bir olayın olmasına sebep yoktu ama oldu. İşte siyaset bu, altı sene tek parti hükümeti sürmüş. Ülke şantiyeye dönmüş, bir taraftan İstanbul Köprüsü, bir taraftan Keban Barajı yapılıyor. Kalkınma hızı 7, enflasyon yüzde 5. Kimsenin bir şikayeti yok. Buna rağmen kumanda heyeti geliyor ve size muhtıra veriyor. Düşündük, taşındık Cumhurbaşkanına gittik. Dedi ki, 'Beni aştılar.' Nereye gideceğiz? Bizim yapacağımız bir şey var: 'Ey Genelkurmay Başkanı, gel, bizi al buradan.'
O zaten almayı kafaya koymuş. Biz dedik ki, 'Biz bu Parlamentoyu kapattırmayalım. Parlamento açık dursun, burada birtakım işleri gene yaparız.' Benim yaptığım en önemli hadiselerden birisi o Parlamentoyu kurtarmaktır. 'O şapkayı aldı, gitti' diyor ya adam. Yani ben giderken telaşla şapkayı bırakacak halim yoktu ki. Şapka benim öz şapkam yani. Kime bırakacağım onu?
ECEVİT'E SUİKASTI BEN HABER VERDİM
Haziran 1977'de rahmetli Ecevit'e suikast yapılacağını MİT Müsteşarı haber verdi. En sevmediğim iştir. Ben ne yapacağım bu haberi? 'Kardeşim, tedbir alın.' 'Aldık, tedbir aldık' diyor emniyet... Cumhurbaşkanına Fahri Korutürk'e gittim. Böyle bir durumla karşı karşıyayım. Bunu haber vereyim mi kendisine? Biliyorsunuz 5 Haziranda da seçim var. Düşündü taşındı, 'Sen bilirsin' dedi. En iyisi Sayın Ecevit'e haber vermek dedim ve aradım. Yani tedbiri devlet alıyor ama sen de tedbirli ol, hani şimdi can pazarı bu yahu! Sayın Ecevit bu haberi alır almaz 'Bana suikast var, devlet beni koruyamıyor' diye avazı çıktı kadar bağırdı. Bangır bangır ya! Bize de biraz oy kaybettirdi bu iş.
27 MAYIS'I GERÇEKLEŞTİREN MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ ÜYESİ EMEKLİ ASKER AHMET ER ANLATIYOR
'Menderes'i İsviçre'ye kaçıracaktık!'
"Darbeyi gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi 38 kişiden oluşuyordu. İçlerinde ben de vardım. Bir gün bütün komite üyeleri Mürtet Askeri Havaalanı'nda bir askeri tatbikatı izlemek üzere bir araya geldik. Birbirimizle şakalaşıyorduk: 'Biz eninde sonunda birbirimizi muhakkak paketleyeceğiz, fakat hangimiz hangimizi paketleyecek, o belli değil' diyorduk. Aslında bu sözler birbirimizi tasfiye etmeyi düşündüğümüzün açık beyanı idi. Alparslan Türkeş, 'Biz onları tasfiye edersek yapacağımız belli, fakat onlar bizi tasfiye ederse onların yapacağı da belli' derdi.
Bizim niyetimiz Celal Bayar, Adnan Menderes ve arkadaşlarını İsviçre'ye göndermekti. Türkeş gizlice Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'le bu konuyu görüştü, onayını aldı. Dışişleri Bakanı Selim Sarper'e durumu açıkladı, gerekli işlemleri başlattı. Bu esnada karşı grup durumdan haberdar olmuş. Mucip Ataklı, Osman Köksal, Ekrem Acuner, Cemal Madanoğlu, Sami Küçük, Fikret Kuytak konuyu Komite'ye taşıdılar. 'Türkeş ve ekibi düşükleri Avrupa'ya kaçırıyor' iddiasıyla büyük tartışmalara sebep oldular. Maalesef bu düşüncemizi hayata geçiremedik.
CEMAL GÜRSEL: BENİ REZİL ETTİNİZ!
Darbeden sonra radyodan okunmak üzere bir bildiri hazırlanacaktı. Bu görev Sami Küçük grubundan Albay Mithat Ceylan ile Türkeş grubundan bana verilmişti. İkimiz ayrı ayrı odalarda bildiriyi hazırladıktan sonra tekrar toplantı salonuna döndük. Önce benim yazmış olduğum bildirinin okunmasını istediler. Ben hazırlamış olduğum bildiride, özetle, Türk milletini barışa, birliğe, beraberliğe ve kardeşliğe, Hazreti Mevlana'nın aşk sofrasında, Yunus Emre'nin sevgi bahçesinde buluşmaya çağırıyordum. Bu metin oya sunuldu, kabul edilmedi. Albay Mithat Ceylan'ın hazırlamış olduğu metin okundu. Bu metin de şöyleydi: 'Düşükler, gençlerimizin kollarını, beyinlerini kıyma makinesinde kıydılar.'
İçi hakaretlerle dolu bu bildiriyi alkışlarla kabul ettiler. Salona bir üsteğmen çağırarak, 'Bu bildiriyi Radyoevi Müdürü Nusret'e ver, bizzat kendisi okusun' emrini verdiler. Salona bir radyo getirterek okunan bildiriyi dinlemeye başladık, o anda bu bildiriye oy verenler çığlık ve alkışlarla sevinçlerini belli ediyorlardı. Az sonra Cumhurbaşkanı Gürsel, yanında Türkeş olmak üzere salona girdiler. Hepimiz ayağa kalktık. Gürsel çok üzgün ve öfkeli görünüyordu. Bizler oturduk. Gürsel komiteye hitaben, 'O bildiriyi kim hazırladı?' diye sordu. İçimizden Sezai Okan, 'Komite hazırladı Paşam' diye cevap verdi. Hazırlayanın adını söylemedi. Gürsel son derece sinirli ve öfkeli bir vaziyette, 'Bu bildiriyle kendinizi de beni de milletimizi de dünya kamuoyu gözü önünde rezil ettiniz. Az önce İngiltere Büyükelçisi beni telefonla aradı. 'Tarihte merhameti, muhabbeti ve asaletiyle bütün insanlığa örnek olan Osmanlının torunları bu kadar zalim olamazlar' dedi.
PEYAMİ SAFA SORGUDA
Bir gün Merkez Komutanlığı'ndan Faruk Güventürk'ü ziyaret edeyim diye gittim. Odasında ünlü yazar Peyami Safa vardı. General, onu sorguya tabi tutuyor, 'Niçin sen Çetin Altan'a sosyalist dedin?' diyor. Peyami Safa "sosyalisttir" diyor. 'Elinde delilin var mı?' diye soruyor. 'Elbet var' diyor. Baktım, Faruk Güventürk çok çılgın hareket eden subaylardan birisiydi. Paşam, Hocama müsaade edin de biraz görüşeyim dedim. Aldım kendisini bir odaya gittik, elini öptüm, tebrik ettim, emirlerinizi alayım dedim ve Paşaya da sormadan arka kapıdan yola kadar götürdüm, bir taksiye bindirip evine uğurladım. Sonra bunu arkadaşlara anlatmış. 'Bugün benim başıma bir hal geldi, sabahın erken saatinde beni aldılar, Merkez Komutanlığı'na götürdüler, orada bir paşa beni sorguya çekerken, yüzbaşı rütbesinde bir subay girdi ve beni generalin elinden aldı. Ben kendisinin ismini sormadım. Lütfen, bu subayı bulun, onunla kardeş olun, arkadaş olun' demiş.
TÜRKEŞ'İ KIZDIRAN TEKLİF
Hepimizin o dönemde üçer dörder silah vardı üzerinde. Komite toplantıları çok gergin geçiyordu. Her an birbirimizi vurabilirdik. Bizim sürgün edilmemize kısa bir süre kala yapılan toplantıda Türkeş kapıya yakın bir yerde oturmuştu. Ben de dışarı çıkma ihtiyacı duydum, kulağına eğildim, Mehmet Ali'ye haber vereyim, kuşatsın mı Meclisi dedim. 'Defol' dedi. Şaka, şaka dedim. Mehmet Ali, Meclis Muhafız Tabur Komutanıydı ve bizim grubu destekliyordu.
BİTTİ
