Konuk yazar Selahattin Gezer yazdı...
Önümden ideoloji geçti; hırçın ve telaşlıydı. Marka giyinmiş, marka takınmıştı. Bütün kararlılığıyla yandaş kayıracak, görevini yapmayan bürokratı, işçiyi, temizlik görevlisini umursamayacak, ideolojik sloganlarla göz boyayacaktı. Önümden ideoloji geçti, kızgın ve öfkeliydi. Haşin bir suratı, nefret pompalayan bir bakışı ve her olumsuzluktan beslenen bir göbeği vardı. Neredeyse "temel atmama töreni" yapacak kadar kararlıydı. Kirli deniz, yoğun trafik, çöp dağları, moloz yığınları neydi ki? Yaparsın bir çilingir sofrası, bütün sorunları halının altına süpürürsün; birkaç marş, birkaç slogan... Ve sonraki günün iş yapmama sabahına uyanırsın. Önümden geçen ideoloji, yanındaki adamlarla vapurun sonuna kadar yürüdü ve dönüp karşımdaki koltuğa oturdu. Adamları da yakınındaki boş yerlere geçtiler. Yüzünde, ne selam alırım ne de selam veririm havası vardı. Koca günleri iş yapmamakla geçirmenin stresi binmişti omuzlarına. Daha ne yapmayabilirdi ki? Seçmeni mutlu etmek için elinden geleni yapmıştı. Sosyal tesislerde sadece kendi ideolojisinin gazetelerini bulundurup, başka görüşte olanların içeri girdiğinde kendisini yabancı hissetmesini sağlamaya kararlılıkla devam edecekti.
RANTSAL DÖNÜŞÜM
Karşımdaki ideolojinin yapmayacağı çok işleri vardı. Bazen unutuyordu yapmayacaklarını. Hırçın ve kendini onaylayan hafif bir baş sallamasıyla camdan denize bakarak, içinden yapmayacaklarını sıraladı: Toplu taşımayı en medeni, insan haklarına ve zamana saygılı hale getirmeyecekti. Mevcut metro hatlarına yenilerini eklemeyecekti. Toplu taşıma araçlarının sayısını ve sefer sıklığını yoğun saatlerde bile izdihamı önleyecek seviyeye çıkarmayacaktı. Durakların yazın mikrodalga, kışınsa işkence çektiren halini devam ettirecek; arızalanan ve saatinde gelmeyen otobüs için asla özür dilemeyecekti. Deprem riski taşıyan binaları dönüştürmeyecek, kentsel dönüşüm diyenlere, "Bu bir rantsal dönüşümdür!" deyip onları ikna edecekti. Yağışlı havalarda su baskınlarını önleyecek altyapı yenileme ve kapasite artırma çalışmalarından, yağmur sularını değerlendirme projelerinden titizlikle geri durulacaktı. Parayı balya balya edip mutlu olmak varken neden betona, altyapıya gömecekti ki? Zaten taraftarları çabuk ikna oluyordu. Sadece kendi yandaşlarının ihtiyaç sahibi ailelerine yardım edecek, diğerlerinin ihtiyacına önem vermeyecekti. Trafik ve otopark sorunlarını, ana arterlerdeki trafik yoğunluğunu azaltacak yeni adımlar atmayacaktı. Gece saatlerinde bazı bölgelerde yaşanan güvenlik zafiyetlerinin giderilmesini dert edinmeyecek; aydınlatma ve güvenlik kameralarının artırılması hizmetini bahanelerle aksatacaktı. Üstüne çok gelen olursa da, "Ne yapalım, devlet para vermiyor ki" diyecekti. Yarım kalmış konutların, paramparça tuğlaların önünden ise asla geçmeyecek; aklından geçirmeyi bile kendine yasaklayacaktı.
YÜZ GÜLDÜRMEZ
Yorgundu, bitkindi, çünkü akılcı şehircilikten nefret ediyordu. Kentsel dönüşüm yapmayacaktı, çukurları doldurmayacaktı, çevre düzenlemesi, ağaçlandırma ve yeni su kaynakları bulmayacaktı. Faturaları ise şişirdikçe şişirecek, hizmet görmek isteyenlere kızgınlıkla şişerek, "Çok çalışıyoruz çok!" diye çemkirecekti. Bir şeyler yapmamak onu çok yormuş, huzuru kalmamıştı. Oysa ne çok şey yapmamıştı, neden bu kadar yorgun ve huzursuzdu ki? Arada bir içinden gelen itiraz seslerine, "Yapabilirdin, proje üretebilirdin, çağdaşlığın, modernliğin ne olduğunu gösterebilirdin. Seçilmişliğin ne isabetli bir seçim olduğunu muhteşem ve unutulmaz eserlerinle ortaya koyabilirdin" diyen vicdanının iniltilerine kulak tıkıyordu. Yerinde saymayan, her geçen gün göz kamaştırıcı hale gelen bazı kentlerin ismini duymaktan nefret ediyordu. Çoğunluğun huzursuzluklarına, memnuniyetsizliklerine birkaç kişinin mutluluğu yetmez miydi? Vicdanın iniltilerini bastırmanın yolu da, güm güm! konserlerdi. Hele izahı mümkün olmayan heykeller ise mutluluklarına halay çekecekti... Şakası bir yana: İş yapmamak için seçilmek, iş yapmasın diye seçmek ne adalete, ne de insan haklarına sığar. İnsan kendisi hizmet görmek istemeyebilir ama başkalarının hizmet görmesine engel olmak, kapı kapı dolaşıp helallik almayı gerektirir. Demokrasi aynı zamanda başkalarının istek ve beklentilerine engel olmama fedakârlığı da gerektirir. En azından şehri çağdaş ve akılcı altyapı ve üstyapıya kavuşturacak istek ve beklentilerde birlikte hareket etmeyi bilmektir. Bireysel olarak nasıl yaşanırsa yaşansın, birlikte yaşamayı huzur verici ve aksaklıkları giderici hale getirmezsek, tercihlerimize sorumluluk, omuzlarımıza vebal yüklemiş oluruz. Teknoloji gelişirken, şehirlerin yerinde sayması bizim ilerici olmadığımızı gösterir. İdeoloji, üretmez, hizmet etmez, proje üretmez, asla yüz güldürmez; sadece birilerini güldürür, mutlu eder. Oysa birlikte mutlu olmak medeniyettir, hukuktur, adaleti baş tacı etmektir.

