İlk durağım çok yakın olan, tarih derslerinden, Abba'nın meşhur Eurovision yarışması birincisine, Mamma Mia'nin finaline, Napoleon'un büyük hezimetine ev sahipliği yapan Waterloo

Dün bahsettiğim minik ama Brüksel için çok büyük değer taşıyan öbür heykelcikle başlamak istiyorum. Hikayeye göre tüm meydanı uçuracak fitilli bir bomba yerleştirip ateşe vermişler düşmanlar. Küçücük bir çocuk kendine doğru fitil üstünde gelen ateşi görünce üzerine çişini yapıyor ve ateşi söndürüyor. Böylece koca bir meydanı patlamaktan kurtarıyor. Bu hikayemiz, ama Belçika halkı o kadar değer veriyor ki bu olaya, çoğunuzun bildiği meşhur çişini yapan çocuk bir sembol oluyor. Belçika'dan hediyelik bir şey alanlar bu çocuğun sembolünün süslediği çikolatalar, kürdanlıklar, şamdanlar, küllükler, dantelim tablolar, karalama resimler, fotoğraflar, tablolar vs. renkli objelerden birini mutlak alıyorlar.
Belçika'nin en önemli sanatlarından biri olan dantel eserler, dükkanlarda sergilenip epeyce çok bir miktarda satılıyor. Dedelerinden gelen bu sanat dalı halen bu ülkede bir numara.
Yine Belçika'nin yüzü diyebileceğimiz Grand Place'de aynı Milano'da Duomo Meydanı'ndaki Galeria'nin benzeri yapıda rengarenk dantel mağazaları, sanat eserlerinin sergilendiği minik galeriler, çikolata'nın önde olduğu tatlıcılar, butikler adeta bir renkli şeker gibi dizi dizi...
TABİAT ÇOK ÖNEMLİ
Gece yemekten sonra bu kadar yakın dost olmamıza rağmen hiç bir zaman lafı bile edilmeyen Ahu'mun muhteşem evine geçtik. Ev demek fazla mütevazı olur. Artık villa yapımına müsaade edilmeyen şehrin özel bölümlerinden biri olan minik ormanın içinde muhteşem bir malikane. Şehrin havasının temiz kalması için hiç bir koruya, hatta ormana dokunamıyorlarmış. Tabiata o kadar önem veriyorlar ki yolun iki tarafı ormanlık. Kesinlikle caddeler genişletilemiyor. Ancak daha önce bahsettiğim yeraltı geçitleri ile şehir trafiği birleşiyor.
Sabah gün ancak 9'da aydınlanıyor. Tam kahvaltı saatimiz. Havuza karşı her zamanki gibi sıkı bir kahvaltı. Öğleden sonra saat 5'e kadar gördün gördün görmedin resimlerinden görürsün diye güle eğlene arabamı tahsis etti canım arkadaşım.
İlk durağım çok yakın olan, tarih derslerinden, Abba'nın meşhur Eurovision yarışması birincisi, Mamma Mia'nin finali, Napoleon'un büyük hezimeti Waterloo... Meşhur savaşın yapıldığı alan öncesi semte adını vermiş Waterloo... En yükseği 3 katlı evler ve mağazalardan oluşan sakin pırıl pırıl ve değişik bir semt. Amerikalılar'ın çoğunlukla yerleştiği şehrin bu bölümünde her terz restorana rastlamak mümkün. Uzak doğu terzları da yıkılıyor. Bir gün sonra Ala ile geldiğimiz at giysilerinin satıldığı dükkandan zaten buranın epey kalite taşıyan bir semt olduğunu anlıyorsunuz.
Wateloo savaşı 1815'te 3 ile 5 km'lik bir alan içerisinde olmuş. Avrupa devletlerine büyük bir tehlike arz eden Fransız kahramanı Napoleon'un 1814'te kapatıldığı Elbe adasından kaçması ve dev bir ordu ile tüm bu devletlere karşı gelmesi ile başlayan savaşın son noktası burası olmuş. İngiltere, Hollanda, Belçika, İspanya meşhur kumandan Wellington öncülüğünde, Waterloo'da yağmuru ve akın edeceği saati hesaplamakta yanlış bir strateji uyguladığından hezimete uğruyor, 10.000 atlı başta olmak üzere 130.000 askerin şehit olduğu bu büyük savaşı yerinde tüm açıklığıyla yaşamak çok ilginçti. Bu şehitlerin anısına inşa edilen Aslan'ın yanına çıkmak için epey bir idman yapmanız gerekiyor. Vardığınızda savaşı yöneten biri gibi olduğunuzu hissedince değiyor bu zahmete diyorsunuz. Etraftaki eski hanlar aynen bırakılmış, özel menülu restoran, kafe olarak bu günlerde faaliyet veriyorlar.
ESKİ VE MODERN
Kralın yaşadığı sarayı görmeye şehrin içine geçtik. Yine ağaçlar, yine tabiat... Caddeler içinizi rahatlatan bir hüzün vardır ya, öyle. 3 katlı eski, hakiki eski evler. Bu binaların altlarında modern mağazalar, şarküterilerden, kafeler ve her sokakta mutlaka eczaneler. Eskilerine çok önem veriyorlar. O kadar ki, bir vatandaş bir bina satın almış. dış cephesi ile oynayıncaya kadar kimse karışmamış. Ama görüntüsünü bozduğu an, devlet el koymuş hemen olaya. Aynen eski haline getirtilmiş ve iyi bir ceza verilmiş. Yeni inşa edilen modern işyerleri binaları bile devlet kontrolünde, kaç kat olacağı, nereye kadar uzanacağım, araba parkı vs. Bu arada Türk empresyonistlerinin Royal Müzesi'nde sergisi olduğunu öğrendim. Bizden kaçar mi? O da gündeme alındı. İyi ki de alınmış. Gözlerim yaşardı. Herkes hayranlıkla izliyordu eserleri, methede methede, öyle bir gururlandım ki...
KRALİYET KATEDRALİ
Hemen yolumuzun üstünde sadece kraliyet ailesinin cenaze, düğün ve Bayram etkinliklerinin yapıldığı bir yapıdan geçtik. "Abi, kralın kızı ile evlenirsen işte buraya onu istemeye geleceksin." deyince bizim kibar kilavuzumuza, "kızı değil de hani ablası demek istiyorsun" dedim.
Saat 17.00 randevusuna sarıktan da öte Ahu'mla buluşacağım, tabii ki birkaç dakika erken gelmenin zevkine varıyordum ki asıl arkadaşım gelmiş yandaki dükkandaymış bile randevulastigimiz kafenin. Yer, Şablon (En sık semtlerden biri), kafe Au Vieux Saint Martin (En bilinen uğrak kafesi. Armani'nin yanıbaşında çok sık bir kafe, kahvesi yıkılıyor, size buradan yazıyorum. Akşam yemeğini ve seyahatin sebebi Bruges yarın....
YARIN: BRUGES
