"Her geçen sene İstanbul daha da geriliyor, bozuluyor. Oysa İzmir çok daha medeni.. İnsanlarıyla, duruşuyla, tercihleriyle, dünyayla entegre oluşuyla, çağdaşlığıyla çok farklı"
GÜLENGÜL USLU
İzmir'in yetiştirdiği değerli iş kadınlarından biri olan Yeşim Mançe; bu yaz Marina'ya güzel bir sanat galerisi kazandırdı.
Yeşim Mançe'yi tanıyabilir miyiz?
İş yaşantıma, 1985 yılında İzmir Beymen Mağazasında "Bayan Katı Müdüresi" olarak başladım. 90 yılında İzmir Derishow'un kurucusu ve yöneticisi oldum. 9,5 seneden sonra 'Mimarca'nın kurulması için Fatoş Ahunbay'dan gelen hoş bir teklifle İstanbul'a gittim. 98'de Akmerkez'deki mağazaya koordinatör olarak atandım. Hem Mimarca'nın hem Derishow'un mağazalar koordinatörüydüm. Daha sonra 2001 yılında tekrar ilk göz ağrım olan Beymen'den ciddi bir teklif geldi. Suadiye'de yeni açılacak olan Beymen'e beni transfer ettiler. Evim 4. Levent'teydi.. Her gün onca yolu gidip geliyordum. Çok yorucu bir yıldı.. Bir sene boyunca hiç tatil yapmadan çalıştıktan sonra istifamı verdim ve Alaçatı'ya taşınmaya karar verdim. Yıl 2003.
Neden Alaçatı?
Ben gerçek bir Çeşme aşığıyım. Başka bir yere gitmek aklımdan bile geçmez. Ancak geldikten bir süre sonra İstanbul'a geri dönmem yeniden gündeme geldi.. Profesyonel iş hayatımda İstanbul'da öyle bir noktaya gelmiştim ki teklifler yakamı bırakmamaya başladı. O sürede ilk defa dört ay çalışmadım ve dinlendim.. Kendime geldim. Gelen cazip tekliflerle kanım yine bitlenmeye başladı.. Uluslararası bir firma telefonumu bulmuş ve adını söylemedikleri bir mücevher firması için Key Accaunt Menager yani 'Kilit Müşteri İlişki Yöneticisi' olarak çok ciddi bir teklifte bulundular..
ŞAŞIRTAN TEKLİF Daha önce mücevher sektöründe çalışmamıştınız değil mi?
Evet. Benim için çok şaşırtıcı bir teklifti çünkü o güne kadar hep tekstil işindeydim mücevher hiç bilmediğim bir konuydu. Üç ay içersinde on üç defa görüştük.. Beni ikna ettiler.. Sonunda ben de kabul edince firma ismi açıklandı. Firma; Gilan'dı.. Ve ben Muharrem Geylan'la görüştükten sonra Gilan'da göreve başladım. 1,5 sene sonra Adler'den bir teklif geldi.. Adler, Türkiye'ye tekrar geri dönüyordu.. Leyla ve Franklin Adler; Türkiye ilişkilerini yönetmek için böyle bir transfer gerçekleştirdiler. Orada da 3,5 sene çalıştım. Sonrasında Adler; mevcut kriz ortamından etkilenerek Türkiye pazarından çekilerek tekrar İsviçre'ye geri dönme kararı aldı. Bu arada da yeni açılmış olan ''Cartier Butik''ten 'High Jewelry Manager'lığı için bir teklif geldi..Cartier'de ki görevimden iki sene sonra; artık kendi işimi kurmak arzusuyla ayrıldım.. Ve halihazırda Cartier'de VİP müşterilerin satış ilişkilerini yönetmek adına danışmanlık hizmeti veriyorum. Ondan sonra benim tekrara yarım bıraktığım Çeşme macerama geri döndüm...
Çeşme'ye yerleştiniz..
Çeşme'ye ilk geldiğimde Cartier ile ilişkilerimi dondurdum çünkü benim kendi şirketimi kurmak adına zamana ihtiyacım vardı.. Bu arada aileden gelen ve çok hoşumuza giden şarap kültürüne büyük bir ilgim vardı... Önce bağcılık yapmak istedim fakat çok zor ve meşakkatli bir iş.. Dolayısıyla biraz daha kolayına kaçayım dedim.. ''Nasıl olsa bu kadar iyi üretici var.. Onların da satıcıya ihtiyacı var'' diye düşündüm. Ve kendim Wine Way'i kurdum. Burası aslında bir tadım ve satış merkezi. İzmir'den 19 butik şarap üreticisi ile çalışıyorum. 30 liradan başlayıp üst sınırlara kadar yükselen bir şarap kavımız var.
SANAT SOHBETLERİ Bu yaz Çeşme Marina'da bir sanat galerisi de açtınız. Nasıl geçti?
Evet bu yazda, Wine Way'in karşısındaki sanat galerisini 'Wine and Art' şeklinde bir art galeri konseptiyle açtım. Resim, heykel, takı, seramik sergileri açıldı ve açılmaya devam ediyor. İnsanlar bu ortamda sanatla iç içe olmanın mutluluğu içinde, şaraplarını da keyifle yudumluyorlar. Tasarımcıların gerçekleştirdiği çalışmalar sürekli satılıyor. İnsanların rahatlıkla girip çıkacağı ve çaylarını, kahvelerini, şaraplarını içeceği, sanat sohbetlerinin ve kurslarının olduğu yaşayan bir mekan yaratmak istedim.. Bu güzelliği başarmanın keyfini sürüyorum açıkçası. İzmirlilerin ilgisi çok yoğundu. Kışın da burada farklı aktiviteler yapacağım. Sinema geceleri olacak. Yaşam Koçu Meltem Onay'ın hayatı keyifli yaşamak adına verdiği konferansları devam edecek. Pazar günleri brunch'la beraber bu sohbet toplantıları ve şarap tadımları sürecek. Çünkü, Çeşme'yi sezonu 2,5 aydır deyip bırakmamak lazım. Çeşme Marina kışında açık olacak..Önümüzde bayramlar ve yılbaşı var. Çeşme alışkanlığının çok değiştiğini görüyorum.
TERMAL TURİZM İstanbul'dan sonra Çeşme'de yaşamak ve orada iş yapmak size zor gelmedi mi? Kışın maalesef Çeşme'yi yaşatamıyoruz çünkü..
Ben o kadar karamsar değilim. Marina ilk kışını yaşadı. Kışın yerel işletmeler dışında diğer işletmeler yaklaşık Eylül gibi kilidi vurup gidiyor.. Ta ki öbür Mayıs ayına kadar.. Şimdi bütün bunların hepsi bir alışkanlık. Hatırlarım, çocukluğumda yaklaşık iki saat süren bir toprak yoldan Çeşme'ye giderdik.. Plajda ne bir şemsiye, ne bir şezlong vardı. Bir tek Turban Oteli vardı. Balin Oteli'nden sonrası dağ başıydı ileriye gitmeye korkardık. Şimdi, Ilıca'sı, Alaçatı'sı, Şantiye'si ve Çiftlik Köy'ü ile gerçekten çok büyük bir yarımada Çeşme.. Okullar kapanınca gittiğimiz ve yine okullar açılınca taşındığımız Çeşme'den çok farklı bir Çeşme oluştu.. Ve Türkiye hatta dünya turizminde ciddi bir yer alıyor. Ben bu anlamda Çeşme Marina'nın da çok ciddi katkısı olduğuna inanıyorum. İstanbul ve İzmir'den pek çok kişi kışın Çeşme'de yaşar oldu.. En azından hafta sonları kullanmak üzere hepimizin evleri tadilat gördü, kaloriferler takıldı.. Yıllardır zaten pazarları Dalyan'a balık yemeye gitme alışkanlığı vardı.. Bunları alt alta koyduğunuz zaman evet bugünden yarına belki değil ama süre içersinde Çeşme'nin çok farklı bir noktaya geleceğine inanıyorum. Bir defa sörf turizmi var Çeşme'de.. Yurt dışından gelen pek çok sörfçünün sunduğu renk cümbüşünü yazın kadar olmasa da kışında görebiliyorsunuz.. İstikbal vadeden bir renk cümbüşü görüyorsunuz.. Kaldıki orada termal sular var.. Termal turizmin de bunları destekleyeceğini düşünüyorum.
İnsanların butik şarapları satın almalarını hedefledim
14 yıl boyunca İzmir'den uzak yaşadınız. Döndüğünüzde karşınızda nasıl bir İzmir duruyordu?
Aslında ben İzmir'den hiçbir zaman tamamen kopmadım. Sonuçta ailem burada, dostlarım burada.. Ama ben fanatik İzmirli olup, İzmir'i çok özlediğim için İzmir'in gelişmesini çok doğru görüyorum. En azından bozulmamış olmaması çok büyük bir artı puan.. Ben İstanbul'a gittiğim zaman ne insan kalitesinde, ne kozmopolitliğinde bu kadar bir yozlaşmışlık yoktu. Her geçen sene İstanbul daha da geriliyor, bozuluyor. Oysa İzmir çok daha medeni.. İnsanlarıyla, duruşuyla, tercihleriyle, dünyayla entegre oluşuyla, çağdaşlığıyla çok farklı..
Başka bir firmayı temsil etmek mi yoksa kendi işinizi yönetmek mi daha zor desem?
Ben çok uzun zamandır biraz da etrafın da yönlendirmeleriyle kendi işimi kurmaya çok endeksliydim. İkisinin de artıları ve eksileri var diyebilirim. Aslında benim şu an kurduğum firmamın konusu ''Luxury Brend Marketing''.. Burada olay tamamen oluşturduğunuz müşteri portföyü ile ilgili. O müşteri zaten mücevher de alıyor, teknede alıyor, kıyafet de arabada alıyor.. Dolayısıyla kaliteli şarap da, şampanya da alıyor. 'Wine Way' aslında 'Take away' bir yer.. Yani siz gelip şarabınızı ve onlarla eşlettireceğiniz değişik peynirleri alıp orada da yiyebilirsiniz veya satın alıp gidebilirsiniz. Ama Marina'nın lokasyonunda böyle bir konsept olmadığı için herkes mekanımızı sadece orada oturulup içilen bir şarap butiği zannediyor. Aslında hedefim bu değil. İnsanların buradan gelip güzelim butik şaraplarımızı satın almalarını isterim.
