Özkan BİNOL
Pervin Ünalp, önce "Ferhunde Hanımlar"daki "Muazzez" sonra da "Bizim Evin Halleri"ndeki Füsun olarak girdi hayatımıza. Türkiye onu çok sevdi. Çünkü çok doğal ve samimiydi. Tıpkı oynadığı karakterler gibi. Pervin Ünalp tiyatrodan sonra yazarlıkta da yeteneğini kanıtladı. Geçtiğimiz günlerde "Ve Sustu Melek" romanı kitapçı raflarındaki yerini aldı.
- "Ferhunde Hanımlar" dizisi hayatınızı nasıl değiştirdi?
Beni Türkiye'ye tanıttı diyebilirim. Orada Muazzez karakterini canlandırdım. Çok uzun değil, altı- on arası bölümde oynadım ama unutulmadı. Dizideki karakterlerin hepsi çok akılda kalan tipler oldu, çok severek oynadık. Ferhunde'de bir dönem yazarlık da yaptım ben. Çok keyifli bir dönemdi.
GÜNDELİK YAŞAM - Sonra da "Bizim Evin Halleri"nde oynadınız ve Ankara ekibi olarak adeta İstanbul'a kafa tuttunuz.
Ankara'da çok samimi yapılan işler çekildi. TRT bir okul gibiydi. O yüzden Ankara Devlet Tiyatrosu ya da özel tiyatro sanatçıları alışıktır o samimiyete. "Bizim Evin Halleri", "Ferhunde" den sonra başladı ve aynı sıcaklıkta devam etti. Gündelik yaşamı anlatan, samimi dizilerdi.
- Bu efsane dizilerin oyuncuları kimlerdi?
Ferhunde Hanım'dan Melek Baykal vardı. Güven Hokna, Tamer Karadağlı, Hatice Aslan. Beyhan Abla Ankara'da kalmayı tercih etti ve biz Bizim Evin Halleri'ne birlikte girdik. Orada da Beyhan Saran, Meral Niron, Hülya Gülşen, Mehmet Atay, Nusret Çetiner oynuyordu. Ana cast bayağı büyüktü. Leyla Okay ve Ankara Devlet Tiyatrosu'ndaki çoğu arkadaşımızla beraber çalıştık. Bölümlere gelip misafir oldular ve çok keyifli çalışmalar yapıldı. Çünkü Ankara'da şöyle bir şey var: İnsanları çok eskiden tanıyorsunuz ve sonrasında da beraber olacağınızı biliyorsunuz. İstanbul ile farkı bu. Biz de ayrı gayrı yok. İstanbul'da bir daha karşılaşmayabilirsiniz. İstanbul'a da geldim, dizi çektim ama kopmadım arkadaşlarımdan. Bu nedenle Ankara bu tip işlerde daha istikrarlı, daha ikna edici gidiyor.
- Sonrasında İstanbul'a mı geldiniz?
Yok Ankara'dayım ve Devlet Tiyatroları'ndaki oyunculuk görevime devam ediyorum. Dizi oldukça İstanbul'a geliyorum. Bizim Evin Halleri'nden sonra Gülpare'de oynadım. Yer Gök Aşk'ta Avşar Film ile çalıştık. Hakikaten çok keyifli, oyuncuya çok değer veren, güzel bir şirket. Ürgüp'te çekildi ve halkın ilgisi çok güzeldi. Sokak çekiminde ise halkın yüzde sekseni, doksanı kameraya bakmıyordu, inanılmazdı.
- İstanbul'daki sanat camiasında dost var mı dost?
İstanbul'la Ankara'nın şu farkı var: İstanbul'dakiler şöhret, Ankara'dakiler tanınmış. Biz sadece tanınmışız. Hatta tiyatrodan tanıyorlar, bu inanılmaz keyifli bir şey. Ben bir yerde alışveriş yaparken, arkam dönükken, bir dakika ben bu sesi tanıyorum deyip bana seslenen insanlar oluyor. Siz o oyunda değil miydiniz diyorlar. Bizim Ankara seyircisi de çok vefalıdır, diziden de tanısa gelip sohbet eder. Biz şöhret değiliz, tanınan yüzleriz. Yani evin kızları, yengeler, evin ablaları durumundayız.
- En çok kimlerle çalışmak istersiniz?
Ben bir kere iç huzuru olan bir ekip tercih ederim. İç huzuru olan ekip üreten, yüzü gülen ve bu gülücüğü ekrandan aktaran ekip oluyor. Düşünmedim o proje, bu proje diye. Çünkü ben liseye kadar çok hırslıydım, sonra onu törpülemeye başladım. Ama fazla törpülemişim, neredeyse hiç hırs kalmadı. Bir isim vermem gerekirse, lütfen diğerleri yanlış anlamasın Çağan Irmak diyebilirim. Oyuncuyu çok güzel yönlendiriyor, çok zeki. Yerli dizilerde ben de dahil çok ağlatıldık. Her bölümde ağlamaktan inanın akşam başımız tutardı. Düşünün her gün ağlıyorsunuz, artık öyle istemiyorum.
ANKARA BİR OKUL - Ekrandaki favorileriniz hangileri?
İşler Güçler'e denk geldim, çok keyiflendim. Leyla ile Mecnun gibi karakterize olmayan komedileri seviyorum. Karikatürize olmayan anlamında söylüyorum bunu, karakterleri deforme ederek değil zeka ürünü yapılan anlamında söylüyorum. Bazı komediler var reytingde bir numaralar ama karikatür tipler, yaşamayan, dili bozan, zarar veren tipler. Çocuklar doğruyu o sanıyor. Kendi adıma tasvip etmediğim şey; bir yerde kırarsın, diyalekt yaparsın ama çok komik olayım diye dille uğraşılmasını da sevmiyorum. Zeka ürünü komedileri seviyorum. Yabancı dizileri seyrediyorum, polisiyeye bayılıyorum. Behzat Ç.'miz çok güzel bir şey yakaladı. İşlenmemiş konu yok yeryüzünde. O da samimiyetinden, sıcaklıktan, doğallıktan çok güzel bir çizgi yakaladı. Can arkadaşım Erdal inanılmaz güzel oynuyor. Diğer arkadaşların hepsini kutluyorum. Bir şeyi fark ettirdiler: Yolları denize çıkmasa da Ankara'da da iş yapılıyor ve güzel yapılıyor ve fenomen oluyor.
- Tiyatroda nedir Ankara'nın farkı?
Mesela bugün İstanbul'da çok güzel dizilerde izlediğimiz, çok büyük ustalar Ankara'dan gelir. Hatta bunu yapım şirketleri, yönetmenler bilir. Ankara bir okuldur. Dil Tarih bölümünde okurken de oyunları seyreder, inanılmaz içim giderek bakardım. Bir gün o sahnede olacak mıyım, ben böyle oynayabilir miyim derdim. Hayran olduğum oyuncuların çok ustaca nüanslarını izlerdim. Mesela Macide Tanır'ı, Hepşen Akar'ı izlerdim. Işık Yenersu, Çetin Tekindor, Ergün Uçucu, Alpay Abi, Ejder Akışık gibi ustaları gördüm. Ben çok şanslıymışım, o kadar güzel hocalardan ders alıp, o kadar güzel hoca vasıflı insanlarla bir arada olmuşum ki, her birinden bir cümle kapsam çoğu insandan çok daha zengin durumda oluyorum, bunu fark ediyorum. ZEKA ÜRÜNÜ ESPRİLER - Bu kadar yıldır, en severek hangi oyunda oynadınız?
Komşu Köyün Delisi. Ergün Uçucu yönetti. Tekst mükemmel değildi, radyo tiyatrosu bile değildi. Ergün Uçucu özellikle çok uğraştı, ben de çok uğraştım. Yönetmen yardımcılarından biriydim. 16 kişilik bir kadro toparlamaya çalışıyorsunuz ama sonra öyle bir komediye dönüyor ki 5 sene oynuyor. Ortalık yıkıldı, 18 kere izleyen vardı. Turneler yapıldı. Samimiyet, zeka ürünü espriler, seyircinin gözünün içine baka baka oynayabilmenin ve bunun tadını almanın şahikasını yaşadık. Ben sahnede gülmem, birinin dili sürçer gülmem, hatta derim ki bana bak ben seni toparlarım, disiplinliyim. Gülmemesi gerekiyorsa gözümü bir belertirim toparlan diye... Yoksa kızmak falan haddime düşmez. Fakat Komşu Köyün Delisi'nde inanın sahneden, gülmekten emekleyerek çıktık. 17 yıldır gülmemiştim. En son artık yürüyecek halimiz kalmadı. Seyirci sandalyeden düştü, bunları gördük, fenomen oldu.
- Hangi tiyatrocuları seviyorsunuz?
Herkes kendine göre doğruyu ve inandığı şeyi yapıyordur. Sahnede kimse kimseye zorla bir şeyi yaptıramaz. Bir şekilde kendi istediğine çeker oyuncu onu. Samimi ve doğal oynama çabası altında ciddiyetsiz oyuncu sevmiyorum. Çok ince bir çizgi o. Bakın dizilerde de bu var. Samimi oynuyorum sanıyor; ses iniyor, tavır iniyor, böyle bir boş vermiş oyuncu gibi... Hep aynı ton, bir bıkkın oyuncu tarzı. Bunu doğallık sanıyorlar, böyle bir şey yok.
- Oyuncu olan mankenleri başarılı buluyor musunuz?
Kendilerini geliştirenler var. Onlar biraz para kazanayım diye dizi sektörüne giriyorlar ama bir bakıyorlar ki o parlak aynanın arkası siyah bir cam. O zaman bunun eziyetini çekmeye başlıyorlar. Karşısına devlet tiyatrosundan, özel tiyatrodan ya da içgüdüsel, hayvani bir oyuncu çıkıyor. O an anlıyorsa ben gene işime döneyim diyor ya da ben eksiğim, bir oyuncu koçu tutayım, gidebildiği yere kadar gider diyor. Ben asıl oyunculuk arenasının tiyatro olduğunu savunuyorum. İnanın beni kurguda bir balerin gibi gösterebilirler. Kurgu sihirli bir şey. Örneğin Macide Tanır dublaj yapıyor, o zaman oyuncuyum sanıyor. Bazı büyük oyuncular ne zaman battı? Sesli çekim başladığında.
- Dizilerimiz tüm dünyada rüzgar estiriyor. Gençler de bu rüzgardan faydalanmaya çalışıyor. Ne öneriyorsunuz gençlere?
Akıllı olsunlar. Bizim zamanımızda iki proje oluyorsa, başka seçeneğin yoktu. Ben bunda oynayayım, oynamayayım dediğinde, öğreneceğim şeyleri kaybettim mi diye bakıyorduk. Projelerde her şey şöhret olmak demek değil. Okul gibi görürlerse zaten sürekli bir ün, tanınmışlık ve para getirecek. Okan Bayülgen der ki; ben sanatçıyım, örnek olmak zorunda değilim ama çok da parmağı göze sokmamak lazım. Özel hayatıyla, söyledikleriyle kendisini geliştiremezse zaten ortaya çıkmasın, rezil olur.
TÖRE İNSANLARI - Perde hep açılmalı mı? Biliyorsunuz, Haluk Bilginer ve Yıldız Kenter ters düştüler bir dönem. Siz ne düşünüyorsunuz?
Ben Haluk Bey'in her söylediğini onaylayan biri değilim. Hatta devlet tiyatrosunu hiç tanımadığını, konservatuar mezunu olmasına rağmen kurumun işleyişinde atladığı noktalar olduğunu bilmeme rağmen ona katılıyorum. Bir insan babasını kaybettiyse sahneye çıkmamalı. İnsan haklarına aykırı bir durum. O akşam çok zor yerden seyirci gelmiştir vs ama bu her akşam olmuyor be kardeşim. Annem kanserken ben oyun oynadım, genel provalara gittim; kaybetmeme üç kala. Bir türlü affedemiyorum kendimi. Rapor almıyorsunuz, alamıyorsunuz, kim hatırlıyor. Oysa O'nunla daha çok zaman geçirebilirdik; elini tutardım, bir kere daha öperdim, koklardım. Dönüşü olmayan değerler için seyirci affeder, affetmeli.
- Bir de yazarlık serüveniniz var. Geçenlerde yeni bir kitabınız çıktı: Ve Sustu Melek. Ne anlatıyorsunuz bu kitapta?
Töre insanlarını anlatıyorum, töreyi anlatmıyorum. Turgut Özakman'dan oyun yazarlığı dersi aldım 4 sene boyunca. Hep şunu söyledi: Kızla oğlan mücadele eder, ağlaşır, engeller sonra kavuşur. Sonra ne olur? Orada film biter ama asıl film sonrasında başlar. Ben de o sonrasında başlayan filmi irdelemeye çalıştım. Töre insanları, törenin kurallarını uygulamaya çalışanlar, uygulamayanlar ne yaşıyorlarsa, görünen ve görünmeyen yüzü olabilir. Ben kasaba çocuğuyum, töreyle mi büyüdüm, hayır. Ama kasaba geleneklerini de bilen ve bundan keyif alan biri olarak; kadının, erkeğin, çocuğun biraz daha değerli olmasını istediğim için böyle bir roman yazdım.
İzmir'in sıcak insanlarının yaratıcı gücü var İki evlat sahibisiniz, onlarla aranız nasıl ?
En yakın dostlarım kızım Eylül, oğlum Şan diyebilirim. 20 ve 21 yaşlarındalar. En yakın dostlarım onlar. Onlarla tartışırım, ağlaşırız, dertleşiriz, her şeyi yoğun yaşayabiliriz. Kızımın bana yazdığı notu, yola çıkmadan önce valizimde bulabilirim. Oğlum telefon açar, canım sıkkın dediğimde beni üç saat dinleyebilir ya da yanıma gelir. Bir büyük gibi beni dinler. Ben oğlak burcuyum, sıkıntılarımı fazla anlatmam. Çok dertlenmem, ağlamam, kafam dik duracak, öyle bir yapım var. Nihilist insanları da pek sevmiyorum ve artık hayatıma da almıyorum. Enerjimi çalıyorlar. Gerçekçi demiyorum, nihilist diyorum. Hayatın gerçeklerinde acı da var ve onu da kabul ediyorum. En yakın dostlarımdan birçoğunu İstanbul çaldı. Eksik sayarsam diye isim söylemek istemiyorum. Yoksa tabi ki onlar kendilerini biliyorlar. Çok keyifli ve çocukluktan gelen dostluklarım var. Gece üçte arasam, bana yardım et desem, nerelerden geleceklerini bildiğim dostlarım var; çok seviyorum onları.
- Ya Egeliler'le?
İzmir Dokuz Eylül'den mezun çok güzel tiyatrocu dostlarım var Ankara'da. Çok eğlenceli, çok yeteneklilerdir. İzmir'in sıcak insanlarının yaratıcı güçlerine hep inanırım. Çünkü kısıtlamayla olmaz, engin denize bakıp kendinizi kısıtlayamazsınız. O güzel özgürlüklerini asla kötü anlamda değil, ufkun açık olması anlamındaki o düşüncelerini seviyorum. İzmir çok güzel bir şehir. Benim kardeşim İzmir'de doktor, bizim ailenin bir parçası orada. İnsanımız çok güzel. İnsanı okumayı bildikten sonra biraz gülümsemek inanın bütün kapıları açıyor.
