"İçimizdeki hikayeciye güvenmek gerekiyor"

ÜMİT ÜNAL: İnsanlığın anlaşabilmek için hep yaptığı bir şey bir hikaye anlatmak ama bunu sinemaya dökerken kendi hikaye anlatma yeteneklerini bir kenara bırakıp daha teknik bir şey yapmaya çalışıyorlar. Halbuki normal hikayeyi nasıl anlatıyorsak öyle anlatılmalı... Kendi içimizdeki hikayeciye güvenmek gerekiyor

BURCU ILGIN
13. İzmir Kısa Film Festivali'ne jüri üyesi olarak gelen yönetmen ve senarist Ümit Ünal, "İzmir için çok iyi bir şey yapıyorlar. Bu festivalin 13 yıldır devam etmesi, onun gücünü ve kalıcı olduğunu gösterir. Ülkemizde uluslararası kısa film festivali çok az var. Film seçkileri de organizasyon da çok güzel" dedi. Ünal, festival ve sinama hakkındaki görüşlerini Yeni Asır Gazetesi ile paylaştı...
- İzmir Kısa Film Festivali 9 Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencileri tarafından başlatıldı. Siz de 9 Eylül mezunusunuz. Kendi öğrenciliğinizde de kısa filmler yaptınız ve ödüller aldınız... Kendinizi yarışmacıların yerine koyuyor musunuz?
Evet ben de kısa filmler yaptım. Filmi yarışmaya yollayıp onun sonuçlarını beklemenin heyecanını çok iyi bilirim. Bizim zamanımızda iki tane yarışma vardı. Bir İFSAK vardı, bir de Ankara'da bir yarışma açılmıştı. Bizim için onlar çok büyük heyecanlardı. Şimdi sanırım 70-80 tane yarışma var. Artık bir kısa film yaparsanız bunu yarışmalarda dolandırarak birçok bir gösterim şansı elde edebilirsiniz. Hatta para kazanma ihtimaliniz bile var. İlginç bir yere doğru gidiyor.
- Kısa filmler çok az insana ulaşabiliyor ama...
Evet ticari gösterime girmediği için çok az insana ulaşıyor. Eskiden TRT'de Genç Sinemacılar diye bir program vardı. Artık sürmüyor herhalde... Sadece kısa filmcilerin işlerini tanıtmaya yönelik çok hoş bir programdı. O tür bir şey televizyonda yapılsa bence çok ilginç olabilir. Sinemaları zorlamak zor. Her filmden önce bir kısa film göstermek üzerine bir yasa düşünülüyordu ama o yapılamadı. Televizyonda öyle bir şey yapılsa çok güzel olabilir.
- Senarist olarak ilk uzun metrajlı filminiz 'Teyzem'... Fakat çok ses getirdi. O yaşta böyle bir film yapmış olmak sonraki işlerinizi etkiledi mi?
'Teyzem'in gücü, çok gerçek olmasından kaynaklanıyor. O benim kendi hayatımdan bir öykü. Teyzem gerçekten o filmdeki gibi yaşadı ve öldü. Bu, sakın hayatını yazmış gibi anlaşılmasın çünkü oradaki olayların hepsi hayal ürünü ve uydurma. Gerçekle bağlantısı gerçek bir acı olmasından kaynaklanıyor. Teyzem öldükten sonra onun ölümünden çok etkilendim ve onun için oturup bir şey yazdım. Bu işin en ilginç tarafı da içinde senaryonun içinde hiç numara olmamasıydı. İnsan sinemanın kurallarını öğrendikçe seyirciye bazı numaralar yapmaya başlayabiliyor fakat o gerçekten çok doğal ve samimi bir senaryoydu. İçimdeki o samimiyet seyirciye geçti.
- Sizin sinemadaki çizginizi de belirledi sanırım çünkü siz sonra yine kadın karakterler oluşturma konusunda çalıştınız.
Evet bunu başlatan şey oldu. Bir şey de Teyzem'i yazdıktan sonra profesyonel senarist oldum ve yönetmenler için farklı senaryolar yazdım. Ama Amerikalı'yı, Arkadaşım Şeytan'ı kimse Teyzem kadar kimse hatırlamıyor. Özellikle belli bir kuşaktaki insanları duygusal olarak etkilemiş bir film Teyzem. Ben yönetmen olmaya çalıştığımda da "Neden diğer filmler kalıcı olmadı da Teyzem oldu?" diye sorduğumda cevabın oradaki samimiyet duygusunun ve seyirciye numara yapmadan, sanki bir arkadaşınla bir acı paylaşıyormuş gibi anlatılmasının olduğuna inandım. Mesela 9'u Teyzem'in bir devamı gibi düşündüm. Konu olarak hiç alakası yok ama 9'da da neredeyse seyirciyi unutarak samimi kendimden bir acı paylaşmaya çalıştım.
- Sinemadaki kurallar o kadar da gerkli değil mi o zaman?
Sinemanın tabii ki kuralları var. Teknik kuralları var. En başta onlara uymak zorundasınız başka türlü yapamıyorsunuz filmi. Ama bu daha çok filmin çabuk kabul edilebilmesi ve satılması için gerekli. Bazı işler tüm kuralların dışında olabilir ama aynı zamanda çok daha kalıcı olabilir..
- Bunlar istisna mı?
Daha çok istisna ama mesela Hollywood'da film yapmak istiyorsanız. Antik Yunan'dan beri gelen bir takım dramatik kurallar var onlara uymak zorundasınız. Sonuçta onlar daha kolay izlenebilen bir takım işler yapabilmek için koyulmuş kurallar. Hiçbir garantisi de yok. Bizim işimizin güzel tarafı kural olmaması.
- Nasıl bir hayal dünyanız var?
Hayal dünyam herkes kadar var. Sanatçıların biraz cesareti daha fazla diyebiliriz. Herkesin hayalleri olabilir ama onu dile dökmeyi bilemeyebilir. Dile dökseler bile diğer insanlarla paylaşmaktan korkuyor olabilirler. Sanatçıların bir özelliği de bence bir şekilde gözü karartıp hayalerini diğer insanlarla paylaşabilmeleri bence.
- Hep merak ederim yaratıcı süreci...
Bir takım yerlerde sinema ve senaryo dersleri verdim. Hep derse aslında herkes birer hikayeci olduğunu söylemekle başlarım. Aslında herkesin hayatında bir takım hikayeler var eve gittiğimizde şunu gördüm bunu gördüm diye herkes başkalarına anlatır bir takım şeyleri... İnsanlığın anlaşabilmek için hep yaptığı bir şey bir hikaye anlatmek ama bunu sinemaya döktüğün zaman kendi hikaye anlatma yeteneklerini bir kenara bırakıp daha teknik bir şey olacak sanıyorlar. Daha önce gördükleri filmlere, okudukları hikayelere özeniyorlar. Halbuki normal hikaye nasıl anlatıyorsak öyle anlatılmalı... Kendi içimizdeki hikayeciye güvenmek gerekiyor.
- Festival filmleri genellikle anlatacağı, söyleyeceği bir şeyler olan filmler. Ama hep elit tabakaya hitap ediyor. Halka ulaşmadığı zaman yapılan işin bir anlamı var mı?
Bu dediğiniz sanatın en eski ikilemi... Sanat toplum için mi sanat için mi? 19. yüzyıla kadar sanat toplum için yapılıyor fakat. 19. yüzyılda izlenimciler bir sergi açıyor ve o nun üzerine bu da sanat mı ikilemi doğuyor. Resimde bunu yapmak belki daha kolay fakat sinemada en küçük bütçeli film bile bir daire parasına mal oluyor. Dolayısıyla ya size miras kalması gerekiyor ya da para yatıracak insanları bir şekilde ikna etmeniz gerekiyor. Bunlar da genellikle seyirciden o parayı inandıkları projelere yatırım yapıyorlar. Bir yapımcıyla çalıştığınızda onun da parayı geri alabilmek için kendine ait bir fikri oluyor. Sana da onu dayatmaya çalışıyor. Özgür bir fikrin varsa onu kendi başına anlatman ve bağımsız olman gerekiyor. o zaman da hep küçük boyutlarda kalıyoruz.
- Halk sinemadan anlamıyor mu? Buna ilgi göstermiyor mu? Neden yapımcılar, farklı yollara başvurmak zorunda kalıyor?
Halkın anlayıp anlamamasından çok pazarlama ile ilgili bir durum. Ne kadar tanıtım yaptığınızla ve kaç salonda gösterime girdiğinizle alakalı. Aslında herhangi bir filmi çok daha iyi pazarlayarak daha fazla insana ulaştırabilirsiniz. Mesela Recep İvedik çok iş yapıyor ama Recep İvedik'in arkasında 8 yıllık bir televizyon geçmişi var. Sanki 8 sene boyunca o filmin fragmanlarını her hafta göstermişsiniz gibi. İnsanlar ne izleyeceğini çok iyi bilerek geliyor. Nar 18 kopya ile çıktı. Daha sonra DVD'si çıkınca korsanlardan takip edenler de oluyor.
- Nar da dişiliği sembolize eder. Kadın karakterler ön planda sizde...
Ben küçüklüğümden beri hiçbir zaman kalsik bir erkek çocuğu olmadım. Öyle futbol filan sevmem. Erkeklerin dünyasından çok kadınların dünyası bana ilginç geldi her zaman. Onları daha iyi anladığımı düşünüyorum. Erkek arkadaşlarımdan çok kadın arkadaşlarımla da daha iyi anlaşırım çoğu zaman. Sanırım bu yüzden. Kadınlarla erkekler arasında o kadar büyük ayrımlar da olduğunu düşünmüyorum açıkçası... Bizim ülkemizde erkekler kadınlar dünyasından ayrı yaşadıkları için belki de kadınlara bir takım roller yüklenir erkekler tarafından. Ana, bacı, eş, ya fahişe ya azize gibi... Ben öyle yaşamadım. Uzak hissetmedim kendimi. Mümkün olduğu kadar herkesi olduğu gibi anlatmaya çalıştım.
- Yazmak mı yönetmek mi?
Yönetmek. Ama aslında ikisini ayırmıyorum. Çünkü bence ikisi ortak iş. Şöyle söyleyeyim kendim için yazmak ve yönetmek. Yazdıklarımı başkasına emanet etmeyi hiç sevmiyorum.
- Var mı yeni bir proje?
Baharda bir proje olacak diye umuyorum. Nar'ın yapımcısıyla konuşuyoruz.

"Hollywood her sinemacının hayali"
- 9 filmiyle Türkiye'nin Oscar adayı oldunuz...

Evet.. O dönemde SESAM'da 9 kişilik bir ekip vardı. Onlar seçiyordu. Şu an nasıl yapılıyor bilmiyorum. Oradaki komite 9'a indiriyor adayları... Bizim katıldığımız sene 5'di ve biz ilk 5'e kalamamıştık.
- Hollywood'da olmak ister miydiniz?
Hollywood sineması bir bütün değil birçok farklı yönetmenin çarpıştığı bir alan. Tek büyük benzerlik çok büyük bütçelerle çok büyük işler yapıyor olmaları.
- Böyle bir hayaliniz var mı?
Kim istemez ki? Her sinemacının vardır. Yok diyen de yalan söylüyordur. Fakat orada nasıl bir duruşla var olabilirsiniz. Sonuçta Hollywood'un da yeniliklere ihtiyacı var. Hollywood'da özgün işler yapabilmek çok zor bunu çok az kişi yapabiliyor. Gerisi o çarkın içinde yok olup gidiyor.
"İzmir'de en çok yürümeyi seviyorum"
- İzmirlisiniz. Özlemiyor musunuz?
Özlüyorum geliyorum da. Ailem burda çünkü...
- İstanbul'da yaşamak zorunda mısınız? Yoksa orada olmayı istiyor musunuz?
Sinema yapmak istiyorsanız İstanbul'dan başka bir yer yok. İstanbul'da olmak zorundasınız. İzmir'de kalarak belki senaryo yazarı olabilirdim ama yönetmenlik zor. Hatta senaryo yazıyor olsanız bile her an toplantılara gitmek durumundasınız. İzmir'i çok özlüyorum. Gelince de seviniyorum.
- İzmir'de en çok ne yapmayı seviyorsunuz?
Yürümeyi... Kordon, Alsancak, Konak'ta yürümek Hisarönü'nü seviyorum...

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.