SELAMİ KALAY
Şimdiki Karantina adasındaki Klazomenai Antik Kenti İÖ. 7. yy'da kurulmuş ve diğer İon kentlerinin en eskisi. Pişmiş topraktan yapılmış lahitleri, siyah figürlü seramikleri ve zeytinyağı ile ünlenmiş. Zenginleşen kent ve çevresi yakın tarihe kadar korsanların ilgisini çekmiş. Bu yüzden sahile yakın köyler daha içerilere çekilmek zorunda kalmışlar. Bu köylerden birisi de Özbek köyü.
İzmir'e 38 km. uzaklıktaki Urla çıkışından sonraki ilk benzin istasyonundan sağa dönüldüğünde, 7 km. sonra yeşillikler içerisindeki köye ulaşılıyor. Tarihi cami, çeşme, hamam ve taş köprüsünün yanında anıt servi ve asırlık çınarlarıyla doğal bir yaşam alanı oluşturuyor. Geniş köy meydanına sıralanmış çınaraltı kahvehaneleri, yöresel ürünler satan güleryüzlü insanları köyün temiz havası ile birlikte hem huzur hem görsel bir şölen sunuyorlar.
İLK YERLEŞİM YUVACA
Köyün tarihi hakkında yazılı belge bulmak zor. 1950 yılında Urla hükümet konağında çıkan yangında bütün belgeler yanmış. Köylülerden, eski yerleşimin sahile daha yakın bir vadide ve isminin de Yuvaca olduğunu öğrendim. Korsan saldırıları ve veba hastalığından dolayı şimdiki Özbek köyüne taşınmış ataları. Orman yolundan ve daha sonra da sert makilik arazide bulabildiğim patikalardan zorlukla ilerleyerek ulaştım Yuvaca'ya. Yol üzerindeki fidanlığın sahibi Özen de eşlik etti bana. Asırlık bir çınar ve çeşmeden başka bir yapı görünmüyor çevrede. Bu arada Özen otların arasındaki eski çeşmeyi ve büyük bir değirmen taşını gösterdi, diğer taşı sık çalılıklardan göremedik. Su değirmeni çalıştırmışlar önceden burada. Bölgedeki üç tane yel değirmeninden, sadece bir tanesinin yıkıntıları kalmış. Köyün üzerindeki tepede, pişmiş topraktan yapılmış ve üst sırası güneş, çiçek ve labirent gibi işlemelerle süslenmiş kare şeklinde Klezomenai dönemi antik mezar bulunduğunu anlatıyor.
Denize bakan yamaçta gördüğümüz yeni kesilmiş büyük çam ağaçları ve ormana dökülmüş çöpler yüreğimizi burkuyor. Sahildeki Akkum bulunduğumuz yerden görünüyor. Özbek köyüne 4 km. uzaklıkta. Balıkçı lokantaları, temiz kumsalı ve denizi ile İzmirlilerin uğrak yeri haline gelmiş.
Yuvaca'dan ayrılıp Özen, Koç'un fidanlığına gidiyoruz. Adeta bir botanik bahçesi görünümündeki fidanlıkta, zeytin ve narenciyenin yanında, kamkat, ağaçta yetişen kavun (pepino), bergamut, sakız ağacı, beyaz ve karadut, yeni dünya, fındık gibi çeşitler de mevcut.
Özbek köyünün tarihi, gelenekleri ve günlük yaşamlarını yakından tanıyabilmek için köylülerle sohbet ediyorum.
Sevim Koç :
1940 doğumluyum. 16 yaşımda gelin geldim buraya. Eşim Kenan Koç, Özbek, benim ailem Karadenizli. Eşimin annesi Özbek, babası Konya'dan gelmiş. Rençberlik, balıkçılık, zeytincilik ve tütüncülük yaptık. Sonra bu fidanlığı kurduk.
Köyümüzde özel bir Özbek kıyafeti görmedim, eskiden beri şalvar giyeriz. Ayağımıza naylon pabuç giyerdik, çarşıya çıkmak için de "temizce" dediğimiz yedek elbiselerimiz vardı. Urla'ya yayan pazara giderdik, bizde "ne gerek" almaya gidiyoruz denir. Çamaşır günlerimizde herkes odununu getirir kazanlarda su ısıtırdık, pınardamı dediğimiz çamaşırhanede küllü suyla yıkardık elbiseleri, tertemiz olurdu, deterjan bilmezdik. Her şey doğaldı, kurutmak için serdiğimiz üzümlere de her gün küllü su serperdik.
Ot çeşitlerimiz de çoktur. Develik (ebegümeci), ısırgan, gelincik, faydalı (şevketibostan), kördem (yabani sarımsak), labada, sıra (arapsaçı), keçi memesi, keklik ayağı, iğnelik, dikenli (hünnap), yaban mersini, dağ çileği.
ÖZBEK DÜĞÜNÜ
Evlenme geleneğimizde evi şart koşarız erkek tarafına. Gelin çıkmadan önce çeyiz gelir. Köydeki tarihi hamamı yakın zamana kadar kullanıyorduk, gelin hamamı yapılırdı. İçine döğülmüş susam konan kare şeklinde şekerli katmer yapıp dağıtırdık hamamda. Bu yörenin meşhur "udçu fahriye"si ud çalardı. Lüle lüle şaçları vardı, omzuna da bir şal atardı, şenlendirirdi düğünleri. Nahide abla da "gelin yüzü yazardı", gelin süsleyicisiydi. Gelinin yüzüne şekerle desen çizip, gelin telleri yapıştırır, koluna da demet halinde gelin teli dolardı. Boynuna tane karanfil dizilir ayrıca beşibirlik ve altınlar takılırdı. Saçları bukle yapılıp aralarına gelin telleri örülür sonra duvak örtülürdü.
Kına gecesinde "Nakil" yapılırdı. Bir tepsiye önce kasnak yapılır ve çiçeklerle süslenir, içine şeker ve lokum dediğimiz küçük kurabiyeler doldurularak gelinin kucağına verilir, yanına da nişanlı kızlar dururdu. Ertesi günü tahtalık dediğimiz çeşmeye, tepsi çalınarak "kına yıkamaya" gidilirdi. Gelin eve girerken damat gelinin başına buğday serper, sonra tabağı yere atarak kırar. Ertesi günü "duvak" yapılır. Yine yüzler yazılır, Udçu Fahriye çalar, bu defa kaynanayı da oynatırlar.
Düğünler yemekli olur. Yöresel yemeklerimiz, masır (ezilmiş nohut, maydanoz, karabiber sarması), kulak çorbası (mantının salçalı çorba şekli), keşkek, akkum yongası, kalburabastı, zeytinyağlı kurabiye.
Süleyman Karacan: 1944 Özbek doğumluyum, zeytincilik yapıyorum. Atalarımız Özbekistan'dan gelmiş, bir kısmı da Yörük. Özbekistan'dan buraya araştırma için geldiklerini biliyorum. Köyümüz sesiz, sakin, doğaldır. Eskiden tütüncülük çoktu, sonradan kota konunca bitti. Balıkçıklık halen var ama yetersiz, ancak günlük harçlıklarını çıkarabiliyor yapanlar. Son zamanlarda bamya biraz gelir getiriyor. Kadın muhtarımız önderlik etti, köy meydanında ürettiğimiz ürünleri satıyoruz. Eski adetlerimizden, 1 Agustos şenliği vardı. İşlerin en yoğun olduğu dönemde yapılan bu bir günlük tatilde kimse çalışmaz, sahile inerdik. Yemekler yenir, denize girilir, bu sayede birbirini görenler sohbetler ederdi. Sadece bizim köyde değil, içmelerden tut sahil boyu, Gülbahçe, Urla hep kutlardı. Şimdi yok bu gelenek. Onun yerine Urla Belediyesi bağ bozumu şenlikleri yapıyor her sene. Köyümüzde pansiyonculuk olsun istiyorum. Kanalizasyon sistemi hazır ama arıtma sistemi kurulamadığı için bağlı değil. Köyden İçmelere giden kestirme yolun asfaltlanmasını istiyoruz. Bir de köyün 500 mt. ilerisine kurulması düşünülen taş ocağını bütün köy halkı olarak kesinlikle istemiyoruz.
Nermin Çırçır- Ayşe Aksoy- Aysun Uslu: (Yöresel ürün satıcıları)
Dört yıldır, köy meydanında kendilerinin ürettikleri ürünleri satan köyün kadınları durumlarından memnun görünüyorlar ancak yağmur ve kış şartları için kapalı satış yerleri yapılmasını istiyorlar. İki kadının, bir tepsi börek satışıyla başladığı bu girişimde bugün yirmiye yakın kadın yer alıyor. Reçel, erişte, tarhana, salça, turşu, zeytin gibi ürünleri evlerinde üretip satıyorlar. El örgüsü patik, şal, lif yapıp koyuyorlar tezgahlarına. Aynı zamanda tarla, bağ, bahçede de çalışıyorlar. Aralık ayında zeytin ve mor sümbül, şubat ortasında da pembe sümbül gelir kaynakları arasında. Evlerinde odun ateşinde yaptıkları kepekli, ekşi mayalı ekmeğin satışının serbet bırakılması da istekleri arasında.
