Lisboa, minha querida!*

(Benim Sevgili Lizbonum)

Lizbon nasıl anlatılmalı ki şehrin ruhu da okuyucuya geçebilsin? Eşsiz tarihi ve coğrafyasıyla mı, insanın aklını alan yemekleri ve şaraplarıyla mı, yoksa baş döndüren müziği ve lisanıyla mı?
BAHAR ÖZTÜRK
Bir seyahat noktası ya da bir turizm objesi olarak yazılmaya başlanırsa, onu diğer Avrupa şehirlerinden farklı kılan 'narin kalbi' eksik kalır diye düşünüyorum. Elbette ne kadar iyi yazılırsa yazılsın, hatta en güçlü yazarın kaleminden dökülsün yine de havası solunmadan, suyu içilmeden, ekmeğinin tadına bakılmadan sadece okuyarak şehrin kalbini hissetmek pek de mümkün değil.
O halde sadece bir Lizbon hayranı olarak sözcükler el verdiği ölçüde şehrin sahip olduklarını anlatmaya çalışacağım.
Lizbon, Portekiz'in başkenti...
Avrupa kıtasının batısındaki en son kara noktası...
Koca bir trenin son vagonu,
Uzun bir şiirin son dizesi
Ve her son dize gibi en çarpıcı olanı...
Lizbon'un Sintra ilçesinde yer alan Roca Burnu'ndan ilerisi Atlantik Okyanusu...
Roca Burnu'na gelindiğinde yeşillikler içinde geniş, ferah, sınırsız, okyanus dışında hiçbir şey görmeyen bir tepe insanı karşılar. Burası Amerika ve Afrika kıtalarına doğru uzanan yolun Avrupa'dan açılan ilk penceresi.
Bu tepede durup bakarken Portekiz'in geçmişi bir belgesel gibi insanın gözünde canlanır.
Okyanus kıyısında, İber Yarımadası'nda yer alan bu küçük ülkenin tarihte çevresindeki güçlü krallıklara karşı var olabilmesinin, ayakta durabilmesinin tek çaresinin okyanusa açılıp yeni yerler bulma ihtiyacı olduğu çok net görülür.
Bir dolu tarih kitabı okumaktansa bir tepenin üstünden bakmak insana o topluma dair daha derin bir kavrayış katar.
Eğer bir ülke okyanusun kıyısındaysa; denizin ötesinde ne olduğuna dair merak duyar, yola çıkmak için can atar. Roca Burnu'nda bir taşın üzerinde oturup ufuk çizgisine birkaç saat baktıktan sonra herkes bu isteği duyabilir.
Nietche'nin dediği gibi "Uzun süre uçuruma bakarsan uçurum da sana bakar."
Uzun süre okyanusa bakarsan okyanus da sana bakar ve ötelerin çağrısından kendini alı koyamazsın.
Portekizliler bu çağrıya kulak verip nerelere gitmemişler ki? Çin'den Afrika'ya, Hindistan'dan Brezilya'ya...
Brezilya'nın altınlarını Avrupa'ya taşımışlar, Afrika'da insan ticareti yapmışlar, Hindistan ve Çin'den baharat taşımışlar. Yeni yaşamlar görmüşler. Bazıları gittikleri topraklara yerleşmiş, bazıları yolda ölüp geri dönememiş. Nüfuslarının az olmasından dolayı sömürge kurdukları ülkelerde pek de kalıcı olamamışlar ama sömürgelerinin kaynaklarını kullanabildikleri kadar kullanmışlar.

Çok kültürlü yapı

Her ülke gibi Portekiz de geçmişindeki karanlık, zalim yanlarını zaman içinde törpülemiş. Farklı insan toplulukları ile karşılaştığı için zamanla çok kültürlü bir yapıya dönüşmüş. İnsana dair farklı bir kabulleniş, derin bir hümanizma edinmiş. Lizbon sokaklarında Çinliler, Afrikalılar, Brezilyalılar içinde kimin Portekizli olduğunu kavramak zor. Hatta kavramaya çalışmak nafile. Çünkü bu ülkede yaşayan her kim olursa olsun Portekizli olarak kabul edilmekte. "Tanrı insan yarattı Portekiz onları Portekizli yaptı" diye bir deyiş var. Yakın gelecekte çekik gözlü, sarı tenli bir Çinli başbakanları olursa bu hiçbir Portekizli için şaşılacak bir durum olmaz.
Portekiz çok uluslu bir yapı içinde sadece futbol sahalarında milliyetçi... Futbol aşığı bir ülke olarak kendi milli takımlarına duyduklarına sevgi ve bağlılık, yurtdışına ihraç ettikleri futbolcularına duydukları sahiplenmecilik dışında bir milliyetçilik hissedilmiyor.
Milyonlarca insan dokunuyor
Lizbon, Portekiz'in başkenti olmasının yanı sıra Portekizli şair Fernando Pessoa'ya göre koca ülkenin küçük bir yansıması. Pessoa, "Lizbon'a gelen bir kişi, tüm Portekiz'i görmüş sayılır" der. Pessoa bu şehri o kadar çok sever ki "Bir turist ne görmeli" adında Lizbon'u anlatan bir rehber yazar. Şehir de onu sever. Kafka ve Prag ne ise Pessoa ve Lizbon odur. Belki biraz daha fazlası... Lizbon'un her yerinde Pessoa'dan bir iz bulmak mümkün. Hatta şehir merkezi sayılan Chiado'da ölmeden önce yazılarını yazdığı kafenin önünde, Pessoa'nın heykeli durur. Dünyanın her yerinden gelen milyonlarca turist Pessoa ile ele ele fotoğraf çektirir. Bu heykelin önünde durup uzun bir süre izleyince, insan kendini adadığı şeyden ne olursa olsun bir gün karşılığını fazlasıyla alacağını hisseder. Pessoa, çok sevdiği Lizbon'unu anlatmak için geçen ömründen sonra milyonlarca insanın dokunuşuyla huzur bulur, vefa görür.

Tarih ve sanat

Lizbon'da dolaşırken insanın gözüne çarpanlar; güvercinler, tarih, sanat, manulin tarzında binalar (denizci figürlerinin mimaride kullanılan hali) kiliseler ve heykeller. Tarihsel önemli karakterlerin, azizlerin, devlet adamlarının, sanatçıların devasa heykellerine her yerde rastlanabilir. Sokak aralarında, kavşaklarda, meydanlarda... Bugün ekonomik krizin eşiğinde olan Portekiz halkının kaldırım kenarlarında bile gördüğü şanlı tarihlerini anlatan heykellerle ne hissettiklerini bilemeyiz. Ama belki yüzlerindeki hüzün pek de mutlu olmadıklarının kanıtı.

Lizbon'da ne yapılmalı?

Lizbon'da ne yapılmalı diye soranlara özetle diyebilirim ki; yol üstündeki küçük kafelerde Türk kahvesini çok andıran ekspresso kahvesini yudumlamak, Alfama kalesine çıkan labirent gibi daracık sokaklarında kaybolmak, sokak müzisyenlerini dinlemek, yüzyılı aşan kiliselerin önünde durup eski zamanları izlemek, grafiti kaplı duvarların karşısında gençlerinin dünyasını keşfetmek, gece hayatının yoğun olduğu Bairo Alto'da o bar senin bu bar benim deyip girip birasından, egzotik Brezilya kokteylerinden içmek, yol üstlerindeki kiosklarda özel sandviçlerinden yemek, akşam Rossio Meydanı'ndaki lokantalarda eşsiz Porto şarabıyla balık yemek, Sintra'ya gidip bir tepenin üstüne kurulu görkemli Pena Sarayı'nı gezmek, 28 numaralı tramvayla şehri turlamak, Belem'e gidip kuleye çıkmak, Cais De Sodre'den trene binip on dakikada Cascais'e gidip okyanusta yüzmek ve ardından Atlantik Okyanus'unun karşısında güneşlenmek.
Elbette sanat ve tarih düşkünleri için sergi salonları, müzeleri, konser salonları fazlasıyla tatmin duygusu yaratacak. Gülbenikan Müzesi, Cidade Müzesi, Arkeoloji Müzesi, Orient Müzesi, Moda müzesi, Sao Jorge Kalesi, Graça Kilisesi ve daha fazlası.
Ardından da ruha ince bir cila atar gibi Fado dinlemek gerek.
Portekiz fadosu
Komşu İspanyanın flemenkosu odun gibi alev alev yanarken Portekiz'in fadosu kömür közü gibi için için yanıyor.
Fado içinde özlem, kavuşamama duygusunu barındıran gitar eşliğinde söylenen Portekizin acı dolu şarkıları. Kelime olarak kader anlamına geliyor ve 2011 yılında UNESCO Soyut Kültürel Miraslar listesine alınmış bir müzik türü.
Lizbon'da çok fazla fado mekanı var. Yemek eşliğinde söylense de yemek yerken fado dinlemek fado adabına pek uygun değil. Zaten fado söyleyen müzisyenler iki şarkıda bir ara vererek dinleyicilere yemek yeme fırsatı tanıyor. Lizbon'da Alfama Kalesi'nin eteklerinde fadistaları dinlerken insan gözünü kapatıp kalbinden Zeki Müren'in "Seni ben ellerin olsun diye mi sevdim" parçasını dinlerken bulabilir. Fado Türk Sanat Müziği ile benzer bir kumaşa sahip.
İki özel tat
Lizbon'da tadılacak çok lezzet var ama mutlaka yenmesi gerekenler 'Pastde nata' adlı yumurtadan yapılan özel tatlıları ve 'Bacallhau' adında tuzlanmış balıkları. Bu balıktan yapılan 500'ün üstünde yemek tarifi var. Etini yemekle kalmayıp kemiklerinden çorba bile yapıyorlar. Ulusal bir bağımlılık denilebilir bu balık için. Balığın bu ülkede ne denli önemli olduğunu anlamak için büyük marketlerin balık reyonlarını da görmelisiniz. Balıklarını temizletmek ve dilimletmek için numara alıp sırada bekliyor insanlar. Bir de sarımsak soslu çok leziz istiridyelerini denemeden dönmemeli. Sadece bize pek uygun olmayan bir alışkanlıkları var salyangoz yemek gibi. Sarımsaklı sos döküp kabuğundan çıkarıp yiyorlar. Menüde caracois yani salyangozu görürseniz denemesi size kalmış.

İstanbul'la benzerlikleri

Lizbon aynı İstanbul gibi yedi tepenin üstünde kurulu bir şehir ve ortasından uzun bir nehir geçiyor; Tejo nehri. Nehrin üstünde aynı boğaz köprüsü gibi bir köprü duruyor. İnsan uzaktan bakınca İstanbul'u anımsar ve Tejo'nun Marmara gibi bir iç deniz değil de nehir oluşuna inanamaz. Aynı Istanbul gibi motorlar bir yakadan diğerine yolcu taşır ve İstanbul'a benzer bir şekilde meyva satan seyyar satıcıları vardır. Tek farkı bu satıcılar pala bıyıklı değil çoğu zaman kadınlardır.
Son olarak şunu diyebilirim ki, Lizbon'a yolu düşen her gezginin kalbinde güzel bir şehir ve kibar insanları kalacaktır.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.