SELAMİ KALAY
Geçen hafta sonu İzmir'in ilçesi Bayındır'da "Köle Torunları'nın" geleneksel Dana Bayramı yapıldı. Afrikalılar Dayanışma, Kültür ve Yardımlaşma Derneği (Afro-Türk) Başkan Yardımcıları İbrahim Kunal ve Şakir Doğuluer, yedincisini düzenledikleri bayramın amacının, atalarının buraya geldikleri zamanki örf ve adetlerini yaşatmak, birbirlerinden haberdar olmak ve kaynaşmak olduğunu belirttiler. Bayrama katılan Amerikalı antropolog ve Afrodiaspora Derneği başkanı Prof. Dr. Sheila S. Walker, zorunlu köleliğin 1500 yıl önce Arap-Müslüman dünyasında başladığını, Atlantik köle ticaretinin ise 500 yıllık bir tarihi olduğunu belirterek Afrikalıların kültürlerini unutmadıklarını söyledi. "One Love Africa" grubu geleneksel kıyafetleriyle Afrika dansları yaparken, İzmir Müzisyenler Derneği de Türkiye'nin her yöresinden türküleriyle çoşkulu bir gün yaşattılar. Akdeniz ve Ege'nin birçok köyünde yaşayan Afro-Türklerin serüvenini, Fatmagül Alan Kırcı'nın, Ege Üniversitesi Tarih Bölümü bitirme tezinden öğrenmeye çalışalım.
AKLA ATILAN ÇENGEL
"Çocukluğumun akıl ermez zamanlarında, iki amcanın bana Arap Hüseyin'i sorduklarını hatırlıyorum. Onlara 'Babamın adı Hüseyin, ama Arap değil!' dediğim sırada, babamın içeriden gelip, o amcalarla konuşmaya başladığı zaman, kafamın içinde ilk çengelin atıldığını söyleyebilirim. Kimdir Arap? Babama Arap diyenler, ondan daha mı beyazdı sanki? Bütün çocukluğum boyunca bu Arap olma konusu hep canımı sıkmıştı. Bir tek benim değil, ablalarımın da canını sıkmış. Büyüdükçe öğrenmiştim bunu. Büyük ablam daha beyazdı. O anneme benzemiş. Annem, Arnavut Abidin'in kızı. Diğer ablam ise babama daha çok benziyor. 'Arappp!!!' diyorlar ona. Çok kızıyor. Anneme 'Beni niye Arap doğurdun' diye eziyet edermiş hep. Bana da 'gara gaylak' derlerdi. Kızardım. Ama hep susardım. Kimse anlamadan kızardım hep. Kızmak ayıpmış gibi. İşte böyle bir merakın ve suskun öfkenin sonunun doğrusu, Afrika ve kölelik ile ilgili bir çalışmaya uzanacağı aklıma hiç gelmezdi."
DADILIK YAPTILAR
"19. yüzyılda (1890) özgürlüğe geçişle birlikte, İzmir'de bulunan zenciler daha çok Türk mahallelerinde yoğun olarak yaşıyorlardı. İzmir'in yoksul mahalleleri Sabırtaşı, Dolaplıkuyu, Tamaşalık, İkiçeşmelik ve Ballıkuyu, zenci yerleşim yerleri olarak göze çarpıyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde, şehir nüfusuna oranla zencilerin en yüksek sayıda bulunduğu şehir İzmir'dir.
KARIN TOKLUĞUNA
İzmir'de yaşadıkları mahallelere göre cemaatlere ayrılan İzmir zencileri, 'Borno', 'Afini', 'Tağali', 'Cengi' gibi isimlerle ayrılıyorlardı. İstanbul'daki saray ve konakların dadı, halayık ve harem ağalarına karşılık, İzmir'de daha eski tarihlerden başlayarak ev bark kurmuş, türlü mesleklere girmiş zenciler vardı.
Ancak zenciler iyi halli evlerde dadılık ve lalalık yaptıktan sonra azat edildiklerinde, epey bocalamışlar, karın tokluğuna sefalet içinde yaşamak zorunda kalmışlardır. Şehir'de en zor ve pis işler zenciler tarafından yapılıyordu. Zenci kadınlar erkeklerine göre çalışma yaşamında daha şanslıydılar. Hamamlarda, düğünlerde, başları üzerinde taşıdıkları seleler içinde çeşitli susam helvaları satarlardı. Anneler yaramaz çocukları 'Seni Helvacı Arap'a veririm' diyerek uslandırırlardı.
AL LALE MOR LALE
Eşrefpaşa mevkiinin üst tarafındaki Nohutçu Tarlası denen yerde, kırık cam parçalarını eriterek mavi, kırmızı ve yeşil renklere boyayarak renkli ve süslü bilezik yapanlar vardı. Bu bilezikler rağbet görür ve birçok kızın kollarında üçer beşer tane bulunurdu. Bu bileziklere 'helhel' ve bu kadınlara da 'helhelci' denirdi. O devirde, satış çiçekçiliği, Hisar Camii önünde saksılar içinde satılanlardan ibaretti. Ancak bazı zenci kadınlar kırlardan topladıkları laleleri ufak demetler halinde mahalle aralarında "al lale, mor lale" diye bağırarak satarlar ve meraklı ev hanımları da evlerini süslemek için bunlardan satın alırlardı. Yaz aylarında ise zenciler, çevre köylere, orak, çapa, pamuk toplamak için giderlerdi."
ÜÇ HAFTA SÜREN BAYRAM
Her yıl Mayıs ayında yapılan dana bayramının esas amacı, kim kimin akrabası, kim kimin kardeşi sorusunun cevabını bulmakmış aslında. Birçok insan böyle bulmuş akrabalarını, kardeşlerini. Üç hafta süren bayramın birinci haftasına "DELLAL" denirmiş. Davulları, çalparaları ve kabaklarıyla, Afrika danslarına benzer danslarla şehir meydanına inip duyurusu yapılırmış. "PEŞTAMAL" denilen ikinci haftada yine sokaklarda sazlı, danslı ortaklaşa para toplanır hatta İzmir valisine kadar gidilirmiş. Toplanan parayı Godya, yere serdiği peştemalında sayar, dana alınacak kadarını ayırır, gerisini de yardım sandığı olarak tutarmış. Üçüncü hafta esas "DANA BAYRAMI"nda süsledikleri danayı Frenk, Rum ve Türk mahallelerinde gezdirerek bayram yerine getirirlermiş. Godya danayı keser ve hazırlanan kazanlarda pişirilerek halka dağıtılırmış. Bayrama tüm İzmir halkı katılırmış.
Fatmagül Kırcı, tezinde anlatıyor:
"İzmir'de zencilerin her yıl yaptıkları 'Dana Bayramı' vardı. Semt semt Arapların-zencilerin- Godyaları başa geçer, bu bayram tertiplenirdi. Godyalar ihtiyar Arap kadınlardı. Bunları bütün sene zenci kadınlar besler, onları kabile reisi gibi çok üstün tutar, adeta Godya'lara taparlardı. Godya kabile üyesi kadınlarını tütsülerdi. Daima gaşy içindeki Godyaların esrar veya başka bir uyuşturucu madde kullandıkları muhakkaktı. Bu Godya veya Kolbaşıların İstanbul'da, zenci kadınların gizli bir örgütünün başı olduğu ve özellikle efendilerinden memnun olmayan kölelerin azat edilmesinde bu godyaların yardımcı olduğu ve gereken parayı da çalışan kölelerin bağışlarıyla elde ettikleri bilinmektedir. Ayrıca İstanbul'da da Mayıs ayı kutlamaları bu godyaların önderliğinde 'Arap Düğünü' olarak yapılırdı."
