SIRMA GÜVEN
Üniversite sınav sonuçlarının açıklandığı tercihlerin yapılmaya başlandığı bu günlerde, hayalindeki bölümü kazanamayıp her şeye sıfırdan başlayan ünlü tasarımcı Simay Bülbül'ün başarı hikayesini yazmak istedim. Bu başarı hikayesi onun Moda Tasarımcıları Derneği Başkan Yardımcısı oluşuna kadar gidiyor. Geçtiğimiz hafta Alaçatı Millfest Moda ve Sanat Festivali'ne katılan ünlü tasarımcıyı Alaçatı'da yakalayıp bir söyleşi yapma imkanı buldum.
- Modaya olan ilgin nasıl başladı?
Bebeklerine kıyafet diken, kumaşları kesip biçen bir çocuktum. Dedem tekstilci, annem ise çok iyi bir terzi idi. Tüm çocukluğum annemin bana diktiği kıyafetlerle geçti. Bir yaştan sonrada ben dikişe iyice mera sarmaya başladım.
- Bir hevesi mesleğe dönüştürmeye nasıl karar verdin?
Lise sonunda hayatıma yön verecek sınavlarla karşı karşıya kalmıştım. Dokuz Eylül Üniversitesi Ekonomi bölümünü kazandım ve bir anda kendimi ekonomi okurken buldum ama hiç mutlu değildim. İki ay sonra bu asla ben değilim deyip okulu bıraktım.
ÇOCUK BAKICISI - O yaşlarda büyük zorluklarla girdikleri bölümü hayalleri için bırakacak çok da fazla kişi yoktur. Tekrar sınav stresine girmek bile çok zor.
Kesinlikle. Tabii tekrar ders almaya başladım. Bu sefer istediğim Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar bölümü için hazırlanıyordum. Yetenek sınavını birincilikle kazandım ama sınav kısmının ortalaması alındığı için ben bir anda yedeklere düşüp sonrasında açıkta kaldım. Tekrar sınava gireceğim dedim. Sonra bir senelik kayıp bana çok zor geldi, İngiltere'ye gitmeye karar verdim. Çocuk bakıcısı olarak gidecektim ama esas istediğim İngilizcemi geliştirmek ve geri dönüp sınava tekrar girmekti. Ben gidiyorum kararının bir hafta sonrası İngiltere'deydim ve işin ilginç yanı hiç İngilizce bilmeden.
- Bir ailenin yanına gittin. Peki nasıl bir aile idi? Zorlanmadın mı?
Çok şanslıyım ki çok iyi bir ailenin yanına düştüm. 19 yaşındayım, İngilizcem yok ve aile ile sadece tarzanca anlaşabiliyorum. Müthiş bir hayat deneyimiydi. Hayatımın kırılma noktasıdır. İki tane çocuğa bakıyordum. Evde baba yoktu; sadece evin sahibi Pauline, iki çocuk ve ben. Altıma araba da vermişlerdi. Çocukları kursa götürüyor sonra annelerinin yanına işe getiriyordum. Tabi bu arada çok iyi İngilizce de öğreniyordum. Pauline, bir gün bana "sen yetenekli birisin niye dönüyorsun da burada okumuyorsun" dedi. Bana uygun moda ve pazarlama bölümüne kaydımı yaptırdım.
- "Simay Bülbül" markası ile ilk koleksiyonu çıkarma fikri nasıl ortaya çıktı?
Hollanda'da staj yaptım. İngiltere'de defileler yaptım ama İzmir'e geri geldim. İzmir'de hemen işe başladım. 2003 yılında bir deri tasarım yarışmasına katıldım. Türkiye birincisi oldum. İzmir'den İstanbul'a geçtim. Sadece tekstille uğraşırken deri ile tanışmam geleceğimi farklı yolda çizmemi sağladı. Yarışmada bana sponsor olan firmanın sahibi, ki manevi babam dediğim biri, beni bırakmadı ve ben onun yanında deriyi öğrendim. Kendi markamı kuracağım derken ciddi bir risk de almış oldum.
- Bunun için ilk atılması gereken adım nedir?
Bir atölye kurmaktır. Çok küçük bir atölye. Yirmi metrekare bir hanın en üst katı. Bir makine vardı, parasını sonra ödemek üzere o makineyi almıştım. Bir de usta tutmuştum ki hala o ustayla devam ediyorum. Sonrasında ise kendimi kendi markam için dikerken buldum. Tasarlamak tasarladığını satmak cidden zor. Çok sabırlı olmak ve bir hedef koyup o hedefe kitlenmek gerekiyor. Maddi manevi ayakta durmak çok zor. Sadece tasarımcı değil, işletme kafası, matematik kafası organizasyon yeteneği gerektiriyor. Bir bakmışsınız günün sonunda iş kadını olup çıkmışsınız. Yirmi metrekarelik atölye, olmuş altı yüz metrekare.
- Seçimlerin genelde deri ve soft renkler üzerine. Bunun özel bir sebebi var mı?
Ben ölü renkleri seviyorum. Ama yazın bazen narçiçeği ya da kırmızıya da giriyorum.
- Nelerden esinleniyorsun? Esinlendiğin örnek aldığın bir modacı var mı?
Koleksiyonlarımda hikayeler anlatmayı seviyorum. Benim markamın en büyük özelliği hikaye tasarımcılığı olmasıdır. Senede iki defile yapıyorum, her defilemin bir ismi bir de mutlaka bir hikayesi vardır.
KADIN HİKAYELERİ - Ne tür hikayeler?
Genelde kadın hikayeleri. Geçmişten kadın hikayeleri, Şaman kadınlar, Cumhuriyet kadını, Afrika kabilelerindeki kadınlar ve hep onların birbirinden farklı hikayeleri. Hikayelerdeki o kadını buluyorum ve onun hikayesini öğreniyorum sonra zaten koleksiyon kendi kendine çıkıyor. Trendler, dünya modacıları tabi ki bunların hepsi ile ilgileniyorum fakat benim tasarımlarım kendi hikayesinden çıkıyor.
- Genel anlamda koleksiyonlarında göstermek istediğin kadın imajı nasıl?
Yaş olarak sınırımın olmaması çok hoşuma gidiyor. Zamansız ve yaşsız bir koleksiyonum var. Geniş bir profil ama o geniş profilin içinde özel bir kadın var. Eskiden daha etnik ve daha salaş tasarımlar çıkartıyordum ama bakıyorum da son iki senedir biraz daha kadınsı koleksiyonlar ortaya çıkartıyorum. Daha çok avant-garde kadını giydirmeyi seviyorum. Benden aldığı bir parçayla davete de gider bir kot şortun üstüne giyip dışarıya da çıkar.
- Geçmişe oranla çok fazla tasarımcı var. Genç tasarımcıları nasıl buluyorsun?
Eskiden daha az ama daha özdü. Havuz çok büyük ve çok fazla tasarımcı ve genç mezun var. İçlerinden iyilerini seçmek artık daha da zor. Stajyerler geliyor ama çok çabuk sıkılıp yoruluyorlar. Bir yere kumaş almaya gönderiyorsunuz söylenerek geri dönüyorlar. Genç jenerasyonun kolaylıkları var. Biz de bizden önceki nesle göre daha kolay yol aldık. Bizim dönemimizden çok iyi tasarımcılar çıktı. Moda Tasarımcıları Derneği olarak en büyük amacımız yasadığımız zorlukları alt jenerasyonumuza yaşatmamak.
- Türkiye'de tasarımcılar iyi para kazanabiliyor mu?
Henüz değil. Kazanıyoruz tabii ama hak edilen asla değil. En basiti İstanbul Moda Haftası'nda iki defile yapıyorum. Ortalama yüz elli bin civarı bir giderim var ve defilenin sonunda sipariş almadığımız da olabiliyor.
- Alaçatı ve modayı nasıl özleştirirsin?
İzmirli olmama rağmen söylemeliyim ki İzmir çok zor bir pazar. Alaçatı bunun biraz dışında, çünkü Alaçatı biraz karışık bir ortam. Sadece İzmirli ile de sınırlı değil. İzmir'in hiç değişmeyen bir alışveriş sistemi var. Dışarıdan İzmirlinin alışık olmadığı bir markanın İzmir'e girmesi çok zor. İstanbul'da ise böyle alışkanlıklar yok. Her sokak başına farklı bir butik açabilirsiniz.
- Koton grubu bir ara Bora Aksu tasarımlarını satıyordu. Bu tür ortak girişimler tasarımcıyı halka daha yaklaştırıyor sanki?
Tasarımcıların da markalarında bu tür iş birliğine ihtiyacı var. Benim Türkiye'nin her yerinde bir satış noktası bulabilmem imkansız ama bir marka ile bu işe girdiğimde Türkiye'nin her yerine ürünlerinizi ulaştırabiliyorsunuz demektir. Kısa süreli koleksiyonlar hazırlama fikrine sıcak bakmıyorum. O markanın kreatif direktörlüğü ile birleşecek bir projenin içinde olmak çok isterim.
- Neden birkaç tasarımcı birleşip her reyonda farklı bir tasarımcının ürünlerinin olduğu bir dükkan açmıyorsunuz?
Yaklaşık iki, üç senedir bu proje üzerine düşünüyoruz. Bunun çıkış noktası da Galata Moda'dır. Bu proje derneğin tek başına yapabileceği bir proje değil. Bu mağazacılık demek ve mağazacılıktan anlayan yatırımcılar gerek.
HEDİYE PAKETİ GİBİ - İyi giyinmek, imaj hayatımızı nasıl etkiliyor?
İyi giyindirmeyi, asla çok şık giyinmek veya çok moda giyinmek olarak adlandıramam. Herkesin kendi tarzını bulup, kendi tarzında giyinebilmesini tavsiye ediyorum. Kişinin ruhuna hitap ediyorsa dümdüz bir elbise de onu mutlu eder. Modayı ve trendi çok zorlamaya kesinlikle karşıyım. Bu sene leopar moda, imaj olsun diye zorlama leopar giyene karşıyım. Bir hediye paketinin süsüymüş gibi duruyorlar. Sanatçılardan da bu tarz istekler çok gelebiliyor, kendilerini tanımadan herkes bir Madonna bir Jennifer Lopez olmak istiyor.
13 yıldır saçları rastalı - Rastalı saçın ile akıllarda kalıyorsun. Nasıl karar verdin rasta yapmaya?
On üç seneden beri rastalıyım. Hikayesi İngiltere dönemime kadar uzanıyor. Güney Afrikalı birlikte yaşadığım iki kardeş vardı; beraber dünyayı geziyorlardı. Altı ay kadar beraber yaşamıştık. Dünya gezgini bu iki kardeşle tanışınca dolayısıyla rasta dünyası ile daha da önemlisi felsefesiyle de tanışmış oldum.
- Felsefesi derken?
Tamamen doğa ve özgürlük. Çok büyük bir özgürlüğün simgesi; ifade özgürlüğünün simgesi; doğal yasamın simgesi. Bu asla trend, moda, hadi yapayım diyerek ortaya çıkan bir şey olmadı benim için. On üç senedir doğal rastalıyım. Ek yok, bal mumu yok, hiçbir şey yok. Kendi kendine oldu. Bu hale gelmesi yaklaşık bir sene sürdü.
- Ağırlık yapan bir şey değil mi rasta?
Evet ağır ama bakımı çok kolay. Tarama derdi yok, kuaför derdi yok. Tokaya bile gerek yok. Bir yere çıkarken sadece doluyorum o kadar. Kıvırcık saçlar yıkanıp taranmadığı zaman keçeleşiyor ve en sonunda bu hali alıyor. Rastalı saçlarımdan çok memnunum.
