ENGİN TATLIBAL
Rodos'ta geçirdiğimiz günün ardından gece boyunca kuzey horoskobundaki tüm yıldızların göründüğü bir gökyüzünün altında güneybatı yönündeki seyr-ü sefer sonrasında yeni günün ilk ışıkları ile Heraklion'a, yani Kandiye'ye, yani büyük ve meşhur Girit'e vasıl olduk.
Girit'in, çoğu kişi için tek başına kullanılan bir yer ismi değil; genelde başına mahzun bir nida eklenerek "Ah, Girit" şeklinde anıldığını duyarız.
1908 yılında Osmanlı'dan kopan Girit'te o vakit çok sayıda Türk yaşıyordu. Bunların çoğu, ilerleyen dönemde Lozan Mübadelesi ile Türkiye'ye geldiler ve esasen anayurtlarının kültür ve geleneklerinden hiçbir zaman kopmadılar. Pek de iyi ettiler. Zira o kültür ve gelenek, Anadolu'nun batısında yaşayan Türklere ve genel olarak Türkiye'ye çok şey kattı. İzmir'de boş boş gezdiğim ve hangi parayla aldığımı şimdi hatırlayamadığım makinemle fotoğrafçılığımı geliştirmeye çalıştığım dönemde tesadüfen yaşlı bir amcayla Kordon'daki banklardan birinde sohbet etmiştim. İzmir'de sayıları on binleri bulan Girit göçmenlerinden biriydi. "Biz" diyordu, "gelmeseydik bu memlekette hiçbir şey olmazdı. Türkiye'de ne varsa bizim sayemizdedir.." Biraz kibirli ve abartılı bulmuştum sözlerini. Ancak ilerleyen dönemde o amcaya hak verdim. Girit'ten gelenlerle beraber genel olarak Balkan muhacirleri, ticarette ve entelektüel hayatta yeni ve modern Türkiye'nin kalkınmasına büyük katkılar sağladı. Onların ağırlıklı olarak var olduğu İzmir gibi merkezler, reaksiyoner hareketlerin hiçbir zaman taban bulamadığı şehirler oldu.
KEMERALTI GİBİ
Louis Olympia'dan indikten sonra Venedikliler'den kalma liman kalesinin karşısındaki sokaktan şehre girdik. Yayalara ait bu sokakta insan, İstanbul İstiklal ile İzmir Kıbrıs Şehitleri Caddeleri'nin bir karışımı bir hisse bürünüyor. Caddede Aziz Titos Kilisesi dikkat çeken bir yapı. Binanın evvelce bir cami olduğu ve sonradan kiliseye çevrildiği çok belli.
Devam ettiğinizde ise aslanlı meydana varıyorsunuz. Burada kurulu bir kermes alanından çok uygun fiyata uzo, Girit rakısı ve yerel üretim zeytinyağı aldık. Aynı meydanda yer alan "Izmir Kebab" adlı lokantanın sahibine de "Kalimera" demeden geçmedik.
Heraklion'un ya da Kandiye'nin Kemeraltı'nı çokça andıran bir çarşı sokağı var. Buradaki aktarların ve sebze meyve satan dükkanların arasından geçerek Özgürlük Meydanı'na, yani "Eleftherion"a vardık. Büyük Giritli'nin, yani modern Yunanistan'ın babası Eleftheros Venizelos'un heykeli önünde Duygu fotoğrafımı çekti.
ÖZGÜR KAZANCAKİS
Heraklion'a gelip de mutlaka yapılması gereken bir işi ise zamansızlıktan ötürü yapamadık. Bu, Nikos Kazancakis'in şehrin akropolünde yer alan mezarını ziyaret etmekti. Girit'in yetiştirdiği onlarca Yunan meşhurundan biri olan Kazancakis, 1957 senesinde öldüğünde Yunan Kilisesi, onu hiçbir mezarlığa kabul etmeyeceğini açıklamıştı. Zorba'nın yazarının naaşı, bir süre ortalıkta kaldıktan sonra kalenin surlarından birinin altına gömülmüştü. Mezarın olduğu yerdeki surun üzerinde "Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, ben özgürüm" yazdığını biliyorum. Onun cansız bedenini mezarlıklara kabul etmeyen papazların isimlerini kimseler hatırlamaz; ancak günümüzde Girit Heraklion'daki havalimanı, "Nikos Kazancakis Havalimanı" adını taşıyor.
Kazancakis'in mezarını ziyaret etmeyi bir sonraki Girit ziyaretimize bırakarak sadece iki saat sürebilen Heraklion turumuzu bitirdik. İzmir'de yaşayan muhacir torunu Giritli dostlarımıza iletilmek üzere bol bol hatıra biriktirdik bu kısa sürede.
Girit'in Osmanlı'dan kopması, tarihsel süreçte çok önemli sonuçlar doğurmuş kritik bir olay olarak bilinir. 1908 yılında, Sultan Abdulhamid Osmanlı tahtında son günlerini yaşarken gerçekleşen bu siyasi gelişme, İttihat ve Terakki'nin de kırsalda güç kazanmasına ve Jön Türk Devrimi olarak bilinen II. Meşrutiyet'in ilanına giden süreci hızlandırdı. Girit'te yaşayan Müslüman nüfus ise birdenbire kendini Yunanistan vatandaşı olarak buluverdi. Hem Megali İdea yolunda hızla yürüyen Yunanistan ve hem de yüzyıllar boyunca Osmanlı yönetiminde rahatça yaşamaya alışmış ada nüfusu için bu durum, çeşitli sıkıntılar doğurdu. 1908'i izleyen 15 sene, Avrupa haritasının tepetaklak değiştiği bir dönemdi. 1923'e gelindiğinde Birinci Dünya Savaşı ve onun uzatmaları olarak tanımlanabilecek Türk-Yunan Savaşı'nın ardından yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Kurtuluş Savaşı sırasında yaşananların ardından artık Türkler ve Yunanların bir arada ve aynı ülkenin yurttaşları olarak yaşayabilmelerinin yolu kalmamış görünüyordu. Çare, nüfus değişiminde, yani "Mübadele"de bulundu. Yunanistan'dan 500 bin Müslüman, yeni Türkiye'ye zorunlu olarak göç etti. Türkiye'den giden Ortodoksların sayısı ise bunun iki buçuk katına yakındı. En çok mübadil gönderen bölgelerin başında ise Girit geliyordu.
ÜNLÜ İSİMLER VAR
On binlerce Giritli Müslüman aile, başta İzmir ve Ayvalık olmak üzere Ege kıyılarındaki şehir ve kasabalara gelerek yerleştiler. Türkiye'ye gelen Giritliler, atalarının doğduğu, yaşadığı ve toprağına düştüğü adanın kendine has kültür ve geleneklerinden hiçbir zaman kopmadılar. Giyim kuşamdan yeme içmeye dek her alanda benzersiz özellikler gösteren Girit'in çocukları, ninelerinin yaptığı zeytinyağlı yemekleri Ege'de de yapmayı sürdürdüler. Dünyaya açık ve liberal yapılarıyla yeni ve genç Türkiye Cumhuriyeti'nin kalkınmasında Giritli mübadillerin de büyük katkısı oldu. Bugün de Türkiye'nin iş, sanat ve siyaset hayatına yön vermiş ve vermekte olan pek çok ünlünün Giritli olduğunu görüyoruz. Türkiye'deki ünlü Giritliler arasında "Halikarnas Balıkçısı" Cevat Şakir Kabaağaçlı, eski TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, işadamı Hüsnü Özyeğin, sanatçı Ayla Algan, sinema yönetmeni Ömer Kavur, Türkiye medyasının önde gelen ailelerinden Simavi Ailesi, gazeteci yazar İlhan Selçuk ve ağabeyi karikatürist Turhan Selçuk ve eleştirmen Doğan Hızlan gibi isimler sayılabilir.
YARIN: SANTORİNİ VE MİKANOS
