RÖPORTAJ: KASIM KARADAĞ- RESUL KARACA
Erkin Usman. Gazetecilik mesleğine yarım asrını vermiş, kökten gazeteci. Ege Üniversitesi'nin genç gazeteci adayları olarak onunla tanışmak, anılarını dinlemekle müşerref olduk. Ege Ekspres'te başlayıp Anadolu Ajansı'nda hala en uzun süre bölge müdürlüğü unvanını elinde bulunduran; Yeni Asır'da kariyerini taçlandıran usta gazeteci, bize meslekle
tanışmasını, başından geçen ilginç anılarını nakletti...
- Gazeteyle ilk temasınız nasıl oldu?
Ege Ekspres Gazetesi'nin sahiplerinden Nihat Kürşat babamın arkadaşıydı. Ben lise yıllarında kompozisyon yazardım. Bir gün bunlardan birisini gazeteye getirdim. Bunu Karşıyaka Lisesi'nden hocam Erkin Bey gönderdi, dedim. Üç dört gün sonra Ege Ekspres'te kompozisyonum yayınlandı. Birkaç kompozisyonum bu şekilde yayınlandı. Aynı zamanda o yıllarda hem Karşıyaka Lisesi'nin hem klübünün futbolcusuydum. Rahmetli Esen Kaftan Ege Ekspres'in spor müdürüydü. Bir gün beni gazetede gördü. Gazetenin yazıyı teslim ettiğim kişileriyle beni tanıştırdı. Bu Erkin dedi. Orada Erkin Bey'in ben olduğum anlaşıldı. Ben de; "Yazıyı bu çocuk halimle getirsem beni dikkate almazdınız adımın başına bir bey koymak zorunda kaldım" dedim. İlk temasım böyleydi.
TELEKS BİLE LÜKSTÜ - Yirmili yaşlarda yazı işleri müdürlüğü yapmışsınız. Nasıl oldu bu?
O dönemde gazetelerin yazı işleri müdürleri avukatlardı, çalışanlar değildi. Çünkü çalışanların tahsili yoktu, lise mezunu bile değillerdi. Avukat parasından kurtulamak için de gazeteler avukatların yerine gazete çalışanlarına yönelmeye başladı. Ama lise mezunu olmayanlar yazı işleri
müdürü olamıyordu yönetmeliğe göre. Ben de gazetenin birkaç lise mezunundan biriydim. O yüzden verdiler bu görevi yoksa hakettiğimden değil.
- İlk gazetecilik yıllarınızla şimdi arasında bir dönem karşılaştırması yapar mısınız?
Bir kere şartlar çok değişti. O zamanlar en yüksek araç daktiloydu. Teleks (uzaktan haber yazdırma aracı) bile lüks araçtı. Yoktu çoğu gazetede. O dönemde haberler İstanbul'dan Ankara'dan telefonla alınır kaydedilirdi. Bir de TRT'nin yazdırma servisi vardı. Haberleri yavaş yavaş okur yazdırırlardı.
- Darbe dönemlerinde de gazetecilik yaptınız. O günlerdeki gazetecilikten bahseder misin?
1960 darbesinde Ege Ekspres'te muhabirdim. Yassıada duruşmalarını 165 gün boyunca izledim. Sabah 05.30'da Beşiktaş İskelesi'ne giderdik. Orada kontrolden geçtikten sonra Bostancı'ya geçerdik. Bostancı'dan hakim ve savcıları da alır Yassıada'ya ulaşırdık. Bu hergün bilfiil tekrarlanırdı. İzmirli bir Telefoncu Ayten vardı, santral memuru. Adnan Menderes'in telefonlarını dinliyormuş. Yassıada savcısı Altay Ömer Egesel'le ilişkisi olduğu iddia ediliyordu. Birgün bana foto muhabiri arkadaşım bir teklifle geldi. Telefoncu Ayten'in evinde karyolasının altına girmemi ve savcıyla olan ilişkisini kanıtlayacak fotoğraflar çekmemi istedi. Bunu savcı, Adnan Menderes'e çok zulmediyor diye yapacaktık ama o gün savcı gelmedi. (Bana Telefoncu Ayten'le birlikte çekilmiş bir fotoğrafını gösteriyor. Telefoncu Ayten korkmak bir yana gülerek poz vermiş)
- Yassıada da sizin de başınıza dert açtığınız oldu mu?
Benim hakkımda da çeşitli suçlardan davalar açıldı. İstenen cezaların toplamı 40 yılı buluyordu. Hatta bu yüzden evlenemedim. Bu çocuk yakında hapse girecek diye bana kız vermediler.
ALAYLI ESKİDE KALDI - Suçunuz ne imiş?
Gazete tirajının düştüğünü gördüm. Tirajı yükseltmek amacıyla bir haber yapayım Adnan Menderes'in hayatını yazayım dedim. 'Sıradaki değil gönüllerdeki adam' diye başlık attım. Hala hatırlarım savcının adı Zafer Yalçın beni çağırdı. Haberi okumuş. Ne demek dedi bu 'Sıradaki değil gönüllerdeki adam'. Efendim dedim; halk Adnan Menderes'i seviyor bir muhabbet besliyor buna binayen bu yazıyı kaleme aldım. Tefrika halinde yayınlamak istiyorum bu ilk tefrikasıydı. Her tefrikaya ayrı ayrı dava açar mahkum ettiririm seni dedi ve yayını kestirdi.
- AA'ya nasıl girdiniz?
Ben saklamıyorum o zaman da torpil geçerliydi. Tanıdık vasıtasıyla alınıyordunuz işe. Benim de girmem bu şekilde oldu. Süleyman Demirel'in zamanında girdim AA'ya. Sonra Tansu çiller geldi. Demirel döneminin tüm çalışanları çıkarıldı. Sonra Demirel tekrar gelince biz de işimize döndük.
- Büyüklerden gazetecilik öğrenme dönemi bitti mi? Hani bu alaylı eğitimli meselesi?
Estağfurullah. Alaylı eğitimli meselesi eskide kaldı. Artık herkes tahsilli. Bizim dönemimizde tahsil seviyesi, kalitesi bu kadar iyi değildi.
- Siz şuan köşe yazarısınız? Haberleri magazinleştirerek veriyorsunuz. Neden bu üslup?
Bana şu an yazdığım yazı stilini Dinç Bilgin öğretti. Bir Fransız gazetesinden uyarladı. Okuyucuyu sıkmayacak kısa yazılar yazmamızı istedi. Bir yazı en fazla bir dakikalık olsun dedi.
KISA YAZI ETKİLER - Bu kötü bir şey değil mi? Konunun özüne dokunmamış olursunuz?
Hayır değil. Cumhuriyet, Zaman, Miliyet'in bazı bölümleri okuyucuyu sıkıyor, konu dağılıyor. Kısa olursa okuyucuyu çekiyor yazı. 27 Mayıs darbesine yakın günlerde kavga gürültünün çok olduğu bir gün Çetin Altan "Bugün canım yazmak istemiyor" diye yazmış; bir cümleyle bitirmişti
yazısını. Bu cümle aslında her şeyi açıklıyordu. Ertesi günkü yazısında izah ediyordu neden böyle yaptığını.
- Bu üslupta yazılarını beğendiğiniz yazarlar var mı?
Hasan Pulur, Çetin Altan'ı beğenirim. Bu üslubu yaşatıyorlar.
Kaleyi tutturamayan forvet: Körli - Size körli ve enişte lakapları takılmış. Hikayeleri nedir?
(Gülüyor) Karşıyaka'da top oynadığım yıllarda Dafni diye bir Yunan takımıyla hazırlık maçı yapıyorduk. Forvet oyuncusuydum ben. İki defans oyuncusunu geçtim kaleciyi de geçtim üç direk ve ben kaldık bir vurdum, o zamanlar Alsancak Stadı'nın arkasındaki, Tariş'in binalarına gitti. Yine daha güzel bir pozisyonda topu yine duvarın ardına gönderdim. Karşıyaka İskele'nin orada Hergele meydanı vardır. Gençlerin toplanıp maçtan sonra muhabbet ettiği bir yer. O maçtan sonra da bana bir lakap takmaya karar vermişler. Kör diyelim buna demişler. Ama "Körgündüz" lakaplı Karşıyakalı milli bir yüzücü vardı. O itiraz etmiş. Ben vermem lakabımı buna demiş. Sonra "körli" de karar kılmışlar.
- Peki 'Enişte'?
Karşıyaka Lisesi'ndeyken bizim bir alt sınıfta bir kız vardı. Çok güzeldi. Tabii ben hem sporcuyum, gazetecilik yapıyorum filan kızla çıkmaya başladım. Ben o sınıfa tenefüs aralarında uğramaya başlayınca bana Enişte demeye başladılar o sınıfta. Sonra o çocuklardan bazıları benimle gazeteye filan gelip gittiler derken lakap herkese yayıldı.
Tecavüze uğrayan eşeğe bant taktı - Sizin bir eşeğin gözüne bant takma hikayeniz var onu anlatır mısınız?
Adamın biri eşeğe tecavüz etmiş. Eşeğin sahibi de adamı öldürmüş. Burda mağdur kim eşek. Ben de eşeğin gözüne bant takarak yayınladım haberi. Savcı bana dava açmış "mer'i kanunları tahkir ve tezyiften". Mahkemeye çıktım. "Hakim Bey" dedim; "Eşek tecavüze uğramış, bant taktım ne
var bunda". Hakim güldü serbest bıraktı beni.
"Zeki Müren çocuk düşürdü!" - Başka böyle anınız var mı?
Benim değil ama Matrak diye bir gazete vardı İzmir'de. Zeki Müren'i İzmir'de sahneye çıkaran firmadan ilan alamamışlar. Sekiz sütunla yazmışlar "Zeki Müren çocuk düşürdü" diye. Altına da küçük bir yazıyla on dört puntoyla not geçmişler "sonra da yerden aldı."
Türkiye'de bilgisayara geçen ilk gazete Yeni Asır - Yeni Asır'ın geçmişiyle ilgili bilgi verir misiniz?
Yeni Asır iki ortakla kuruluyor. Abdi Sokullu, Şevket Bilgin (Dinç Bilgin'in babası). Gazetenin ilk sayısı Yunanistan'da çıkıyor. Aile göç edince gazeteyi buraya taşıyor. Daha sonra Dinç Bilgin devralıyor gazeteyi. Dinç Bilgin gelmiş geçmiş gazete patronlarının en
hızlısı.
- Nasıl hızlı?
Her şeyi hızlı. Gazetede yatar kalkardı. Bizzat gazetenin her şeyiyle kendisi ilgilenirdi. Gazeteciliğin tekniğini çok iyi biliyordu. Bunda babasının da gazeteci olmasının payı büyüktür.
- Patronaj, etik ve soru sorma rahatlığı açısından eski yeni karşılaştırması yapar mısınız?
Tabii o dönem sorular daha rahat sorulabiliyordu. O dönem patronların maddi durumu bu kadar iyi değildi. Maddi olarak bu dönemde daha iyi gazeteci. O dönem meslek daha zevkli bir meslekti. Etik olarak Dinç Bilgin'in, Erol Simavi'nin dönemindeki etik anlayışı yok tabi.
- Bilgisayar mı daktilo mu kullanıyorsunuz?
Bilgisayar kullanıyorum. Daktiloyu bırakalı otuz, kırk sene olmuştur. AA'da çalışırken Türkiye'ye ilk bilgisayarı biz getirmiştik. Bilgisayara ilk geçen gazete ise Yeni Asır oldu.
