İslam'a göre herkes kendi yaptığından mesuldür. Ancak bir topluluğun veya bir milletin mensubu olmak bakımından da insanların sorumlulukları vardır. Bu da kısaca 'mensubu olduğu milleti iyilik yarışında önde götürmek' şeklinde tanımlanabilir
Prof.Dr. Himmet KONUR
Din denilince daha çok inanç ve ibadet konuları hatıra geliyor ve din adına da daha çok bu konularda çaba sarf ediliyor. Acaba bu doğru bir yaklaşım mı? Din açısından inanç ve ibadet konuları elbette önemlidir. Sağlam bir inanç yapısına sahip olmayan fert ve toplulukların, geçmişte ve günümüzde ne hallere düştüğünü tarih kitaplarından ve televizyon ekranlarından öğreniyoruz.
Yüce Allah, ölümü de hayatı da kimin amel/iş bakımından daha iyi durumda olduğunu sınamak için yaratmıştır. (Mülk, 67/2) Bu sınav dünya hayatının tamamından olacak. Sadece inanç ve ibadet konularından değil.
İnsanoğlu "en güzel kıvamda yaratılmış" (T95/4), "yeryüzünde ve göklerde ne varsa hepsi onun emrine ve hizmetine amade kılınmış" (Casiye,45/13), bunun yanında her birine farklı şekil ve miktarda mal, mülk, mevki, evlat, eş gibi bir takım imtihan konu ve araçları sunulmuştur. Amaç bütün bunlarla iyi ve güzel şeyler yapabiliyor mu diye bakmak.
SOSYAL NİZAM
İşin bir de sosyal hayatla ilgili boyutu var. İnsanoğlu sosyal bir varlık. Başka insanlarla birlikte yaşıyor. Başkalarına muhtaç olduğu gibi başkaları da ona muhtaç oluyor. Bu ilişkileri düzene sokmak ve geçmişin birikimini geleceğe aktarmak için milletler halinde yaşıyor ve devletler kuruyor.
Bunun böyle olmasının hikmetiyle ilgili olarak Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Tanışasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Hiç şüphesiz ki sizin Allah katında en değerliniz en takvalınız (yani en çok sorumluluk bilinciyle hareket edeniniz)dir. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir, her şeyden haberdardır." (Hucurat, 49/13).
İslam'a göre herkes kendi yaptığından mesuldür. Ancak bir topluluğun veya bir milletin mensubu olmak bakımından da insanların sorumlulukları vardır. Bu da kısaca 'mensubu olduğu milleti iyilik yarışında önde götürmek' şeklinde tanımlanabilir. Bir milletin veya toplumun ferdi olarak bizler aynı zamanda toplumsal bazı statü ve rollere sahibiz. Bu görevimizi evrensel ölçüde de teste tabi tutmak durumundayız. Yukarıdaki ayette bahsedilen "tanışasınız"dan kasıt bu olsa gerektir.
Dünyayı tanımadan, başka diyarlarda ne olup bittiğini görüp bilmeden, kendi halimizde çalışarak bu imtihanı ve iyilik yarışını kazanamayız. İyilikte yarışmak isteyen bir çiftçi dünyayı tanımaya çalışmalı. "Acaba başka diyarlarda benden daha ucuz ve kaliteli ürün yetiştirenler var mı?" düşüncesi içinde olmalı. İlim adamı en ileri düzeydeki bilgiyi üretmeli veya üretilen bilgiyle bir an önce tanışıp bunu ülkesi insanına kazandırmaya çalışmalıdır. Yöneticiler de halkı daha mutlu ve müreffeh yaşatabilmenin arayışı içerisinde olmalıdır.
İMTİHAN GÜNÜ SORULARI
İmtihan günü insanoğluna herhalde şunlar da sorulacak,
- Sen, hizmetine sunulan tabiatı en iyi şekilde kullanmaya çalıştın mı yoksa hoyratça tahrip mi ettin?
- Sana verilen malı cimrilik ve israf etmeden, yerli yerinde kullanıp harcadın mı?
- Sahip olduğun mevkinin gereğini en iyi şekilde yaptın mı? Yoksa senin yerine bir başkası olsa daha iyi yapar mıydı?
- İyi bir evlat yetiştirmek gibi bir çaba içinde oldun mu? Yetiştirdiğin evladından memnun musun?
- Örnek gösterilebilecek bir eş miydin? Eşin senden memnun mu?
