Osmanlı’da Ramazan bereketi

Ecdadımız, Ramazan’da eşine dostuna iftar vermeyi büyük bir ibadet kabul eden ve misafir ağırlamak için çırpınırdı.İftar saatinde kapılan açık tutulur sofralar dolar taşardı.

11 ayın sultanı Ramazan, Osmanlı döneminde heyecanla beklenirdi.
Ramazan'ın habercisi hilali müjdeleyenlere 150'şer kuruş verilirdi. Osmanlı'da Ramazan günlerinde zenginler, hiç tanımadıkları mıntıkalardaki bakkal, manav vb. dükkânlarına girer, onlardan Zimem defterini yani veresiye defterini çıkarmalarını isterdi. Baştan, sondan ve ortadan rastgele sayfaların yekununu yaptırıp, "Silin borçlarını... Allah kabul etsin" der, çeker giderlerdi. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmezdi.
KAPILAR AÇIK TUTULURDU
Osmanlı'da Ramazan'da halk, eşinedostuna iftar vermeyi büyük bir ibadet kabul eder, misafir ağırlamak için çırpınılırdı.
Ramazan boyunca iftar vakitlerinde kapılar açık tutulurdu. Böylece yolda kalan ve ihtiyacı olan herkes istediği eve girer iftar sofrasına dâhil olurdu.
Bunun için tanıdık olmaya gerek yoktu ve iftar için gelenin kim olduğu da asla sorulmazdı. Osmanlı'da bayramların bilhassa çocuklar için ayrı bir yeri vardı. Bayramlıklarıyla sokakta gezen çocuklara "arife çiçeği" denilirdi.
Osmanlı'dan gelen "Arife Çiçeği" kavramı; bayramdan birkaç gün önce yapılan alışverişin ardından çocukların sabırsızlanarak giysilerini bayramdan bir gün önce, yani Arife günü, giyerek dolaşması olarak tanımlanırdı.
Osmanlı'da bayram, Sultanın bayram namazı için camiye gelişiyle başlardı.
Namaz sonrasında saraya dönen padişah önce annesinin elini öpüp ardından diğer aile efradıyla bayramlaşırdı.
KAPI TOKMAĞI
Padişah, bayram tebriğinin ardından güzel işlemeli keselerle çocuklara para saçarak onları sevindirirdi. İftarlarda kahvenin yanında su gelirdi. Şayet misafir toksa önce kahveyi alır, açsa suyu alırdı. Ona göre ya yemek sofrası hazırlanır ya da meyve ikram edilirdi.
Kapıların üstünde iki tokmak olurdu; biri kalın biri ince. Gelen bayansa kapıyı ince tokmakla vururdu.
Evin hanımı kapıyı ev haliyle bile açardı. Erkekse kalın tokmakla kapıyı vururdu. Evin hanımı kapıyı ya örtünüp açar ya da bir mahremini (kocası, oğlu vs.) çağırarak açtırırdı.
Pencerenin önünde sarı çiçek varsa "Bu evde hasta var .. Evin önünde hatta bu sokakta gürültü yapma" anlamına gelirdi. Pencerenin önünde kırmızı çiçek varsa "Bu evde gelinlik çağına gelmiş , bekar kız var. Evin önünden geçerken konuşmalarına dikkat et ve küfür etme" anlamına geliyordu.
HEM İBADETHANE HEM İLİM YUVASI
1663 yılında Eminoğlu Hacı Mehmet Ağa tarafından yaptırılmış olan Kestanepazarı, aynı zamanda bir ilim yuvasıdır. İzmir İmam Hatip'in de kurulmasında çok etkisi olmuş rahmetli Raif Cilasun ve daha bir çok mübareğin çabalamaları ile 20. yüzyılın ortalarından beri dini çalımaların Merkezlerinden biridir. Kesme taştan yapılan caminin önünde üç kubbeli bir son cemaat yeri bulunuyor. İbadet mekânı kare planlı olup üzerini merkezi tromplu bir kubbe örtüyor.
Caminin dış kenarları saçak hattından yüksek yuvarlak kemerli dışa taşkın birer pencere ile aydınlatılmıştır.
Bunun dışında ibadet mekânı iki sıra halinde pencerelerle aydınlatılmıştır. Bunlardan alt sıradakiler yuvarlak kemerli olup ikinci sıra pencereler daireler halindedir. Caminin içerisi XVIII. yüzyıla tarihlenen kalem işleri ile bezenmiştir. Kesme taş kaideli minaresi yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir.
GÖNÜL DOSTLARI
ŞAH-I NAKŞİBEND
Şah-ı Nakşibend (k.s) Hazretleri, miladî IX. Asır'dan itibaren, önemli bir ilim ve irfan merkezi haline gelen Mâveraünnehir Havzasında, Buhârâ şehrine dokuz (9) km. uzaklıktaki Kasr-ı Hindüvan (Kasr-ı Ârifan)'da dünyaya teşrif ettiler (h. 718; m. 1318).
Asıl adı, Muhammed b. Muhammed Buhârî'dir. Şah-ı Nakşibend (k.s) Hazretleri'nin doğduğu ve içinde büyüdüğü, sosyal ve siyasi şartlar; dinin aslına dönmeyi ve müslümanların tekrar eski düzenlerini kurmalarını gerektiren acziyet ve güçlüklerle dolu bir ortam oluşturmuştu.
Buhara, 1221'de Cengiz Han tarafından, ardından 1273'te ve son olarak da 1316'da, üç defa talan edilmiş, yakılmış ve hemen bütün ilmî eserler tahrib edilmiştir. Şehir bir daha o eski canlı günlerine hemen hemen hiçbir zaman kavuşamadı. Fakat müslüman halk, bir daha böyle musibetlerle karşılaşmamak için dinlerine sarılmayı da ihmal etmediler. Nakşibend (k.s) Hazretleri, daha ilk çocukluk yıllarındayken, Hacegan Tarikati şeylerinden Muhammed Baba Semmâsî (k.s) (ölm. 740/1339) Hazretleri, müridleriyle beraber o köye gelmiş ve Muhammed Bahauddin'i manevî evlatlığına kabul etmiştir.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.