Ülkemiz, muazzam bir insan kaynağına ve jeopolitik konuma sahip... Avrupa, Asya ve Afrika ile stratejik ve tarihsel bağlarımız olduğu gibi neredeyse orta ölçekte bir Avrupa ülkesinin nüfusu kadar sadece öğrenim dönemine devam eden genç insana sahibiz.
Geçmiş on yılların altyapı ve inşaat sektörü öncelikli kalkınma stratejilerinin, bunu gerçekleştirmiş İtalya ve İspanya örneğindeki gibi başarmayı becerememenin yanında günümüz konjektüründe ortaya çıkan yapay zeka ve yapay zeka destekli gerçek zamanlı veri akış tabanlı yeni kalkınma modellerinde de geç kalınırsa, güzel ülkemizin bir kaç kuşak daha, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk'ün "muasır medeniyet seviyesinin üzerini" hedefleyen ülküsünü gerçekleştirememiş olabiliriz...
EKONOMİ DALI
Bu bağlamda, farklı ülkelerin farklı ekonomik ve siyasi programlar uygulayarak, geliştirdikleri özel pratik ve bilgi biçimleri ile nasıl geliştiklerini incelemek, iktisat tarihçilerinin özel ilgi alanı olmuştur.
Paris College d'France profesörü Aghion ile Kanada Brown Üniversitesi'nden Emeritus Profesör Peter Howitt, Josef Schumpeteryen'in ünlü "yaratıcı yıkım" teorisine yaptıkları özgün katkı ile yani ülkelerin büyüme ve kalkınmasında kurumsal kalite, eğitim ve teknoloji arasındaki ilişkiye dair formulasyon geliştirerek ekonomi dalında Nobel'e uzandılar. Bu ödülü paylaşan üçüncü isim ise iktisat tarihçesi Joel Mokyr oldu...
Mokyr, çağdaş ekonomistler arasında ülke kalkınmasında ekonomik büyümenin ve genel olarak da Sanayi Devrimi'nin, esasta, kültürel ve entellektüel kökler ile açıklanabileceğine dair tezleri ile tanınıyor.
Mokyr da bir ekonomi ve tarih profesörü. Northwestern Üniversitesi'nde öğretim üyesi. 2016 yılında yayımlanan ve en popüler eseri olan "A Culture of Growth" da, modern Avrupa ekonomisinin gelişme dinamiklerinin ruhu için Rönesansın zihinsel ve entellektüel dönüşümüne atıf yapar...
Kaynaklar ve sermaye birikimi gerekli ancak yeterli değildir; entellektüel rekabet ortamı içinde bilimsel kültürün yayılarak bilginin kurumsallaşması şarttır.
Ancak böylelikle kalıcı bir yenilik dinamiği gerçekleşir ve modern çağlarda gözlemlenen büyüme kurumlarının merkezine "bilgi ekonomisini" yerleştirmeden ülkelerin refah arttırıcı bir büyüme ekosistemine katılımı mümkün olmaz.
İçine girdiğimiz çağın "yapay zeka" tabanlı bir teknolojik, dolayısı ile de ekonomik dönüşümün eşiğinde olması da, bu bilgi ve entellektüel sermaye odaklı kuramın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
FİZİK BİLİMİ
Fizik Nobelleri ise, bu bilimin yan dal uzmanlık alanlarında çalışma yapan bilim insanlarına verildi. John M. Martinez, Michelin H. Devoret ve John Clark Kuantum fiziğinde mekanik tüneller ve elektrik devrelerinde enerji kuantisizasyonu konusunda yaptıkları buluşlar nedeni ile ödüle layık görüldü...
Geçen sene, ABD'li John Hopfield ve İngiliz Geoffrey Hinton'un yapay zeka ağları ve makine öğrenimi konusunda, yapmış oldukları çalışmalar ile bu ödülü almalarından daha bir yıl bile geçmeden, yapay zekada çığır açıcı gelişmelerin olduğu düşünülürse, önümüzdeki dönemde de kuantum bilgisayarlar konusunda çığır açıcı çalışmaların gündemimize oturacağından şüphe etmemiz gerekir diye düşünüyorum!
Sonuç olarak, tekrar makalemin başına dönüyorum ve şunu söylüyorum: Üniversiteler ve akademisyenler, ülkemizin gelişme ve refahının dinamoları olmalıdırlar. Bunun için de Atatürk'ün, 25 Ağustos 1924'de Ankara'daki Öğretmenler Birliği Kongresi'nde söylediği "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür" vatandaşları yetiştirmekle mükelleftirler.
