Sydney'de yaşam gece 11’de bitiyor

Sabahları çok erken kalkıldığı için geceleri açık mekan bulmak zor. Publar ve barlar akşamüstü doluyor. Cuma ve cumartesi günleri bir mekana rezarvasyonsuz gitmek imkansız
Krallar gibi karşılandık alanda. Sıcacık bir havası var Sydney'in. Arada bir yağmur yağmasına rağmen. Otelimiz Novotel, Darling Harbour diye bilinen çok meşhur bir limanın tam ortasında. İstanbul'da olduğu gibi hemen yanında İbis Otel var. Şöyle bir yarımay düşünün denizin içinde, çevresi geniş bisiklet ve yürüme yolları onların sonu da onlarca restoran, bar, dükkanlarla çevrelenmiş. Dev Akvaryum vahşi dünya 'Wild Life World' kompleksi, dünyanın en büyük ekranlı 3 boyutlu sineması da bu marinanın içinde. Giriş işlemleri, odaya çıkış, iniş saat akşam 10 oldu Harbour'a inişimiz. Bir sürü restoranın önünden geçiyoruz, soruyoruz hepsi kapatmak üzere. Birinden zor bela masa açabileceği işaretini alabiliyoruz. Marinanın karşı tarafı gece biraz kalabiliyormuş. Ama genellikle 23'ten sonra pek insan kalmıyor belli yerler haricinde. Sebep, sabahları çok erken kalkılıyor, akşam üstleri publar ve barlar tıklım tıklım doluyor, herkes iş yorgunluğunu atıyormuş. Cuma, cumartesi ise rezerveniz olmadan hiçbir yere girme şansınız yokmuş.
KURTLARI DÖKMEK ŞART
Yani tüm hafta sıkı çalışıp akşam üstleri eve gitmeden arkadaşlarınızla bir sohbet yapıp enerji toplamak ve hafta sonları da kurtlarınızı dökmek hayat şartı olmuş bu güzel ülkede. insanları, bilhassa çocukları ve yaşlıları o kadar güzel ki... Her genç çiftin en az 2 çocuğu var. Herkes neşe içinde dolaşıyor. Görüştüğüm çoğu Sydneyli dedikodunun çok uzağında. Herkes işinin dışında ne zaman ne yapacağını çok önceden tasarlıyor, seyahat etmek, bir ev sahibi olmak, mutlak iyi bir aile kurmak buradaki insanların baş arzusu. Her türlü yaşamın çok normal karşılandığı bu ülkede herkes çok mutlu. Başta trafik, tüm devlet kurallarına aşırı bir hürmet var.
ŞIK BİR KAHVALTI
Gelelim ilk gecemize Harbour'da bir Fransız restoranı bizi 22.30'da kabul etti. Sıkı bir yemekten sonra bütün marinayı dolaştık. İnceden bir yağmur ne iyi geliyor yaz gecesinde. Sabah 7'ye kadar uyudum. Yeni yer heyecanı ile kahvaltıya hazırlandım ki, günün ilk sürprizi saat 7.30'da Fatih'ten geldi. (Öğlenden evvel beklemiyordum) Kahvaltıya geçtik. Ciddi şık bir kahvaltı servisi var otelde. Çıkıp tam önümüzdeki pasaja geçtiğimizde sadece eczanenin açık olduğunu farkettik. saat daha 8.30'du. Eczane aynı New York'taki gibi çok renkli buralarda. Tüm ilaç siparişlerimizi hallettik. Marina'yı geçip şehre devam ettik. Kısa bir caddeden ilerledikten sonra alışveriş, gezme, yemeğin her türlüsünü taşıyan en mühim caddelerden biri George Street'e geçtik. Biraz NY, biraz Hong Kong burası. Düşünün Aplle Store 5. Cadde'dekinden büyük ve de ağzına kadar dolu. Caddenin merkezinde 1898 yapımı bir Queen Victoria Building var ki hakikatten müze gibi ziyaret edilmesi gerekir. Cam tavanının altında dev saati, butik, restoran, kuyumcu ve daha çok ama hepsi birbirinden kaliteli dükkanlar mutheşem büyüleyici bir atmosfer içinde bir kompleks.
Avustralya'ya gideceğimi söylediğim Milano'daki can dostum İzi 'Dominique' adı ile büyük alışveriş merkezlerinde rastlayabileceğim bir markadan bahsetmişti. Ne göreyim 1. katta karşıma çıkıverdi. Çok kaliteli bir ayakkabı dükkanı imiş ve de sahibi Türk'müş. Hanımıyla Milano'ya alışverişe gittiklerinde çoğu Türk gibi İzi ile görüşürlermiş. Tabii kahveler, kukiler... Bize bol bol yıllardır yaşadığı Avustralya'dan bahsetti bu çok başarılı iş adamı.
FAVORİ BUTİĞİMİ BULDUM
George street'te turumuza devam ettik. Daha önce bahsettiğim gibi Londra, Hong Kong karışımı bu caddede daha çok belirgin. Dev alışveriş merkezleri yan sokaklarda da devam ediyor. The Galleries Victoria, World Square, Strand Archade daha bir çok dev alışveriş merkezleri buralarda. Afrika'da Johannesbourg'da iken çok beğendiğin ardından Londra'da ziyaret ettiğim favori butiğim 'Ben Sherman'a girmek ufak da olsa alışveriş etmek çok mutlu etti tabii ki beni.
Yarın: Sydney Tower'da geziye devam