"Gürültünün içinde yazmayı seviyorum"

NAZLI ERAY: Hala elle ve kalabalıklar içinde yazıyorum. Çok gürültü olmasını bilhassa seviyorum. Bir kozanın içine kapanıyorum. Hiç bir zaman evde masa başında yazdığımı hatırlamıyorum


HALİL FİNCAN, ENGİN TATLIBAL, ERMAN AZAR, BİRKAN YÜKSEL
Kayıp Gölgeler Kenti'ne giderken Uyku İstasyonu'nda mola verdiniz mi hiç? Ve yola tekrar çıktıktan sonra "Arzu Sapağı'nda İnecek Var" dediniz mi makiniste? İndiğiniz yerin az ötesindeki, İmparator'un Çay Bahçesi'nde durup dinlenirken ise bir bardak çay içip, tellere konan Karga Feramuz'un Aşkı'nı izlediniz mi? Eğer bunları yapmadıysanız, henüz bir Nazlı Eray kitabı okumamışsınız demektir. Eğer okuduysanız da bu röportajdan sonra yazarı daha iyi tanıyacağınıza eminiz. Türk Fantastik Edebiyatı'nın kendine göre ise Büyülü Gerçekçilik Akımı'nın kraliçesi Nazlı Eray'ı Yeni Asır TV'deki Haftalık Mecmua programında konuk ettik. Biz sorduk o söyledi ve ortaya çok hoş bir röportaj çıktı.
Erman Azar: Büyülü Gerçekçilik Akımı'nın Türk edebiyatındaki öncülerinden birisiniz. Böyle değerlendirmek doğru olur mu?
Nazlı Eray: Doğru olur. Nedir Büyülü Gerçekçilik. Bir yerde kitabın içinde fantezinin olması. Gerçeklerin ve fantezinin üstünün büyülü bir tülle örtülmesi. Benim yaptığım o. Belgesel büyülü gerçekçilik de yapıyorum. Mesela Farklı Rüyalar Sokağı kitabında Eva Peron'un, Kayıp Gölgeler Kenti'nde Stalin'in hayatını, Marilyn Venüs'ün Son Gecesi'nde Marilyn Monroe ve Kennedy'nin cinayetlerinİ anlatırken yaptığım şey. Tarihi gerçekler olduğu için, belgesel. Büyülü bir yelpazeden film gibi sunmak.
ZAMAN ATLAMASI
Halil Fincan: Ben kendi adıma çok mutluyum sizinle bu röportajı gerçekleştirmekten. Çünkü benim Nazlı Eray okuma hallerim var. Hayal gücüm köşeye sıkıştığı zaman kitaplarınıza başvururum. Bir gazeteci ve kendi çapında yazan biri olarak sizin kitaplarınızla zihnimi açtığımı düşünüyorum. Sorum ise şu. Açıkçası sizin eserlerinize baktığım zaman bir dikdörtgen görüyorum. Belki bu size göre bir beşgen veya altıgendir.

Nazlı Eray: Bir bakalım neymiş o dikdörtgen.
Halil Fincan: Dikdörtgenin bir köşesinde çok ilginç enteresan bir konu. Diğer köşesinde enterasan karakterler. Bir köşesinde tarihi şahsiyetler ve son olarak da önemli yer. Özenle seçilmiş bir ülke veya şehir duruyor.
Nazlı Eray: Çok doğru. Çok güzel tespit etmişsin. Bu bazen beşgen veya altıgen de oluyor. Değişiyor yani. Ben de bunu bir mücevher olarak görüyorum. Bir şehir daima var. Bir şehir beni motive ediyor. Tarihi kişiler her zaman var, çünkü tarihe çok meraklıyım. Bir de böyle yakın tarihe damgasını vurmuş kişiler var. 1955-1970 Hollywood dönemi ilgimi çeker. Belki ilk gençliğime denk geldiği için. Her kitap ise farklı bir açıdan çıkış noktası bulur.

Halil Fincan: Biraz da kitaplarınızdan yol haritamızı çizelim. Benim en çok yorularak okuduğum eseriniz Sis Kelebekleri'ydi. Yorulmaktan kastım şu. Sizin kitaplarınızda zaman atlaması hep var. Ama Sis Kelebekleri'nde bu neredeyse bir sayfa inmişti. Yazarken bu sizi zorlamıyor mu?

Nazlı Eray: Hiç geri dönüp okumam bile. Yoksa çok yorucu olur.
Birkan Yüksel: Bu büyük bir risk değil mi?
Nazlı Eray: Yok yok hiçbir şey olmaz. İlk satırı yazana kadar, belki kitap içimde oluşup pişiyor. O bir doluluk hissi. O bir efori neşe hali de olabilir. Ben hemen defterlerimi alırım. Bu defterlerim de rengarenk sayfalı defterlerdir. Bunun hiç çocuksulukla ilgisi yok. O defterlerle ben şunu yaparım. Bugün 15 pembe sayfa yazmışım. Ertesi gün 7 mavi sayfa yazmışım. Çünkü hala elle yazıyorum. Oturduğum zaman kalabalıklar içinde yazıyorum. Çok gürültü olmasını bilhassa seviyorum. Bir kozanın içine kapanıyorum. Ankara'da bir iki pastane var. Ya da papazın bağında. Orda da bir su şırıltısı. Niagara şelalesi gibi bir su. Topal Osman'ın eviymiş orası. Bodrum'da "Orkide Bahçesi" diye bir yer var. Hiç bir zaman evde masa başında yazdığımı hatırlamıyorum. Bütün olay ilk cümlenin altındadır. Her gün bir nehin gibi bir ırmak gibi tıkanmadan yere dökülen bir muhallebinin hare hare yayılması gibi devam ediyorum. Mesela seyahatteyken de yazmayı çok severim. O zaman iki seyahat oluyor. Benim yazım bir iç yolculuk. Bir katarsis, rüyalarımı silkelemek, anılarımı derleyip toplamak gibi. Bunu yolculuk sırasında yaptığınızı düşünün. Ama tehlikeli de. Çünkü kayabilir balık elinizden. Gerçi onu da öğrendim. O da adrenalinim benim.

'EDİTÖR DOKUNMAZ'
Engin Tatlıbal: Bir yolculuk diğerini motive ediyor. O ilk içinize yaptığınız katarsisi sağlamak için fiziki yolculuğa çıkmak zorundasınız.

Nazlı Eray: Severim. O çok zevkli. İlk defa St. Petersburg'da zorlandım. Çünkü roman Mardin'le ilgiliydi. Halfeti'nin Siyah Gülü, Mardin'de geçen bir kitap. Mardin'in bende tetiklediği bir kitap. St. Petersburg'da bir Kafede yazdım. Kent çok etkileyici. O kadar etkileyici ki garip, tuhaf, ürkütücü, artı kimseye ait değil. Girecek kitabın kapısını açacak ve kitap mahvolacak. Orda çok panikledim.
Erman Azar: Peki şunu soracağım Nazlı Hanım, diyelim ki yazdınız, kitap bitti. Sonuna doğru geldiğinizde "Şurası galiba daha iyi olurdu" demez misiniz?
Nazlı Eray: Yok hiç bakmam. Çünkü bir ruh hali. Ona editörler de dokunmuyor. O an, O bulutun geçişi, o leylağın koklanışı, o telefonun gelişi, o bir arzunun duyuluşu veya gece bir kabusun görülüşü. Belki de benim de edite etmemem lazım.
Birkan Yüksel: Peki siz kendinizle aynı evrende yazan çizen kimi görüyorsunuz?
Nazlı Eray: Woody Allen. Steven Spielberg'i de çok sever ve kıskanırım. Çünkü bunlar ellerinde sonsuz imkanlar olan adamlar. Ellerinde müthiş bir imkan ve rahatlık var. Woody de takıntılı bir adam.
Halil Fincan: Eserlerinize baktığımız zaman aralarında ciddi bir bağ var. Zeki Demirkubuz filmlerinde de vardır bu. Filmlerinden filmlerine göndermeler vardır. Siz de mesela Sis Kelebekleri'nde Mahmut Şevket Paşa'nın gündelik hayata uyumuyla, Arzu Sapağında İnecek Var'da yine Marie Antoinette'in gelip gündelik hayata adapte oluşu gibi detaylar var.
Nazlı Eray: Evet bunu çok merak ederim. O insanlar bugüne gelselerdi ne olurdu? O zekalar, o ruhlar, o yaşanmışlıklar. Bir de 21. yüzyılı görselerdi ne yaparlardı? Mesela Marie Antoinette veya Mahmut Şevket Paşa'nın bir cep telefonu olsaydı. Mahmut Şevket Paşa'nın bir cep telefonu olsaydı, öldürülmeyecekti. O "Takip ediliyorum" derdi. Arabacı yolu değiştirirdi. Belki o zaman Mahmut Şevket Paşa'nın bir jaguarı filan da olabilirdi.
Stalin'den korkardım!
Halil Fincan: Peki günümüzde kimi gözlemlemek isterdiniz?

Nazlı Eray: Çok var ama zor bir soru. Yazdığım kişileri sayabiliriz. Marilyn Monroe, Eva Peron, Stalin... Ama Stalin'den korkardım. Gerçi Stalin'in şimdi ne hükmü olur.
Halil Fincan: Son kitapta da Luis Bunuel var. Nedir bağlantısı kitapta?
Nazlı Eray: Şimdi şöyle. Kitap ben Mardin'i görür görmez başladı. Mardin'i 4.5 saat gördüm. Düş dünyam için kurulmuş bir platoydu. Bir gece kalsam belki o kitap çıkmazdı. Kapı aralığından bakmak gibi bir şey bu. Halfeti'nin Siyah Gülü'nde 4 yaşlı adam var. Bunlar alzheimerın eşiğinde. Bunlar kendi hayatlarını başkalarına bırakmamak için büyük mücadeleye girişiyorlar. İhtiyarlardan bir tanesi aşk ve tutku mazbatası bir mektubu genç bir kadına yolluyor ve Mardin'de yazar Bunuel'le karşılaşıyor. Bu Bunuel'in konusu değil mi? Bir erkeğin yaşlı bir beden hapsi. Beyin kilidi, daha genç bir kadına duyulan arzu. Aslında Bunuelisk bir yer Mardin. Bunuel'in dünyası. Bunuel Mardin'i görseydi...
Birkan Yüksel: 7 saatlik bir şey çekerdi, insanlar bayılırdı.
Nazlı Eray: Ben çok severim Bunuel'i. Bak Bunuel'i tanımak isterdim günümüzde. Onunla zaman geçirmek isterdim. Son nefesim adındaki anılarını okudum. Anıları, rüyaları, bellek, Madrid, Toledo, mezarlıkların onu etkileyişi. Onunla konuşmayı çok isterdim.
"Çocukların heyecanı kontrolsüz"
Halil Fincan: Çocuk kitaplarınızdan bahsedelim biraz da...

Nazlı Eray: Benim en sevdiğim Karga Feramuz'un Aşkı. Karga Feramuz babaannem Cevriye Hanım'a aşık oluyor. Özeti şu: Acaba Karga Feramuz bir insanı tutkuyla sevebilir mi? Onun bütün hayatını ağaçtan takip ediyor. Onun kına gecesini, onun Namık dedemle evlenişi, babamın doğuşunu filan. Yıllar geçtikten sonra Nazlı'nın İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndeki bazı serüvenlerini korumak için Üsküdar üzerinden uçup gidiyor.
Birkan Yüksel: Batıda bazı fantastik kitaplar okuyoruz. Kurduğu fantastik dünyada dahi günümüzün üretim ilişkilerini sürdürüyor. Harry Potter bir değnek alacak, parası yeten daha iyisini alıyor. Sizce büyülü gerçekçiliğin çocuklar üzerinden böyle bir misyonu olmalı mı?
Nazlı Eray: Bence olmalı. Onların pencerelerini tamamıyla açmalı. Onlar istedikleri gibi hayal dünyasında serüven yaşarken bir yandan da insancıl duygularını kaybetmemeli. Bu kitapta karşılıksız bir aşk anlatılıyor.
Engin Tatlıbal: Çocuk edebiyatı çok önemli. Son yıllarda yayınevlerimiz bu anlamda ciddi atılım yapıyorlar mı? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Nazlı Eray: Yapıyorlar. Gayet iyi buluyorum. Ben çocuk kitaplarını 2 yıldır yazıyorum. İkinci yazdığımla ödül aldım. Okullarda kitaplarım okutulmaya başladı. Okullarla buluşmalarım var. Olağanüstü bir şey. Her seferinde bir ezilme tehlikesi. Çünkü kontrolsüzler ve bu çok güzel. Kitaplarını imzalatmak istiyorlar.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.