BOZCAADA YAZI DİZİSİ / BÜLENT GÜRLÜK
Gazetecilik, ofisinizden ya da atölyenizden çıkarken kapının eşiğinde bıraktığınız mesleklere benzemez. O kimlik üstünüze yerleştiği, o mürekkep kanınıza karıştığı andan itibaren nerede olursanız olun hep sizinledir, hep içinizdedir.
7 gün 24 saat gazeteci gibi yaşar, uyur, düşünür ve o gözle değerlendirirsiniz çevrenizi... Tatildeyken bile gezdiğiniz yerlerden okuyucuya ne aktarabileceğinizi kurgulayan bir makine gibi tıkır tıkır işler kafanız. Önceleri duruma tepki gösteren eşiniz de bir süre sonra o tıkırtılara ayak uydurmaya alışır, hatta 'şurayı da çek, bunu kaçırma, şunu da mutlaka yaz' diyerek heyecanınıza katılır.
Bu yüzden son köşe yazımda izne ayrıldığımı söylediğim okuyucularımız, kendilerinden uzak kaldığımı sanmasın. Burhaniye'deki baba yazlığından turla hareket ederek Bozcaada kıyılarına yaklaştığım andan itibaren, adanın tarihinden girip günlük yaşamına varıncaya dek tüm nüansları kaydetmeye, gördüğüm güzellikleri karelere dökmeye başladım.
KALE SURLARININ SIRRI
Bozcaada'ya gitmek için, Çanakkale'ye bağlı Geyikli İskelesi'ne varıp, oradan feribotla karşıya geçmeniz gerekiyor. Ada turları genelde günübirlik. Ama ben, eşim Derya ve operadan arkadaşımız Çiğdem, turla geçtiğimiz Bozcaada'da kalarak ertesi günü de orada geçirdik. Kardeşim Rana ise geldiğimiz turla döndü.
Çanakkale Boğazı'nın girişinde yer alan, boğazı kullanacak gemilerin kontrollü geçişi için sıraya girdiği Bozcaada, surları kıyı boyunca uzanan kocaman kalesiyle karşılıyor konuklarını.
Tur rehberimiz Yasin, anlatımına kalenin tarihçesiyle başlıyor. Konumu nedeniyle tarih boyunca istilaya uğrayan Bozcaada'yı korumak amacıyla inşa edilen kalenin ilk olarak kimler tarafından yapıldığı muamma. Adayı ele geçirmek üzere birbiriyle didişen Fenike, Venedik ve Cenevizlilerin yağmalarına direnen Bozcaada Kalesi'nin bugünkü hali alması ise Fatih Sultan Mehmet dönemine rastlıyor. Yıl 1455.
Temmuz'un ortasında fırtınanın savurduğu Bozcaada'da, ilk olarak kale surlarının devamında irili ufaklı teknelerin bağlandığı şirin limanı gözüme çarpıyor.
İçerilere doğru ilerledikçe Türk ve Rum mahallelerinin yer aldığı adanın sakinliği, düzeni, çınar ağaçları altına kurulan kafeleri, hepsi de aynı boy ve bordo renkli tenteleriyle sıralanmış dükkanları, gözü yormayacak bir ada atmosferini solumamızı sağlıyor.
Türk mahallelerine göre daha çok göze hitap eden Rum sokakları gayet bakımlı, özenli... Pencere ve kapı önleri rengarenk çiçeklerin açtığı saksılarla süslü.
Adanın görüntü güzelliği öylesine önemseniyor ki tüm yapıların dışı taştan olmak zorunda.
Bozcaada'daki günlük hayata, sonraki bölümlerde özel yer ayıracağım. Ama şimdiden, 40 kilometrekarelik yüzölçümüyle Türkiye'nin 3'üncü büyük adası olan coğrafyanın üzüm bağlarıyla kuşatıldığını, Türkiye ölçülerinde kaliteli şaraplarıyla ün yaptığını ve kendi markalarını yarattığını söyleyebilirim. Şarapçılığın yanı sıra reçelleriyle adını duyuran Bozcaada, güzel koyları ve ince kumla örülü plajlarıyla da turistik bir çekiciliğe sahip.
MAVİ CAN ALIYOR
Ada turundaki ilk durağımız, uçsuz bucaksız ekili araziler arasında, tadım için mola verdiğimiz bir reçel firmasıydı. Ahşaptan kurulan açık bir tadım barının ardındaki yetkilinin küçük kaplara koyduğu reçeller içinde en ilginci domates reçeliydi. Ama tatlılık derecelerinin, ekipteki arkadaşların damak zevkini biraz aştığını, güneş altında insanın boğazını yaktığını da dile getirmeliyim. Yöresel lezzetlerine rağmen, Antalya'nın eline su dökecek durumda değiller.
Oradan kalkıp güney kıyılarına doğru ilerlerken, adeta yolunuzu keserek sizi aracınızdan indirecek deniz manzarasının adı ise 'Akvaryum Koyu'. Yeşilliğin alabildiğine maviyle buluştuğu Akvaryum Koyu'nu zamanda ölümsüzleştirmek isteyen herkes gibi bol bol fotoğraf çektirdik. Mavinin can alıcı tonlarına ve dibi görünen pırıl pırıl suyun acımasız davetine karşı koyamayanlar, tepelerden kendine uygun bir güzergah seçmek zorunda. Çünkü aracın inmediği koyda, kayalıklar arasına sokulmuş muhteşem bir deniz saklı.
MANASTIRDA ŞENLİK
Tarihselliği ve etkileyici hikayesiyle ziyaretçilerini şaşırtan Ayazma Manastırı da görülecek noktalardan biri. Ama korunmamış, harabe görüntüsündeki şapelin mutlaka aslına uygun biçimde elden geçirilmeye ihtiyacı var. Her temmuzda düzenlenen 'Ayazma Şenliği'ne ev sahipliği etmesi, o tarihlerde ibadete açılması ve Rum gençlerinin nişanlanma geleneği, Ayazma'ya dinsel-kültürel bir kimlik kazandırıyor.
Ayrıca ulu çınarların gölgesindeki manastırın yaz kış hiç durmadan akan çeşmesinden su içen herkes Bozcaadalı sayılıyor. Tabii suyun çevresindeki dev eşek arılarının arasına başını uzatma cesareti gösterebilirlerse...
Ayazma Manastırı'na adı verilen, 'aşkından ölen' Rum azize Aya Paraskevi'nin acı öyküsü, onun adına her Temmuz'da kutlanan bayram ve törenlerde erkeğin dans teklifine karşılık veren kızın onunla nişanlanmış kabul edilmesiyle ilgili hikayelere yarın devam edeceğiz.
Bir de Bozcaada'da tattığımız şaraplara, adanın şarapçılıkta eksik bulduğum yönlerine ilişkin söyleyeceklerim var tabii ki...
