RÖPORTAJ: SIRMA GÜVEN
Kerem Görsev başarı acaba mütevazılıkla doğru orantılı mı diye düşündürecek kadar alçakgönüllü. Sanatçı ile Adnan Saygun Sanat Merkezi'nde verdiği konser öncesi görüştüm. Görsev'i önümüzdeki aylarda, onun deyimiyle, "Cazın amiral gemisi" İzmir'de, "ASSM harikalar diyarında" tekrardan izleme fırsatımız olacak.
- Nasıl bir çocukluk, ailenizin müziğe teşviki oldu mu?
Babam sayesinde evimizde hep klasik müzik dinlenirdi. Evde hep Beethoven piyano konçertoları, Rachmaninoff, Tchaikovsky, Chopin çalardı. Anne karnından itibaren ben bu müziklerle doğup büyüdüm. Rahmetli amcam piyano çalardı. Dayım akademide ressamdı ama çok iyi keman çalardı. Altmışlı yılların başında Fransız filolojisinde okuyan teyzem o yıllara ait Mireille Mathieu, Johnny Hallyday, Beatles gibi zamanın popüler sanatçılarının şarkılarını dinlerdi. Ben de çocukken bunları dinleyip bu melodilere ritm tutup eşlik ederken farkettiler ki iyi bir müzik kulağım ve yeteneğim var. Hemen beni tutup konservatuvar sınavlarına soktular ve böylece kendimi konservatuvarda buldum. Yetmişli yıllarda ise ağabeyim ve caz tutkunu arkadaşları sayesinde içime bir caz virüsü girdi. O gün bu gündür ben hala çok iyi bir caz dinleyicisiyim. BABA ARŞİVİ - Sağlam bir müzik arşiviniz olmalı o zaman.
Beş sene önce babam Eskişehir Üniversitesine beş bin küsur tane plak, CD ve kayıtlarını bağışladı. Kütüphanenin içinde Gündoğan Görsev odası yaptılar, içerisine müzik sistemi de kurduk. Babam önce arşivini bana teklif etti. Ben halkın faydalanabileceği bir yerlerde olmasını tercih ettim. Müzik eğitimine katkısı olur, hem ismi orada anılmış olur hem de manevi olarak tatmin oluruz diye düşündüm.
- New York 'da çeşitli çalışmalarınız oldu. Kariyerinize neden orada değil de Türkiye'de devam etme kararı aldınız?
Ben New York'u çok seviyorum. Amerika benim için New York hatta Manhattan demektir. Dünyanın bütün sanat dehaları dünyada bir yer etmek için sihir bulmaya gelirler. Ben de oraya gidip üç dört tane plak kaydı yaptım ama asla oraya yerleşmeyi, orada yaşamayı düşünmedim. Ben Türkiye'de doğdum, İstanbulluyum ve İstanbul'da yaşamaktan son derece mutluluk duyuyorum. Türkiye'ye hizmet etmek bana tarifsiz bir mutluluk veriyor. Ben asker kökenli bir aileden geliyorum. Bana bu ülke baktı, bu ülkenin maaşlarıyla büyüdüm, bu ülkenin okullarında okudum. Ben de ülkeme borcumu sanatımı paylaşarak ödüyorum.
- Türkiye'de caz denince ilk akla gelen isimsiniz.
Türkiye'de caz müzisyenleri arasında tabii ki benden öncesi de var. Belki benim daha sıcak ve sevecen bakmamın getirdiği bir avantaj vardır. Caz bir hayal kurdurma mekanizmasıdır. Bana hayal kurduran, dinlediğimde yapmak istediklerimin anahtarını veren, inanarak çaldığım bir müzik.
MAHALLE KÜLTÜRÜ - Her caz parçasının bir hikayesi bir kahramanı vardır diyorsunuz. Emirgan bestenizin hikayesi nedir?
Caz uzun yaşanmışlıkların hikayesidir. Emirgan asırlık çınarların altında kahvemi içtiğim, denizime girdiğim bir yer. Emirgan'da şehirden ayrı bir mahalle kültürü vardır. Bakkalım, kasabım yumurtacım, balıkçım var. Bahçemde yetiştirdiğim domateslerim var. Ben hiç bir zaman şehirleşmeyi ve kalabalığı seven bir insan olmadım. Bu benim yaratıcılığımı zedeler. Emirgan bestesinde de yaşanmışlıklarımın hikayesi vardır.
- Dünyada ki melodi sıkıntısının sebebi sizce nedir?
Kesinlikle teknolojinin duyguları yok etmesi. Kırklı ve ellili yıllar dünyanın ekolojik dengesinin bozulmadığı, büyük şehirlerin henüz göçler almadığı, İstanbul'da eğitimli halkın bulunduğu bir dönemdi. Teknoloji yok. İnsanlar o dönem duygularını mektuplar yazarak anlatıyor. Seksenli yılların başında Amerika'dan eşime mektuplar yazardım. İçine gül filan koyardım. Mektup on günde giderdi. Şimdilerde ise hayatımıza teknoloji girdi, duygular mekanikleşti. Duygular mekanikleşince kalpten çıkacak üretimler de değişti. İnsan ilişkilerinde sevgi yerini menfaatlere bıraktı. Sevginin dostluğa dönüşemediği ilişkiler yaşıyor artık insanlar. Şimdi elektronik müzik çıktı. Nasıl duygular ön plana çıksın ki. Bilgisayarda yapılan müzikleri suni buluyorum.. Ben hala kurşun kalemimle silgimle kalemtıraşımla çalışan, duygularını korumaya ve yoğunluğunu kaybetmemeye çalışan bir besteciyim.
- Büyük şehirler dışında Anadolu'da da bir çok şehirde sık sık konserler veriyor, festivallere katılıyorsunuz. Buralardaki ilgiyi nasıl değerlendirirsiniz?
İlgi çok büyük. Ne ekerseniz onu biçersiniz. Bazı kurallarımız var, gerçi bazen bunu şımarıklık olarak da değerlendiriyorlar. Mesela ben kuyruklu piyano olmayan bir yerde konser vermem. Ben arzuhalci değilim ki herhangi bir masanın üzerine konmuş klavye de müzik yapayım. Bu samimi olmaz. Benim çaldığım müzikte bir hikaye var ve ben bu hikayeyi piyanoda anlatmak zorundayım. Konsol piyano da değil, kuyruklu piyano olmak zorunda.
PİYANO VAHŞİ AT GİBİ - Evinizde nasıl bir piyanonuz var?
Bir kaç tane piyanom var benim. Seksen yıllık Steinway bir piyanom var, bir tane Yamaha CF3S piyanom var, konsol tipi piyanom var. Piyanolarım iyi arkadaşımdır benim, severim piyanolarımı. Piyanolar vahşi at gibidir. Üstüne iyi binemezsen senin acemi olduğunu anlarsa performans vermez. Hemen hakimiyeti alacaksın, boynuna sarılacaksın.
- Kariyerinizin en parlak döneminde baba olmak sizi nasıl etkiledi?
Yaşıtlarımın çocukları on, on beş yaşlarına geldiğinde benim ki daha yeni doğmuştu. Geç baba oldum yani. Nisan doğduğunda bir şey olur korkusuyla birkaç ay kucağıma bile alamadım. Şimdilerde ise onunla arkadaş gibiyiz, çok ortak zevklerimiz var. Beraber büyüttüğümüz köpeklerimiz var.
Bizler kompleksli insanlar değiliz - Kızınızın müzikle arası nasıl? Mum dibine ışık veriyor mu?
Nisan üç sene konservatuvarın piyano bölümüne gitti. Sonra "babacım ben istemiyorum" dedi. Peki dedim. Zorla bu iş olmaz, bu iş gönül işi, zevk işi. Ama tabii üzüldüğüm konu şu: Benim kızın hakikaten piyanoda iki üç sesi ayırt edebilen iyi bir kulağı, iyi bir solfeji ve yaratıcılık duygusu vardı. Belki de ben istediğim için beni kırmamak için gitti konservatuvar ama istemediğini anlayınca hemen aldım onu okuldan.
- Ekim ayında İtalya'nın Bologna şehrinde Filarmonia Arturo Toscanini senfoni orkestrası ile beraber konser verdiniz. Seyirci kitleniz nasıldı, Türk bir müzisyene ilgi nasıldı?
Avrupalılar önce bir gererler tabii kendilerini ama bizler kompleksli insanlar değiliz oldukça rahat insanlarız. Müziğimizi çalmaya başladığımızda onlarda rahatlar, gevşerler, teşekkür edip giderler. Bu konser gerçekten önemli bir gelişmeydi bizim açımızdan. Belediye, Bologna'daki bu tarihi meydanda halka açık etkinlik yapılmasına sadece senede bir defa izin veriyor. Ülkemize yabancı şeflerin, orkestraların gelmesine çok alışkınız oysa ki bunun tam tersinin olması yani Türk bir caz sanatçının davet alması çok gurur vericiydi.
Saf ve temiz müzik... - Hiç bir konserden sonra "bugün hiç istediğim gibi olmadı" dediniz mi hiç?
Güzel bir konserin ardında yatakta rahat uyursunuz, rahatlarsınız. Allah göstermesin bugüne kadar huzursuz uyuduğum bir gece olmadı. Saf ve temiz müzik üretmek dünyadaki en güzel şey benim için. Hoşuma gitmeyen hiçbir grupta çalmam, içime sinmeyen hiçbir projeye dahil olmam. Para bana istemediğim bir işi asla yaptıramaz.
YABANCISI DEĞİLİM - Peki son olarak İzmir için düşünceleriniz nelerdir?
Her sene beş veya altı kez geldiğim yirmi küsur senedir hep mutlu ayrıldığım, hiç de yabancısı olmadığım bir şehir İzmir. Cazın yayılması bakımından İzmir, Türkiye'nin en önemli amiral gemilerinden biri. İzmirliler caz müziğini seviyorlar. İzmir'e saygısızlık yapmamak lazım. Çalmış olmak için gelip, olmadık projelerle İzmirlilerin karşısına çıkmak olmaz. Konser mekanları kutsal yerlerdir. Herkese böyle yerlerde çalmak nasip olmaz. Dünya üzerinde en sevdiğim konser salonlarından biridir Adnan Saygun Sanat Merkezi. Dünya üzerindeki en iyi üç salon arasına sokabilirim rahatlıkla. Teknik donanımı, piyanosu, sahnesi, çalışanlarıyla dünyaya örnek olacak muhteşem bir yer.
