İslam'ın nihai hedefinin gerçekleşmesi Hz. Peygamber'in yolundan gitmeye, sünnetine uymaya bağlıdır. Kuran-ı Kerim'de Allah'ı sevmenin yolunun ona (sas) tabi olmaktan geçtiği bildirilmiştir. Onu tanıdıkça ve sünnetine uydukça Allah'a, hak ve hakikate bağlılık ve sevgimiz artacaktır
Prof.Dr. Himmet KONUR
himmet.konur@deu.edu.tr
"Peygamber" kelimesi dilimize Farsçadan geçmiştir. Kelime olarak haber veren kimse demektir. Arapça "nebi" ve "resul" terimlerine karşılık olarak kullanılmıştır. Terim olarak "Allah Teala'dan aldığı vahyi insanlara bildiren kimse" demektir. Resul ve nebi terimleri de -aralarında nüans bulunmakla birlikte- hemen hemen aynı anlama gelmektedir.
Yüce Rabbimiz insanlık tarihinin başlangıcından itibaren yeryüzüne birçok peygamber görevlendirmiş ve göndermiştir. Müslümanlar, bunlar arasında ayrım gözetmeksizin hepsine inanır, sevgi ve saygı besler. (Bakara, 2/285)
Peygamberler kendilerine vahy olunanı insanlara bildirmekle yükümlüdür. Bunun yanında onlar vahyi açıklamış, hayata geçirmek için çalışmış ve insanlara örneklik ve önderlik etmiştir.
Diğerlerine de peygamber denilmekle birlikte ülkemizde Hz. Peygamber denilince Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sas) anlaşılır. O (sas) bizlere söz, davranış ve onaylarıyla/ takrirleriyle örnek olmaya ve doğru yolu göstermeye çabalamıştır.
GÜZEL BİR ÖRNEKTİR
Onun hangi söz ve davranışlarının bizler için bağlayıcı olduğu konusunda geçmişten beri alimler arasında görüş farklılıkları olmuştur. Onun ahlaki özellik ve davranışlarının örnekliği ise tartışmasız olarak kabul görmüştür.
İnanç ve ibadetlerle ilgili açıklama ve uygulamaları da bizler için bağlayıcıdır. Zira bunlar dikkate alınmadığında Müslümanlar için ortak bir inanç dünyası ve ibadet anlayışından söz edilemez.
Bir de onun giydiği elbisenin kumaşı veya modeli, yiyecek ve içecekleri, temizlik için kullandığı nesneler gibi içinde yaşadığı dönemin ve toplumun gelenek göreneklerine, coğrafi şartlarına bağlı tercihleri vardır ki çoğunlukla bunlar "sünnet" kapsamı içinde değerlendirilmemiştir.
GÜLER YÜZLÜYDÜ
Kuran-ı Kerim'de onun "yüce bir ahlaka sahip olduğu" (Kalem, 68/4), "müminlere karşı şefkatli ve merhametli olduğu (Tevbe, 9/128), insanları incitmekten kaçındığı (Ahzab, 33/53), "nazik ve yumuşak kalpli olduğu (Al-i İmran, 3/159) bildirilmektedir. Bu ve benzeri özellikleriyle o bizim için tartışmasız "güzel bir örnektir." (Ahzab, 33/21)
Onun bize intikal eden ahlaki özelliklerinden bazıları şöyledir:
"O güler yüzlüydü ve güler yüzlü olmayı tavsiye ederdi. Üzerindeki ağır sorumluluğa ve karşılaştığı zorluklara rağmen, son derece mütevekkil ve huzurlu bir insandı. Yumuşak huylu idi. Çevresindekilerle çok yakından ilgilenirdi. Onların her birinin imanını, tavrını, temizliğini, neşesini, sağlığını yakından takip ederdi. Eksiklerinin ve ihtiyaçlarının giderilmesini sağlar, gönüllerini alırdı. Yanından çıkanlar neşe ve huzur içinde ayrılırlardı. Tanıyıp sohbetinde bulunanlar ona severek sokulurdu. Birlikte oturduğu kimselerin her biriyle ilgilenir, farklı muamele ettiği izlenimi vermezdi. İhtiyacını gidermesi için onunla oturan veya onu ayakta tutan kimseye karşı sabırlı olur, o kişi ayrılmadıkça kendisi onu terk edip ayrılmazdı. Ashabını özler, (göremediği zaman) sorardı. İnsanların durumlarının nasıl olduğunu, işlerinin ne alemde olduğunu da sorardı. (...) Kimsenin sözünü kesmez, bitirinceye kadar beklerdi."
İslam'ın nihai hedefinin gerçekleşmesi onun yolundan gitmeye, sünnetine uymaya bağlıdır. Kuran-ı Kerim'de Allah'ı sevmenin yolunun ona (sas) tabi olmaktan geçtiği bildirilmiştir. Onu tanıdıkça ve sünnetine uydukça Allah'a, hak ve hakikate bağlılık ve sevgimiz artacaktır.
Eski İzmir'den çizgiler
Prof. Dr. Mehmet Demirci
mehmetdemirci@hotmail.com
Kadifekale eteklerinden Basmane'ye kadar olan bölge İzmir'in eski ve asıl Türk yerleşim mahalliymiş. Oralarda cami, tekke, türbe, çeşme olarak bir yığın tarihi ve kültürel eserimiz bulunmaktadır. Bu yerler ne yazık ki, kendi kaderine terk edilmiş, maddi-manevi yoksulluğuyla baş başa bırakılmıştır. 70-80 yıl öncesine kadar İzmir'in en önemli kültür ve sanat merkezi olan İzmir Mevlevihanesi'nden bugün hiçbir iz ve eser yoktur. Mevlevihane, 806. sokakta idi.
MUTEBER MEVKİLERDİ
150 sene içinde şehirler ve telakkiler ne kadar değişiyor! Bursalı Mehmet Tahir, İzmir Mevlevihanesi'nin kurucusu olan Halil Akif Dede'den bahsederken, "O zaman için şehrin en güzel yerinde Mevlevihane'yi kurdu" diye yazmış.
Bugünkü duruma bakarak insanın inanası gelmiyor. Daracık eğri büğrü sokaklar, dik yokuşlar ve yoksulluk manzaraları görülüyor. Demek ki o zamanlar körfeze tepeden bakan bu semtler, en muteber mevkilermiş. Araç trafiği olmadığı için sokaklar rahatmış.
KENT İÇİN EKSİKLİK
Mehmed Akif adeta haykırır: "Sahipsiz olan memleketin batması haktır / Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır."
Vatanın batması sadece düşman işgaliyle olmaz. Artık devrimizde kültür savaşları hakimdir. Vatana sahip olmak milli kültürü canlı tutmakla olur. Tarihi ve milli eserlerimizi ihya edip çağın şartlarına uygun şekilde sergilemek de bu işin önemli bir parçasıdır. Antik yapılarla Türk dönemi yapılarının yan yana sergilenmesi, ayrı bir zenginlik arz eder.
Agora ve çevresi için büyük istimlaklar yapılıp yerin altından adeta yeni bir kompleks çıkarılıyor. Evet yapılsın. O da kültürümüzün bir parçası. Ama iki adım ötede yerin üstündeki Emir Sultan Külliyesi için hala hiçbir şey yapılmamış olması bu şehrin eski ve yeni sorumluları için bir eksikliktir.
SONUÇSUZ ÇABALAR
Tarihçi ve milli kültür sevdalısı bir avuç idealist insanımızın yıllardır gösterdiği çabalar bir türlü sonuç vermedi. "Projesi yapılıyor, İzmir 1 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun kararını bekliyor," "Vakıflar İdaresi işe el attı" gibi cılız beyanlara rağmen görünürde hiçbir şey yoktur. Nihayet 2011 Vakıflar'ın projesiyle İzmir Büyükşehir Belediyesi bir restorasyon başlattı. Ama çok cılız bir bütçeyle. Ne yazık ki birkaç ay sonra o da yarım bırakıldı. Emir Sultan yine kaderine terk edilmiş durumda.
Ömer Faruk Huyugüzel 1850-1950 yılları arası İzmir'in kültür ve sanat hayatını incelemiştir. İzmir Fikir ve Sanat Adamları adlı kitabında ulaştığı sonuçlardan biri şöyledir:
Cumhuriyet'in ilanına kadar olan dönemde bu kurumlar (tekke ve zaviyeler) İzmir'in fikir ve sanat hayatında önemli bir rol oynamıştır. 1850'den itibaren daha çok Mevlevilik ve Bektaşilik'e bağlı olduğunu bildiğimiz bazı tekke ve dergahlar dikkati çeker. Ayrıca Mısri ve Rifai dergahları da vardı.
İzmir'in tanınmış şeyhleri bir taraftan halkı aydınlatma, yani "irşad" görevini yaparken, bir taraftan da dini ve edebi eserler meydana getiriyorlardı. Bu merkezlerden en çok dikkati çeken Emir Sultan külliyesidir. Bu konuya devam edeceğiz.
