Hayat, bazen bir tiyatro sahnesine benziyor. Herkesin bir rolü, bir kostümü, bir repliği var.
Ama perde kapanıp sahne boşaldığında, geriye kim kalıyor? Gerçek sen mi, yoksa başkalarının görmek istediği kişi mi? "Neysen o ol" derler. Basit gibi duran ama aslında en zor gelen şeylerden biridir bu. Çünkü neysen o olmak, bir tür çıplaklık ister; sahte ışıkları kapatmayı, maskeleri indirmeyi, başkalarının beklentilerini sessize almayı gerektirir. Oysa biz büyürken başka bir şey öğrendik: Uyum sağlamak, kabullenilmek, beğenilmek, dışlanmamak için gerektiğinde kendimizi saklamak. Çocukken kim olduğumuzu bilirdik aslında. Ne sevdiğimizi, ne istemediğimizi içgüdüsel olarak anlardık.
Bir yemeği beğenmezsek suratımızı buruştururduk, istemediğimiz bir şeye "hayır" demekten çekinmezdik.
Ama sonra büyüdük. "Ayıp olur", "ne derler?", "kırılır", "yanlış anlarlar" gibi cümlelerle tanıştık. Ve bir gün, gerçek "ben" içimizde bir kenara çekilip sessizliğe büründü. Peki, neden bu kadar korkuyoruz kendimiz olmaktan?
Çünkü "neysen o olmak", bazen yalnız kalmayı göze almak demek.
Herkesin "evet" dediğine "hayır" demek demek. Gülünmediğinde gülmemek, istemediğinde gitmemek, yorulduğunda durmak demek. Ve tüm bunlar, başkalarının gözünde "tuhaf", "soğuk", "mesafeli" ya da "zor" olmakla etiketlenmek demek olabiliyor.
Oysa bunların hiçbirinin "kendin olmanın" yanında bir önemi yok.
SAHİCİLİĞİN BEDELİ
Kendin olmak bir risk midir? Evet, öyledir. Belki bazı insanları kaybedersin.
Belki anlaşılmazsın. Belki yalnız kalırsın. Ama tüm bu risklerin içinde çok değerli bir şey var: İç huzur.
Çünkü her rol, bir bedel ister. Her yalan, bir parça seni eksiltir. Ama her dürüstlük, bir parça seni çoğaltır.
Kendin olduğunda, seni seven insanlar da gerçekten seni sever. Sırf uyum sağladığın, hayır diyemediğin ya da onların dilinden konuştuğun için değil.
Olduğun kişi olduğun için, seni sen olduğun için severler. Ve bu sevgi, en saf olanıdır.
Bugün, her şeyin filtrelendiği bir çağda yaşıyoruz. Sosyal medyada herkes "en iyi versiyonunu" gösteriyor.
Sanki dünya bir vitrin olmuş da herkes kendi camına en parlak objeleri koymuş. Bu ortamda neysen o olmak, sadece ruhsal değil dijital olarak da bir meydan okuma halini aldı.
Paylaşım yapmadan önce kaç kişi ne düşünecek diye düşünüyoruz? Ya da beğenilmek uğruna aslında bizimle alakası olmayan şeyleri yapıyor, anlatıyor, yaşıyoruz. Oysa gerçekten güçlü olan, filtresiz kalabilendir. Kusurlarıyla, eksikleriyle, iniş çıkışlarıyla görünmeyi göze alabilendir.
'HAYIR' DİYEBİLMEK
Kendin olmanın en temel yollarından biri: "Hayır" demeyi öğrenmek.
Hayır demek, bencillik değil. Kendine sadık kalmak. İstemediğin bir yerde bulunmamak, gönülsüz bir iyilik yapmamak, sırf birini mutlu etmek için kendinden vazgeçmemek... Bunların hepsi, kendi benliğini korumanın yolları. Unutma, herkesin istediğini yaparak mutlu olamazsın. Ama kendi iç sesini duyup ona göre yaşadığında, gerçek bir tatmin duygusu gelir. Bu, dışarıdan değil içeriden yükselen bir huzurdur. Ne sosyal medyada, ne kalabalıklarda, ne onaylarda bulunur.
Sadece kendinle kaldığında seni rahat bırakan o iç sesle gelir.
Belki de ömür dediğimiz şey, kendimize dönüş yolculuğudur.
Başkalarının çizdiği rotalardan sapıp, içimize dönmenin, kendimizi yeniden tanımanın ve kabul etmenin yoludur.
Kendi rengini bulmak ve o renkte yaşamaya cesaret etmek...
"Neysen o ol" demek, klişe değil; cesaret isteyen bir fark ediştir. Her gün kendinle aranda kurduğun en dürüst cümledir. Herkese değil, kendine dürüst olduğun an başlar gerçek yaşam.
Ve belki de en büyük başarı; başkası olmadan, sadece kendin olarak, bu dünyada var olabilmektir.
