Libya Genelkurmay Başkanı Muhammed Ali Al-Haddad ve beraberindeki heyetin içinde oldukları kiralanmış uçağın Ankara yakınlarında düşmesinin ardından olayın teknik boyutu ve sabotaj ihtimali kamuoyunda geniş biçimde tartışılıyor. Kardeş Libya ordusunun beyin adamı ve yardımcılarının şehit olmalarının "kaza sonucu mu, yoksa bir sabotaj nedeniyle mi" gerçekleştiği şimdilik bilinmiyor. Hüküm verebilmek için henüz erken. Ama sorular artıyor, tartışmalarda sabotaj ihtimali çoğalıyor. Kritik şartlarda yaşanan, zamanlama açısından dikkat çeken bu tür trajik olayların her zaman kuşkuyla karşılandığı unutulmamalıdır. Şüpheler giderek artarken, "kaza" ihtimali zayıflıyor; "sabotaj" ihtimali ise ister istemez güç kazanıyor. Ortada yalnızca düşmüş bir uçak değil, yanıtlanması gereken ciddi güvenlik soruları akıllarda dolaşıyor.
MOTOR ŞÜPHELERİ
Tartışmalara ve akıllarda dolaşan soruların ağırlığına bakınca, Fransız Falcon uçağının kendiliğinden gelişen sıradan bir teknik kaza olma olasılığı çok az görünüyor. Düşen Falcon-50 tipi uçakları kiralayan şirket Malta'da faaliyette bulunuyor. Başındaki isim, Fransız isimli Oliver. Kiraladığı Fransız menşeli uçakların motorlarının kontrolünü Fransa'da gerçekleştiriyor. Amerika menşeli motorlar ve aviyonik sistemler kullanılıyor. Üzerinde Amerikan Honeywell Aerospace şirketinin üretimi olan TFE731 serisi motor bulunuyor. Aviyonik ve uçuş elektroniği ise Amerikan'ın; Honeywell Aerospace'nin yanı sıra Rockwell Collins ve BendixKing şirketlerinden temin ediliyor. Libya heyetinin kiraladığı uçak konusunda, Fransa ve Amerika ismi geçmesi şüpheleri artırmış görünüyor. Fransız uçağının motoruyla ilgili konuştuğum bir duayen abim, çok önemli bir hatırlatma yaptı. Amerikan istihbarat servisi CIA ajanı John Perkins "Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları" adlı kitabında, "Panama Kanalı ve Amerikan askeri üsleri konusundaki görüşlerinden dolayı Washington çıkarlarının gazabını üzerine çeken Panama Devlet Başkanı Omar Torrijos... 1981'de, CIA suikastlarının bütün işaretlerini taşıyan bir uçak kazasında hayatını kaybetti." diye yazmış (Sayfa: 317 ve 318). CIA ajanının ibretlik itirafı, geçmişteki bir sabotajı belgeliyor. ABD-CIA'in muhtelif şekillerde organize ettiği sabotajlar arasında "kaza süsü vermek suretiyle uçak düşürmek" klasik yöntemleri olduğundan, düşen uçaklara dikkatle bakılmasında büyük yarar olduğu bir gerçektir.
EŞREF BİTLİS ÖRNEĞİ
Bir örnek Türkiye'den. 17 Şubat 1993'te Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis ile beraberindekilerin hayatlarını kaybettiği uçak "kazası"nın bir suikast olduğu ağırlıklı bir görüştür. Rahmetli Eşref Bitlis, emperyalist ülkelerin aparatı terör örgütü PKK'nın tasfiye edilmesini sağlayacak bir planı görüşmek üzere Irak'a giderken, Ankara'dan kalkan uçağı maalesef düşmüştü!
Libya uçağıyla ilgili, Devlet Bahçeli'nin açıklaması da çok dikkat çekici: "Türkiye-Libya arasındaki samimi ve yakın diyalogların arttığı, karşılıklı hak ve çıkarların eş güdüm halinde müdafaa edildiği bir dönemde vaki uçak kazası hem düşündürücü hem de ziyadesiyle üzücüdür." Bahçeli'nin bu ifadesi bir tecrübenin sonucudur. Üzerinde çok düşünmekte yarar var. Değerli kardeşim Sabah Gazetesi Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu da düşen uçakla ilgili akıllarda dolaşan önemli sorulardan birini yazdı: "Şu soru kafaları kurcalıyor. Elektrik arızası bildiren uçağa, acaba dışarıdan elektronik müdahale yapılmış olabilir mi? İşin ilginç yanı, Libya Genelkurmay Başkanı, önceki seyahatlerinde Ankara'ya hep tarifeli uçakla geliyor!" Ankara'nın Libya politikası, ülkenin birliğini ve bütünlüğünü esas alan "Tek Libya" yaklaşımına dayanıyor. Bu durumun, en başta ABD olmak üzere Fransa ve Batılı devletlerin derin oyunlarını bozduğu bir sır değildir. TBMM'de Türk Ordusunun iki yıl daha Libya'da olmasını sağlayan tezkerenin kabulü sonrası kazanın meydana gelmesi elbette şüpheli bulunmaktadır. Çünkü, şehit edilen Libya Genelkurmay Başkanı rahmetli Muhammed Ali Al-Haddad Türkiye ile yeni dönem askeri iş birliğini daha önce olduğu gibi çok başarı ile yürütecek bir komutandı.
MSB'DEN AÇIKLAMA
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri ve Bakanlık Sözcüsü Tuğamiral Zeki Aktürk, "Uçak kazasının meydana geliş nedeni, devletimizin ilgili kurumları tarafından Libya makamlarıyla iş birliği içerisinde tüm yönleriyle ve titizlikle incelenmektedir" bilgisini verdi. Bakanlık tarafından, Suriye'deki son duruma ilişkin sorular üzerine yapılan açıklamada, son dönemde terör örgütü PKK/YPG/SDG'nin gerçekleştirdiği saldırıların Suriye'nin toprak bütünlüğüne ve istikrarına zarar verdiği, mutabakat sürecini olumsuz etkilediği ifade edildi. Suriye'deki mücadelenin, birlik ve bütünlüğü sağlanan, istikrarlı ve müreffeh bir Suriye isteyenler ile istikrarsız, bölünmüş, güçsüz bir Suriye'den yana olanlar arasında olduğuna dikkat çekilen açıklamada, "Bölgesinde barış ve istikrar üretmeye çalışan Türkiye'nin tavrı nettir ve bu tavır herkes tarafından bilinmektedir. Türkiye, bu doğrultuda Suriye hükümetiyle yakın iş birliğini sürdürmeye ve 'Tek Devlet, Tek Ordu' ilkesini desteklemeye kararlıdır" denildi. Bakanlık tarafından yapılan açıklamada; İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY) faaliyetlerini, gerçekleştirdikleri üçlü zirve sonrası yapılan açıklamaları ve zirvede alınan kararlar kapsamında dile getirilen askeri iş birliği girişimlerine de değinildi. Açıklamada, konuya ilişkin şunlar kaydedildi:
"Bahse konu girişimin askeri açıdan Türkiye'ye karşı bir tehdit oluşturması söz konusu değildir. Türkiye, bölgede istikrarın korunması ve diyalog ortamının sürdürülmesi yönündeki kararlılığını sürdürmektedir. İsrail'in Türkiye'ye yönelik açıklamalarının ve bölgede gerilimi artırabilecek söylemlerinin, sahadaki gerçekler ve uluslararası hukuk çerçevesinde herhangi bir karşılığı bulunmamaktadır. Ülkemiz, NATO müttefikliği temelinde Ege ve Doğu Akdeniz'de yapıcı diyalogdan yanadır, ancak müttefiklik ruhuna aykırı adımların sahadaki durumu değiştiremeyeceği bilinmelidir.
Türkiye'nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin güvenliği ve haklarına ilişkin tutumu nettir ve değişmezdir. Türkiye garantörlüğün kendisine vermiş olduğu yetkileri kullanmaktan bugüne dek geri kalmadığı gibi bundan sonra da geri kalmayacaktır.
Sonuç olarak, Ege ve Doğu Akdeniz'de gerilimi artıran taraf Türkiye değil, dışlayıcı ve tek taraflı adımlar, oldubitti yaratmaya yönelik yaklaşımlardır. Türkiye, bölgenin bir çatışma alanı haline gelmesinden ziyade, iş birliği ve istikrar havzası olarak şekillenmesinden yanadır."
