Yazımın başlığı aslında çok romantik bir roman adı olurdu.
Her şeyin güllük gülistanlık olduğu, kimsenin ölmediği, tüm insanlığın mutlu yaşadığı bir hayatın içinde olmak güzeldi. Keşkelerin bol olduğu bir gezegende yaşadığımızı artık inkar edemeyiz.
Hayata geliş nedenimiz ve amacımızın ne olduğunu bulamadığımız kesin. Hiçbir ilim ve bilim sorumuzun cevabı değil. İlahi bir gücün emriyle dünya hayatının içinde belli bir plan dahilinde yaşıyoruz. Herkesin, kadersel planı içinde kendine bir yol çizip yaşam alanını doldurmaya çalıştığını görüyoruz.
Biz adlandırmaya bir çeşit kendimizi oyalamaya çalışıyoruz. Sonrası ve öncesini bilmediğimiz bir yolun hangi mısralarında, bizi ne bekliyor diye bir takım soruların içinde kaybolmaya mecburuz. Alanımız geniş bir boşluk ve biz boşluğa sığamadık gitti.
ACI MISRALARDAYIZ
Konumuz belli. Kartal kayanın gözyaşları. Güney Anadolu da yaşanan depremin henüz mürekkebi kuramadan yine "Yadeller aldı bizi" şarkısının acı mısralarındayız. Ne yaparsak yapalım başımızdaki uğursuzluktan kurtulamıyoruz. Çağımızın veba salgını gibi felaketler zincirine bir halka daha eksikti dediğimiz kabustan kaçma olasılığımız sıfıra inmiş durumda. Enkaz, acı, gözyaşı derken nasıl normal bir hayat yaşayabiliriz ki. Daha unutmadık son yüzyılın fay kırılması bizim ülkemizde yaşandı. Seçilmiş bir coğrafyada yaşadığımız kesin. Kıtalar arası köprüyüz.
Yüzyıllardır herkesin gözü üzerinde olduğu bu toprakların kıymetini yeterince bilemedik mi? "acaba" sorusu ister istemez insanın aklına geliyor.
BİRBİRİNE KARIŞMIŞ
Amerikan rüyası dediğimiz bir ülkenin cayır cayır bir Losangeles yangınının soruları kafamızda fır fır taklalar atarken, bu insanlık suçunun bir günah ödemesi mi diye düşünmüyor değilim.
Yangın ve deprem iki suç ortağı. Vazgeçilmez bir tutku aşkları gibi. Biri olmazsa diğerinin pusuda beklediği azılı bir düşman. Her felaket anında can havliyle ilk yükleneceğimiz kişiler inşaat sektörünü elinde tutan kişiler oluyor. Çöple saman birbirine karışmış durumda. Yerleşim alanları çok önemli. Her bina her alana kurulmaz.
Ayrıntılar ve iç güvenlik önemlidir.
Anadolu Selçuklu devletinin yaşam tarzı ve politikasını bir düşünelim. Bizim atalarımız dedelerimizin göçebe ruhu bu işi biliyorlardı. Yerleşim alanlarını seçerken nereye nasıl bir ev kuracakları konusunda güçlü bir algıya sahiptiler.
Maalesef, yenidünyanın ve gelişen şartların bize yüklediği düzen her zaman iyi sonuç vermiyor. Her haykırış kalbimizin derinliklerindeki yarayı yeniden kanatıyor. Depremler ve yangınlar hatta seller sadece evlerimizi yıkmak ve yakmakla kalmıyor canlarımızı, umutlarımızı, yüreğimizi alıp götürüyor.
Her şey yandı kül oldu. Belki yine unutacağız. Üzerinden zaman geçecek ve normalleşme yolunda ilerlerken yüreğimizin yangınlarını kim söndürecek.
Nesillere aktarılacak bir ateş.
Bu ateş hiç sönmeyecek. Ne Güney Anadolumuzun dağlarında ovalarında ne de Kartal kayanın zirvelerinde hep tütecek. Kaybolan anneler, babalar çocuklar kuzenler yeğenler bacılar.
Koskoca aileler yok oldu.
MASUM SUÇLULAR
Hepimizin bu konuda yapacağı çok şey var. Aslında çok geç kalmış ihmal edilmiş bir görevin masum suçlularıyız.
Nasrettin hocanın çocukluğumuzda dinlediğimiz hicivli sözlerinde ne büyük anlamlar saklıymış. "Eşeğini sağlam kazığa bağla gerisini Allaha emanet et" Ne yazık ki büyük öngörüleri taşıyan sözler karşısında hepimiz şapkamızı önümüze alıp düşünelim.
Evet! büyük felaketlerin önüne geçmek zor gibi görünse de artık uzaya çıkmaya hazırlanan bir insanlığın bir yangın olayında aciz kalması trajedik bir komedinin sahnesi gibi. Ama maalesef tiyatro oyunu değil. Yine eskiler ne demişler "Bir musibet bin nasihatten iyidir" Acı bir tecrübe oldu.
Bu yangının yaralarını geçen zaman bile saramayacak, unutturmayacak.
Yüreğimizin derinliklerinde karlı dağlarının ateşi hiç sönmeyecek. İçimizde cam kırıklıkları, kan revan içinde tek söz kalıyor geriye AKILLI OLMAK HAYAT KURTARIR.
GÜNÜN SÖZÜ
Yangın doğal olmayan en büyük felakettir. Urgel Foix