Hepimizin dilinde olan bir cümle. Yıllardır başkaları için yaşıyoruz. Sözlü anlamına bakarsak "Merkez kaç kuvvetine karşı direnmek, toplumsal baskıyı üzerinden atamamaktır." Bireyselleşememenin getirdiği olgu. Diğer insanların hakkınızda ne kadar az düşündüğünü bilseydiniz, hakkımda ne düşünürler diye kaygılanmaktan vazgeçerdiniz.
Her sağlıklı bireyin kendi kararlarını alabilen, muhakeme ve yargılama gücü gelişmiş bireyler olduğu varsayılır psikolojide.
Elbette aldığımız kararlar her zaman istediğimiz sonucu vermese de ortaya çıkan olumsuz sonuç ve durumla baş edebilmekte kişinin problem çözme becerilerini geliştirmektedir.
TOPLUMUN İNSANDAKİ ETKİSİ
İnsan üzerine etkisi hem psikolojik hem de fiziksel olmaktadır. Toplum geçmişten gelmiş olan bazı kuralları sorgulamadan, tartmadan, insana ne kadar zarar vereceğine bakmadan sadece etraftaki insanlar öyle kabul gördükleri için kişiye zorla baskı yapılmaktadır. Kişi kaç yaşında olursa olsun anne rahmine düştükten sonra yaşama, sorgulama, barınma gibi haklarına sahiptir. Kişiye yapılan bu gibi psikolojik baskılar kişinin işine, ailesine, çevresindeki insanlara, en önemlisi ise yaşama sevince zarar verebilir. Toplumsal baskı, bireyin çevresinden gelen normlar, beklentiler ve değerlerle uyum sağlamak zorunda hissettiği bir durumu ifade eder. Bu baskı, genellikle toplumun belirli standartlarına uymaya çalışan bireylerin yaşadığı bir deneyimdir.
Toplumların genel bir yapısı vardır.
Bu da özgüveni, öz saygısı ve öz sevgisi düşük olanları onmaz bir duruma sokar. Sosyal olmayan kişilerin tümünde bunlar düşüktür.
Bu kimseler toplum içerisinde ilginç davranışlar sergilerler. Kendilerini güvensiz hissederler ve diğerleri üzerinde üstün izlenim bırakma kaygıları onları itici ve ezik gösterir. Toplum baskısı, dışlanma ve kişinin konumunun kaybedilmesi korkusuyla ilgilidir. Korku, bir belirsizlik karşısında tehdit algısı ile tetiklenen, rahatsız edici ve olumsuz bir histir. Tehlike ile karşılaşan kişi korkar ve bu korku sonucunda kaçmak için bir tepki oluşturur. Herkes bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde çeşitli korkulara kapılabilir. Çevremizde onlarca, yüzlerce insan var ve biz bu insanların hakkımızda ne düşüneceğine göre hareket ettiğimizde, hayatımızla ilgili kararları onların almasına izin vermiş oluyoruz. Ve aslında kendi hapishanemizi kendimiz var ediyoruz. El alem ne der hapishanesi...
UZMANLARIN GÖRÜŞLERİ
Hayal gücünü sınırlayan, kendi başına karar alma inisiyatifini hiçbir zaman işletemediğimiz, karanlık, loş bir hapishane burası. Yine uzman düşüncesine göre "Ben çevremle kötü olmak istemiyorum, kimse benim hakkımda olumsuz bir şey demesin, düşünmesin, kimsenin tepkisini çekmek istemem" gibi söylemlerde bulunabiliyorlar.
Elbette ki kulağa güzel geliyor ama bireylerin başkalarına zararı dokunmayan kendi düşünce ve hayat inançlarına göre hareket etmesi çevrenin tepkisine sebep oluyorsa burada buna da bir dur denilmesi gerekiyor. El alem olgusu toplumu zehirleyen mutsuz eden bir olgu. Bireyler en başta kendi içindeki el alemi onarabilirse, toplumun üzerindeki bu mutsuz eden olguyu dağıtabiliriz. En başta 'sana ne' dememiz gereken kişi kendimiziz.
Başka hayatlarda yaşayarak, başka insanları eleştirerek kendi hayatımızda bir fayda elde edemeyiz. Her insanın kendine has özellikleri, beğenileri, ilgi alanları vardır.
Yapacağımız tek şey bireyin kendi olarak toplum içerisinde özgürce var olabilmesini sağlamak. Kendi kararlarını kendi alabilmesi, kim ne der demeden düşüncesini paylaşabilmesi, etiketlenmekten korkmadan giyinebilmesi, toplumda başarılı kabul edilmek için popüler olan meslekleri mutsuz olacağını bile bile yapmaması...
Zeynep babasının onayladığı bir okula giderek sevmediği bir mesleğin sahibi oldu ve ömür boyu içindeki mutsuzluğu ile yaşadı.
Ebru çok sevdiği aşkı engellere takıldığı için hayatının en büyük duygusu eksik kaldı.
Yıllarca büyük aşkla evlenen arkadaşlarına gıpta ederek yaşlandı. Liste o kadar uzun ki, ama yapabileceğimiz şey ise çok kısa.
Herkes kendi hikayesinin başrolü olmalı.
