Her ne kadar kurgu olsa da, gerçek hayattan ya da gerçek kişilerden bir kesit sunuluyor en çok seyredilen yarışma programlarında. Burada izlediğimiz kişiler, tarafını tuttuğumuz yarışmacılar bize birer ayna tutuyor. Aslında nasıl insanlar olmamamız gerektiğini gösteriyorlar bize ama ne yazık ki o kişilerin olumsuz taraflarını öne çıkarmayı tercih ediyoruz.
Mesela şu aralar evlilik programlarında "kıskançlık" tartışmasıdır gidiyor. Evlenip evlenmeyeceği merakla beklenen karakterlerin çoğu aşırı kıskanç... Kadını da kıskanç, erkeği de. Ve bu özellikleri ile böbürleniyor, "Ben buyum, ben böyleyim!" diyerek övünüyorlar. En güzel, en yakışıklı, en doğru, en haklı, hatta tek doğru, tek akıllı onlar. Her şeye hakları var. Mesela eşlerinin cep telefonunu karıştırmaya.
Karşı cinsten birine bakmayı yasaklıyor ve ona uyulması imkansız kurallar koyuyorlar. Ve hayatı da hem kendilerine hem de karşılarındakilere zehir ediyorlar.
Elbette insan sevdiği birini kıskanır. Kıskanmalı.
Bu duyguyla daha bebekken tanışıyoruz ve bu duyguyla baş etmeyi de çocukken öğreniyoruz. Sorun da işte burada.
Üç yaşına kadar halletmemiz gereken konuyu o yaşa kadar ve daha sonraki ergenlik döneminde de çözemediğimiz için, büyüdüğümüzde bu duygunun esiri olarak kendi kendimizi yok ediyoruz.
ÖZGÜVEN EKSİKLİĞİ
Bakın kıskançlık içinde hangi duyguları barındırıyor?
Özgüven eksikliği ve yetersizlik duygusu.
Yani aşırı kıskanç kişinin aslında sorunu kendisiyle. Sanıldığının aksine kendine güveni yok. Güzel olsa da bununla yetinmeyip, daha güzel olmak için çaba gösteriyor. Güzelliği takıntı haline getiriyor mesela. Özgüven zayıfladığı zaman da kişi kendini yetersiz, değersiz hissetmeye başlar. Sahip olduğu sevgiyi hak etmediğini ve kaybedeceğini düşünür. İşte kıskançlık duygusuna da bu endişe neden olur.
Aşırı kıskanç kişi, eşini devamlı kontrol eder, takip eder, nereye gittiğini ve kiminle konuştuğunu öğrenek ister, cep telefonunun ve sosyal medya hesaplarını karıştırır, onun yaşantısını sınırlar ve üzerinde bir baskı oluşturur.
Böyle yaparak onu kaybetmeyeceğini düşünür. Üzerinde hakimiyet kurarak, yasaklar ve sınırlar koyarak kendisiyle ilgilenmesini sağlayacağını zanneder. Oysa sadakat tehditle değil sevgiyle sağlanır.
Kıskançlık sonucu sergilenen takip etme, baskı altında tutma, öfke, şüphecilik gibi tutumlar karşı tarafı daha da uzaklaştırır.
Kıskançlığın, "Sahip olduklarını koruma isteğinden kaynaklanan bir tür korku" olduğunu söylemiş Descartes.
Kıskançlığa, öfke, değersizlik, çaresizlik, yetersizlik, yalnızlık gibi duyguların eşlik etiğini de.
AŞIRI KORUMACILIK
Peki, ne yapmak gerekir? Madem ki zamanında, yani çocukluk döneminde bu duygularla baş etmeyi öğrenemedik, bunda anne ve babamızın, bizi yetiştirenlerin payı var tabii ki, biz kendimizi iyileştirecek ve bir uzmandan yardım alacağız. Kendimize olan güveni sağlayacağız. Yetersiz ve değersizlik duygusundan kurtulmaya çalışacağız.
Şunu bilelim ki, aşırı kıskançlık sağlıklı bir duygu değildir. Sevgilinin telefonlarını dinlemek, karıştırmak, takip etmek, eve gelince perdeleri, banyoyu, yatak odasını kontrol etmek, eşi akrabalar dahil kimseyle görüştürmemek, her anlatılan olayın altında bir anlam aramak tedavi edilmesi gereken bir davranış bozukluğudur.
Çocukların sağlıklı bireyler olması için de onların kendilerine olan güvenlerini sağlamalarına özgen göstereceğiz. Geçenlerde bir pedagogdan dinledim, annenin çocuğu üç-dört yaşına gelmesine rağmen yemek yedirmek için tabakla arkasından koşması, yemeğini yedirmeye çalışması, tam da bu kendine olan güvenle alakalı bir konu.
Annelerin aşırı düşkünlüğü ve korumacılığı çocuğun tek başına bir şey yapamayacağını ve başı her sıkıştığında anne ve babasının yardıma koşacağını düşünmesine yol açıyor.
Ve kendini yeteriz hissetmesine.
