• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • BIST 78.384,78
    EURO 4,4760
    USD 3,8608
    GBP 3,8608
    CHF 3,8608
    JPY 3,8608
’Yazmaya 65 değil de 40 yaşında başlasaydım, bugün ilk üçteydim!’ FİLİZ İÇKE ÖNAL

'Yazmaya 65 değil de 40 yaşında başlasaydım, bugün ilk üçteydim!'

filizicke@hotmail.com Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 13.04.2014, 00:00
Naşide Gökbudak, 10 yılda 16 roman, üç şiir kitabı ve bir biyografiye imzasını atıp hatırı sayılır bir okuyucu kitlesine ulaştı. “Yazarlıktan kazanıyor musunuz?” sorusuna yanıtı ise şöyle: Şüphesiz kazanıyorum. Ancak hak ettiğim kadarını değil. Eğer 65 değil de 40 yaşlarında başlasaydım, bugün ilk üçteydim! FİLİZ İÇKE ÖNAL

En son kaç yaşındaydınız, çok istediğiniz herhangi bir şeyi yapma fırsatı karşınıza çıktığında ve "Artık benden geçti" dediğinizde? 25? 35? 45?... 65 yaş kulağınıza nasıl geliyor peki? Bugün sizi 75 yaşında bir hanımefendiyle tanıştıracağım. Yazmaya tam 65 yaşında başlayan Naşide Gökbudak, bugün 20 kitabın yazarı olarak yazın hayatımızda ayrıcalıklı bir yere sahip. "Bu güzel hikayeyi ben buldum" demeyi çok isterdim ama bu, ne yazık ki gerçeği yansıtmazdı. Zira, Naşide Hanım beni buldu ve bu röportajı yapmaya ikna etti. Okuyacağınız röportaj, benim gazetecilik başarımdan ziyade, onun tanıtım başarısıdır. Bu 75'lik hanımefendinin yalnızca edebi dehası değil, çalışkanlığı, azmi ve kararlılığı karşısında da saygıyla eğiliyorum ve sizi baş başa bırakıyorum...
-İlerleyen yaşını, yeni başlayacağı işler için bir engel olarak görenler için, umut verici bir örneksiniz. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz?
Bu saptamanız için teşekkür ederim. Ben zaten otuz beş yaşlarından evvel yazmanın pek de sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Otuz beş yaşına kadar, hissettikleriniz, olaylara bakış açınız, insan ilişkileriniz, hayat mücadeleniz yerine oturmamiş oluyor. Bu yüzden bazı şeyler afaki kalıyor. Tecrübe birikiminin olması çok büyük bir zenginlik. Özellikle yaşlıların, yetenekli oldukları konularda fiziki güç istemeyen bir uğraşıları olması çok önemli. Çünkü, elli yaşı ve sonrasında hayat için mücadelenizi tamamlamış, çocuklarınızı, hatta torunlarınızı büyütmüş; aşk, sevgi, cinsiyet gibi kavramlarını bir yere kadar rafa kaldırmış oluyorsunuz.
Biyolojik kayıplarınızın da kendini net olarak göstermeye başladığı bu zaman diliminde gezememek, yiyememek, yeni dostluklarda zorlanmak gibi sorunlarınız da başlamış oluyor. İşte O zaman eğer yapabileceğiniz bir iş varsa -ki muhakkak bulunabilir-, zevk verecek bir uğraşı bulmak, topluma faydalı olduğu gibi kendinize de çok faydalı olacaktır.
Pencerenin önünde oturup, oğlum, kızım, torunum niye beni aramadılar diye düşünüp onlara sitem etmek, zaten zor olan hayat şartlarını onlar için daha da zorlaştırmak veya yeni yeni hastalıklar icat etmeye başlamak yerine zevk veren bir uğraşınızın olması herkesi rahatlatacaktır. Bu profesyonel olmayabilir. Manen tatmin edici bir hobi de yeterlidir. "Bir işe yarıyorum" düşüncesine sahip olan insanlar kendine daha güvenli, daha mutlu oluyorlar.
-Yazmak için 65 yaşı beklemenizin özel bir nedeni var mıydı?
Hayatım oldukça zor geçti. Şu var ki bunlar başlı başına bir engel değildi. Daha çok eşimden çekiniyordum. Zira eşim, erkeklerin bir adım önde gitmesinden hoşlanan bir yapıya sahipti. Eşinin isminin kendinden önce anılması, onu incitiyordu. Birkaç defa yazmak için teşebbüste bulunmuş ama destek değil, engel görmüştüm. Fakat bu isteğim o kadar güçlüydü ki, "Sonuç ne olursa olsun, artık yazacağım" dedim ve başladım. İlk romanım Sıdıka Hanım ile de iyi bir çıkış yaptım.
-Roman yazınca yakınlarınızın ilk tepkileri nasıl oldu?
Önce birkaç arkadaşıma ve birkaç yakınıma yazdıklarımı okuttum ki, bunların arasında halen bana asistan gibi yardımcı olan yeğenim Hilal Yalçıntürk ve yeğenlerimin eşleri vardır, "Muhakkak bu işe devam etmelisin, kendin için yazmasan bile toplum için yazmalısın" dediler. Roman basıldıktan sonra da okuyucularımdan, hatta Türkan Şoray, Nazan Şoray, Derya Baykal gibi sanatçılardan da iltifat gördüm ve görmeye devam ediyorum.

KADININ EMEKLİLİĞİ OLMAZ
-Günde kaç saat yazıyorsunuz?

Belli bir saat veya belli bir zaman, yani gündüz, gece, sabah erken gibi sınırlayıcı bir programım yok. Eğer çok önemli bir sorunum yok ise, günde en az üç saat yazıyorum. Bazı hikayelerin ön hazırlığı da çok fazla oluyor. Bunun için de büyük zaman harcıyorum. Ve şüphesiz hepinizin ve özellikle de hanımların bildiği bir şey var. Kadın ayaklarının üzerinde durabildiği müddetçe, o evin bütün işlerinden sorumludur. Kadının gerçek bir emekliliği, senelik izni olamaz. Yani ev kadınlığımı da yürütmek durumundayım.

"DOSTLARIMI İHMAL ETMEM"
-Bir gününüz nasıl geçiyor?

Okumak, yazmak, araştırmak, okuyucularımın e-postalarına, telefonlarına cevap vermek, bazen mümkün olursa dertlerine deva olmak. Dostluklarım, birkaç kişi haricinde yarım asırlık zamanları içerir. Hepsinin sıkıntılı anlarında yanlarında olur veya yardımcı olmaya çalışırım. Yani akrabalarımı ve dostlarımı asla ihmal etmem. Dünyada olup biten ile, Türkiye'deki her türlü hareket, yenilik, kültür ve siyasetle ilgiliyimdir. Çünkü insanları ve memleketimi çok severim. Bir gün bunlara yetmiyor bile.
-Sağlık sorunlarınız var mı? Varsa bunlar yazarlığınıza nasıl yansıyor?
Şüphesiz, bu yaşta olması gereken şeylerin birçoğu var. Bunları kısmen de olsa ağırlaştıracak kilo sorunum var. Gözlerim zaten sağlıklı değildi. Şimdi daha çabuk yorulabiliyorum. Ama bütün bunlara rağmen bu yaşta kendimi şanslı sayıyorum Ve Allah'a şükrediyorum. En korktuğum hastalık ise beynim yani hafızamda olabilecek hasar. Bunun için de ayrıca dua ediyorum.
-İlk kitabınızı piyasaya sürmeniz, yayınevlerine kendinizi anlatmanız zor oldu mu?
Maalesef, üç dört yayınevine gönderdim. Ve tabii ki red cevabı aldım. Ama bu işin sonunu bırakmayacaktım. Kendi imkanlarımla kitabım yayımlandı... Zamanla birçok yayınevi benimle anlaşmak için uğraştı. Şuna eminim ki, eğer bir şekilde tanınmış değilseniz, yahut arkanızda güçlü kişiler yoksa veya ekonomik açıdan çok güçlü değilseniz, genç değilseniz, bir gazetede köşeniz yoksa, okuyucu "Sen yazarların sultanısın", "Seni tanıdktan sonra başka roman okuyamıyoruz" dese de ancak bu kadar ilerleyebiliyorsunuz.
-Bugüne kadar kaç kitap yazdınız?
İzmir fuarında stantlarda göreceğiniz sürpriz romanım ile 16 roman 3 şiir kitabı, bir de biyografi kitabım var.

ZAMAN EN BÜYÜK SERVET
-Kitaplarınızda ağırlıklı olarak hangi konuları/kimleri anlatıyorsunuz?

Gerçek hayatları anlatmaya çalışıyorum. Daha çok yüz yıl evvelini ve daha eskiyi yazmaktan zevk duyuyorum. Beş kitabımın dördü ailem ile ilgili. Bundan sonraki Afganistan'a gelin giden çok samimi bir arkadaşımın hayatı. Birisi tarihi bir roman, diğerleri de yine konu olarak gerçek bir hikaye çevresinde kurgulanan çarpıcı hayatlar. Kitaplarım gerçek hayattan besleniyor. Tamamen kurgu olan bir eserim yok. Olayın geçtiği zaman dilimindeki tarihi olayları, sosyal olayları, o çevrenin adet ve geleneklerini, toplum üzerindeki etkilerini ve tepkileri de anlatmaya çalışırım. Çünkü gayem zamanını benim kitabımı okumakla geçiren insanların, sarf ettikleri zaman karşılığında bazı kazanımları olması yönündedir. Zaman yerine geri konmayacak tek servettir. Her yaşta ve herkesin bunu bilmesi çok önemlidir.
-Okuyucu kitleniz daha çok kimlerden oluşuyor?
Her sınıftan, her meslekten, her yaştan okuyucum var. 12 yaşındaki bir çocuk da, seksen yaşındaki yaşlı insanlar da kitaplarımı zevkle okuduklarını yazıyorlar. Sesimi duymak için telefon açanlar, daha çok yazmamı isteyenler, artık başka kitap okuyamadıklarını, yazarların sultanı olduğumu söyleyenler, şiirler yazanlar, bir anlatım dilinin nasıl bu kadar akıcı olabileceğini soranlar var. En güzeli de hiç roman okumamış beylerin benim romanlarımla okumaya başlaması... Sizce de malumdur ki biz millet olarak az okuruz, erkeklerimiz ise çok çok daha az okur... Huzur evinde yaşayan, gözleri görmeyen yaşlılar, gönüllülere okutup dinliyorlarmış. Beni davet ederek tanışmak istiyorlar. Ben de memnuniyetle gidiyorum.
-Hedefinize ulaştınıztığınızı düşünüyor musunu?
Aslında ilk başlarken, kendime bir hedef koymamıştım. Ama beğenileceğinden, okunacağından emindim. Ne kadar mütevazı olmaya çalışsam da kendimi başarılı buluyorum. Ancak çevreme baktığımda bulunduğum noktanın, hak ettiğim nokta olmadığına da eminim. Bunu okuyucularım da çok tekrarlıyor. Mesela tüm romanlarım şahane birer dizi, sinema film olma vasfına sahip. Yapımevleri önce heyecanla geliyor, binbir vaatle beni ikna ediyorlar. Sonra dönem filmi olduğundan, ekonomik yükünün ağır olacağından ve benim de bazı sınırlayıcı kurallarımın olmasından (diziyi uzatmak için anlamsız sıkıcı sahneler uydurulmasını istemiyorum) dolayı vazgeçiyorlar...
-Yazarlıktan para kazanabiliyor musunuz?
Şüphesiz kazanıyorum. Ancak asla hak ettiğim kadarını veya ona yakınını değil. Bu da tanıtım ve reklam eksikliğinden kaynaklanıyor. Eğer 65 değil de 40 yaşlarında başlasaydım, bugün ilk üç arasında olabilirdim diye düşünüyorum.

27 NİSAN'DA İZMİR'DE
-Yakında İzmir'e geleceksiniz. Bu ilk mi olacak? İzmirli okurlarınıza bir mesajınız var mı?

Hayır ilk gelişim değil. İzmir'i çok severim. İzmirlileri çok severim. Bu sadece bir iltifat değil. İzmir halkı Türkiye geneline göre çok daha çağdaş, çok daha modern ve nefis coğrafi konumu olan, İstiklal savaşında ilk kurşunun atıldığı ilimizdir. Örneğin, Ege yöresi kadınları da kurtuluş savaşında en az Anadolu kadınları kadar, fedakarlık ve kahramanlık göstermiş, çok büyük acılar yaşamıştır. Burada yaşanan olayların bir kısmını Hümeyra ve Feraye adlı romanlarımda anlattım. İyi bir çekirdek hikaye yakalarsam, bizzat İzmir'de geçen bir roman da yazmayı çok istiyorum.
Ne yazık ki çok sevdiğim İzmirlilerden kitap fuarı günlerinde bu duygularıma karşılık alamıyorum. Aslında İzmir'de çok ve fanatik olan okuyucum var. Bir grup öğretmen benim romanlarımı okuduktan sonra Elazığ ve Harput'u ziyarete gittiler. İnşallah 27 Nisan Pazar saat 13.00 ile 16.00 arasında Nemesis kitap standında beni yalnız bırakmazlar.

Ben Naşide Gökbudak...
Kimliğime göre 01/01/1936'da, teyzemin sonradan bulduğum Kuran kapağındaki kaydına göre 23 Eylül 1937'de Elazığ'ın merkez köylerinden Perçenç'te (Bugünkü adı ile Akçakiraz) köy ağasının torunu olarak doğdum. Babam ile amcam geçinemezlerdi. Zira amcam, amca torunları olduğu halde annem ile babamın evliliğini istememişti.(İkinci kitabım Atiye hanım teyzemin, üçüncü kitabım Rahmi bey ise amcamın hayatını anlatır.) Babam, annemin ısrarı ile köyü terk etmiş ve Elazığ merkeze yerleşmişler. Bu gidiş, bize serbestiyet kazandırmıştı ancak ekonomik açıdan sıkıntılı bir hayata girmiştik. Liseyi Elazığ'da bitirdim. Edebiyat ve kompozisyonda hocalarımın gözdesi idim. Çok kıymetli edebiyat hocam Cahide Dalokay tarafından "Küçük Halide Edip" diye çağrılırdım. Ankara Hukuk Fakültesi'ne girdim. Çalışarak okumak mecburiyetinde olduğumdan aynı yıl Türk Hava Yolları muhasebe bölümünde çalışmaya başladım. İki yıl sonra evlendim ve akabinde Türk Hava Yolları Genel Müdürlüğü, siyasi bir kararla İstanbul'a taşındı. Eşimle aynı sektörde çalışıyorduk. İstanbul Hukuk'ta devam mecburiyeti vardı. Böylelikle fakülteyi tamamlayamadım. İki kızım dünyaya geldi. Çalışma hayatı, çocuk büyütmek ve çeşitli sorunlarla zor başa çıkıyordum. Şüphesiz yazma dürtüsü her gün kuvvetlenerek kendini hissettiriyordu...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
GÜNÜN YAZARLARI
SON DAKİKA