Aşka veda mı ediyoruz?

Can Dündar: Aşk da, evlilik de çok emek isteyen şeyler. Ne kadar emek verirseniz o kadar uzatabilirsiniz ve hatta sonsuza bile taşıyabilirsiniz ama maalesef o emek için insanların artık enerjisi ve vakti yok

SIRMA GÜVEN
Bu senenin başında Goran Bregoviç ile yaptığım söyleşi sırasında Bregoviç bana "Mustafa" filminin müziklerini yaptığı dönemde Can Dündar sayesinde Atatürk'ü daha iyi tanıma imkanı bulduğunu, duydukları ve seyrettikleri sonucunda ulu öndere olan hayranlığının arttığından bahsetmişti. O zamandan beri aklımda takdir ederek takip ettiğim Can Dündar ile bir söyleşi yapabilmek vardı. Ve nitekim bir İzmir seyahati sırasında bir araya gelme şansı buldum Can Dündar ile.
Çoğu yazısını ve kitabını okurken yazdıklarında kendimi bulduğum, dönüp de özeleştiri yaptığım, bir dönem Türkiye'yi sarsan yüzyılın aşkları ile Sarı Zeybek ile bizlere yoğun duygular yaşatan, emeğine yüreğini koyan yazar, gazeteci, haberci, belgeselci şimdilerde senarist, söz yazarı Can Dündar ile aşkı, pişmanlıkları, keşkeleri, oğul kalarak baba olabilmeyi; aslında hayata dair birçok şeyi konuştuk

MADDİ BEKLENTİ ÇOK
-"Aşka Veda" adlı son kitabınız güzel başlayıp sayfalar ilerledikçe karamsarlaşıyor bunun sebebi nedir?

Aşk da öyle çünkü. Kitap aşka paralel bir seyir izliyor. Çok cıvıl cıvıl başlıyor ve siz sonsuza kadar sürecek sanıyorsunuz sonra tıpkı kitap gibi bir yerde bitiveriyor.
-Aşk şekil mi değiştirdi yoksa evlilik mi aşkı öldüren?
Yoo, o size bağlı. Aşk da, evlilik de çok emek isteyen şeyler. Ne kadar emek verirseniz o kadar uzatabilirsiniz ve hatta sonsuza bile taşıyabilirsiniz ama maalesef o emek için insanların artık enerjisi ve vakti yok. Kitap da zaten bunu anlatıyor.
-Yani aşk da mı materyalist oldu?
Evet, seçenekler çoğaldı ve maddi beklentiler fazlalaştı. İnsanların birbirine eskisi kadar, "bir yastıkta kocayacak kadar" saygısı ve sabrı kalmadı. Bunu yapabilenler varsa bile çok ama çok azaldı.
-"Aşka Veda"da aşka dair yazılarınızı bir araya getirdiniz. Köşe yazarları neden bunu yapmak isterler? Hamdım ama artık piştim bakın okuyun demek mi bu?
Artık bu gibi derlemelerden kaçınmaya çalışıyorum. Daha özgün çalışmaları kitapta toplamaya gayret gösteriyorum. Aslında bu bir dayanıklılık testi. Şimdilerde yirmi yıl önce yayınlanan yazılarımın toplandığı kitaplara bakıyorum. Bir kısmı zamanın aşındırıcı etkisine dayanmış, bir kısmı dayanamamış. Aşka Veda'yı da on yıl sonra okuduğumuzda bir şey ifade edecek mi yoksa sığ mı kalacak bunu anlayacağız. Hamdım, şimdi oldum, yandım durumu yok. Gündelik gazetede kıymeti bilinmeyen belki de okunmadığından endişelendiğiniz yazıları bir döneme tanıklık etmesi babında bir kitapta toplama gayreti bu. Okurun bundan şikayet ettiğini pek görmedim açıkçası. Hatta belli konu başlıklarında toplanan yazıları bir arada bulmanın çoğu kişinin hoşuna bile gittiğini söyleyebiliriz.
-Sizin hakkınızda bir belgesel yapılsaydı kim çeksin isterdiniz?
Galiba öyle bir şey istemezdim çünkü bunu hak edecek biri olarak görmüyorum kendimi. Belki ileride oğlum yapar; o da en güzeli olur benim için.
-Yazıyla mı yoksa görselle mi kendinizi daha iyi ifade edebiliyorsunuz ?
Yazı benim her zaman ilk tercihim olmuştur.
Kitap yazıp sonrasında da belgeselini yapıyorsunuz. Sebebi nedir? Yapmak istediğiniz "yazdım, okumadı bari seyretsin" düşüncesi mi yoksa projenizi belgeselle pekiştirip tamamlamak mı ?
Pekiştirme kısmı var. Sarı Zeybek'te de olduğu gibi, kitaplarımda genelde yaptığım belgesellerin metinleri kullanıyorum. Bu sefer tam tersi oldu çünkü Birand'da okuma telaşı vardı. Biraz da onun işlerinin yoğunluğu sebebiyle belgesel geç kaldı. Aslında iki proje senkronize ilerleyecekti; kitap ile birlikte belgesel de çıkacaktı ama ne yazık ki olamadı.

İLHAM SİZİ BULUYOR
-Televizyon ve haberciliğe dönecek misiniz yoksa yazmaya ve belgeseller çekmeye devam mı?

Ben sonuçta haberciyim. Şu anda sağlıklı habercilik yapmaya uygun koşulların olmadığını düşünüyorum. Lafı eğip bükmeden söylemenin pek mümkün olmadığını görüyorum. Televizyon sadece belgesellerle olabilir. Gazeteciliği bu kadar sevmemin sebebi yazıyla barışık olmam. Yazı size bambaşka alanlar açabilen bir kapı.
-Belgesellerinizde kendi seslendirmelerinizi yaptınız. Ses tonunuz seslendirmeye çok uygun. Bununla ilgili bir eğitim aldınız mı?
Hiçbir özel çabam yok hatta bana sanki sesim ergenliğimden kalmış gibi bile geliyor. Özel bir eğitim almadım. Türkçe kullanımı, çok okuyup çok yazmakla gelişen bir şey. Okuma yazmayla haşır neşir olan herkesin konuşmayla da arası iyi oluyor.
-Sürekli ilham kaynağı bulmak sorun olmuyor mu?
İlham bulma konusunda şimdilik pek bir sorunum yok. Sizin onu dip köşe aramanıza da gerek yok; o zaten sizi bulup geliyor. Yeter ki ne istediğinizi bilin. Antenlerinizi açık tuttuğunuz zaman o zaten gelip sizi bulacaktır.
-"Kırmızı bisiklette babamın oğluyken birden oğlumun babası oluverdim" diyorsunuz. Hangisi daha zor? Baba olmak mı, oğul kalmak mı ?
Zorluk yok, ikisi de çok keyifli. Çok şükür ne oğul olarak ne de baba olarak hiçbir sorun yaşamadım. Oğlumla çok iyi bir ilişkimiz var. Geçen ay on sekiz yaşına bastı ve yuvadan gitme vakti de geldi. Hüzünlü bir sevinç içindeyim. İngiltere'de siyaset okuyacak. Yazıyla da yakından ilgileniyor ve bu ilgisi çok da hoşuma gidiyor. Hatta bir gazetede yazmaya bile başladı. Evde çok büyük heyecan var. El vermiş ya da bayrağı ona teslim etmiş gibi hissediyorum.
-Babanızın hangi özelliği size miras kaldı?
Bu fikri pek sevmiyorum ama her insan çocuğunda kendini tekrarlıyor galiba ya da örnek alma durumu oluyor. Babam çok kendi halinde bir adamdı. Dürüst ve mütevazi bir adamdı ve kendi oğluna çok özenirdi. Benim de babamdan aldığım özellik, en son söylediğim gibi, oğluna özenmek kısmı sanıyorum.
LONDRA SONRASI ÖNEMLİ
-Pişmanlıklarınız var mı?

Elbette pişmanlıklarım var. Her insanın hayatında pişmanlık vardır. Çok fazla muhasebe yapan bir insan değilim ama eski bir yazımı okurken, günlüğümü karıştırırken, bir belgeseli seyrederken sürekli bir eksiklik hissederim. Öyle yapsaydım, böyle yapsaydım duygusu hiç bitmez... İş hayatı ve özel hayat, hepsi için geçerli ama hayatınızı pişmanlıklarla geçiremezsiniz... "Yandım, kavruldum" yaparsanız bunun altından kalkmak çok zor olur.
-"Bana en büyük hayat deneyimi" oldu dediğiniz bir şey..
Londra benim için kırılma noktasıdır... Giderkenki adamla döndüğümdeki adam birbirinden çok farklıydı. Yaşadığınız coğrafya sizi esir alıyor, biçimlendiriyor ve bir kalıba sokuyor. Sizin için çok önemli olan bir şeyin aslında dünya için hiç de önemi olmadığını görüyorsunuz. Ya da söylediğiniz bir sözün orada karşılığı olup olmadığını, dünyanın ne ile meşgul olduğunu... Hayat perspektifinizi tekrar gözden geçirmek zorunda kalıyorsunuz. Zaman zaman herkese bunu yaşamasını tavsiye ederim. Her koşulda yaşadığınız coğrafyanın, şehrin, evin, insanın dışına çıkmak insana bir de hayata dışarıdan bakma şansı veriyor ki bu çok önemli bir deneyim.
32. Gün'ün boş kalan koltuğu
-Mehmet Ali Birand'ın yaşam öyküsünü yazdınız. Birand kitap için "kitapta çırılçıplağım" dedi. Sizce çok fazla detay verildiğini mi düşündü?

Çalışmalarımız ve kitabın yazım aşaması, kitap yazıyor gibi değil de birbiriyle dertleşen, birbiriyle sırlarını paylaşan iki dost sohbet ediyor gibiydi. Anlatırken muhtemelen o da bu kadar açıldığını fark etmedi... Basımdan önce kitabı okumayı da istemedi. Bitmiş halini gördüğünce de "Acaba çok mu fazla kendimi açmışım, çok mu çıplak kaldım?" diye düşündü ama ilk şoku atlattıktan sonra ise "İyi ki yapmışım" dedi.
-32. Gün'ü sundunuz. Birand'ın koltuğuna oturmak size neler hissettirdi?
Tek bölümlük bir şeydi. Tahmin edersiniz ne kadar zor bir şey olduğunu. Orası doldurulması kolay bir koltuk değil. Hepimizin yıllarca sadece ona yakıştırdığı, ondan başkasının düşünülemediği bir koltuktu orası. Bu yüzden de biraz hüzünlü ve biraz da tedirgin hissettim açıkçası. Zordu, çok zordu ama bu bir sorumluluktu ve ben de yerine getirdim.
Büyüyünce daha iyi şeyler yazabilirim belki!
-Söz yazarlığı ve senaristlik kapısını da araladığınızı söyleyebilir miyiz?

Film piyasası bizim dünyamızdan çok farklıdır. Siz kitabı yazıp teslim edersiniz, yayınevi de basar. Film için aynı şeyi söyleyemem mümkün değil. Emeği geçen bir sürü insan var; tamamen bir ekip işi. Ben de yavaş yavaş bu sektörde şansımı deniyorum. Ufak ufak kalem oynatmaya başladım. Televizyondan vakit kaldıkça yazmaya çalıştığım bir şey senaryo, ayrıca eğlenceli de. Henüz kesinleşmiş bir proje yok ama. Yazıyla mutlu olabilen bir adamım ben. Yazı beni gitmek istediğim coğrafyalara da taşıyor, görmek istediğim filmlere de, sevmek istediğim kadınlara da taşıyor. Ben hayallerimi yazıyla gerçekleştiren biriyim. Yazı yazabildiğim sürece hayal kurabilirim. Söz yazarlığı anlamında tek tük çalışmalarım oldu. Çok iyi olduğumu düşünmüyorum ama çalışırsam, büyüyünce daha iyi şeyler yazabilirim belki de.

Bu web sitesinde çerezler kullanılmaktadır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

"Tamam" ı tıklayarak, çerezlerin yerleştirilmesine izin vermektesiniz.