• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • BIST 78.384,78
    EURO 4,4760
    USD 3,8608
    GBP 3,8608
    CHF 3,8608
    JPY 3,8608
Bana seni anlat dede ARZU GÜNAYDIN

Bana seni anlat dede

arzu.gunaydın@yeniasir.com.tr Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 29.12.2018, 00:00

İster özel ister resmi olsun anaokulu ya da kreşlerin huzurevlerine yakın olmasını düşlemişimdir hep. Hatta ilkokul ve ortaokulların da. Yakınlık fiziksel anlamda olursa çok daha iyi ama, kastettiğim daha çok bu kurumlar arasında ortak programların yürütülmesi.
Haftada, hatta günde 1-2 saatin birlikte geçirilmesi.
Günümüz koşullarında ailelerin yoğun çalışma temposunda çocuklara bakabilecek bir akraba, komşu vs. yoksa en güvenilir seçenekleri kreşler oluyor. Kreşlerdeki özveri ile çalışan öğretmenler elbette çocuklarımıza en iyi ortamı sağlamak için çabalıyorlar. Ancak bebeklerin ve küçük çocukların o yaşlarda en büyük ihtiyaçlarından biri olan fiziksel temas yetersiz kalabiliyor. Bütünün diğer yanındaki büyüklerimiz cephesinde de durum temelde aynı... Çocuklarından, torunlarından uzakta kalmış, belki de onlara hiç sahip olamamış dede ve ninelerimiz hayatlarının tekdüzeliğinden kaçma yollarını arıyor ya da aramaktan bile çoktan vazgeçmişler. Yani iki tarafın da birbirine ihtiyacı var aslında...

YEDİ YAŞA KADAR

Okul öncesi eğitimin kişilik oluşumunda önemi artık asla yadsınamaz. 7'sinde neyse 70'inde de odur atasözü çok güzel özetliyor bunu aslında. Yedi yaşına kadar kazandırdıklarımız üzerine şekillenecek hayatlar. Bu kazanımların en önemlilerinden biri de çocuğun kendini sevmesi olacaktır. Kendini sevmek ise ataları sevmekle başlamalı. Yıllardır anne babamızı seçemiyoruz, bu yüzden sevmek zorunda değiliz yalanı ile uyutulduk. Tam tersine anne babamızı, dede ve ninelerimizi, onların da anne babalarını sevmek zorundayız. Tabi ki istisnai ve hastalıklı durumları kastetmiyorum.
Bir psikoloğun seminerinde dinlemiştim:
Genlerimizin yarısı anneden, yarısı babadan geliyor diye başlamıştı söze. Çevresel koşullar kişiliğimizi etkilese de mizacımızın oluşumunda anne babalarımızdan aldığımız genlerin daha önemli olduğunu anlatıyordu...
Ve tabi onların da anne babalarından aldığı.
Yani, diyordu, mizacımızın ya da ruhumuzun yarısı annemizden, yarısı babamızdan... Birini reddettiğimizde kendi yarımızı sevmekten de vazgeçmiş oluyoruz. Hep yarım ya da eksik yaşamlar yaşıyoruz. Özetle anne babalarımızı sevdiğimiz kadar bütünüz ve güçlüyüz diyordu. Çünkü onları sevmekle geçmişe uzayıp giden atalarımızı hayatımıza kabul ediyor, sağlam kökler salabiliyoruz diyordu.
İşin ilginci, Amerika bunu bir tedavi yöntemi olarak yeni keşfetmişti. Yanlış hatırlamıyorsam 20 yıl önce falan. Bizlerin yüzlerce yıllık töremizi tekrar bize pazarlıyorlardı yani. Yine de asıl olan doğruyu hatırlama ve hayatımıza uygulayabilmek elbette.

BİR MASAL ANLAT NİNE

Örneğin okul gezilerinde daha sık yaşlı bakımevlerine gidilse. Bu geziler işlevsel hale getirilse. Mesela her hafta gittikleri nine ve dedelerinden masallar dinleseler. Hatta okullar bu masalları derleyip, geleneksel Türk Edebiyatına katkıda bulunsa. Unutulmaya yüz tutmuş masalları tekrar canlandırsa. Kentin eski yaşamını ilk ağızdan dinlese minikler.
Dinlerken isteyenler bunu resmetse mesela.
Sonra ortak sergi açsalar. Böylece hem kent, hem sanat hem de tarih bilinçleri gelişse miniklerimizin. Yaşlılarımız da hayatlarına bu sayede yeni heyecanlar katsalar. Birbirlerini sevseler, kucaklasalar. Ellerini öpse çocuklarımız her gittiklerinde. Danışsalar, dertleşseler.
Birlikte şarkılar, türküler söyleseler. Çocuklarımız da teknolojiyi öğretse onlara, bu şekilde uzaktaki evlatları ile mesafeleri kısaltsalar.
Eve gelince de, kendi dede ve ninelerine gün içinde yaşadıklarını anlatsalar. Yani, bir masal anlatsa dedelerimiz, içinde sevgi ve mutluluk olsa...Kök salsak derinlere...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
GÜNÜN YAZARLARI
SON DAKİKA