Herkesin bir hikâyesi vardır... Kimi kâğıda kazır hikâyesini, kimi yüreğine..
Anlaması zor, anlatması imkansız cümlelerin etrafında döner yaşanmışlıklarımız.
İsteriz ki, hayatımızı paylaştığımız insanlara örnek olalım, herkes bizim hikayemizde bir duygu bulsun ve kendi duygularıyla birleşsin. Kelimeler sihirlidir. Binlerce kez konuşarak halledemediğimiz konuları bir çırpıda kağıda dökeriz. Yaşamla ölüm arasında sıkıştırdığımız sürede hepimiz bir serüven içindeyiz. Paylaşmak duygusu muhteşemdir.
Anlamsızlığa farklı bir anlam katar. Yaşadığımız gezegenin üstünde binlerce hayat ve senaryo gizlidir. Kimsenin mükemmel bir hikayesi yoktur. En güzel zamanların en acı anların içinde saklı olması ve bizim bunu bilmemizin imkansız olması, ne ilginç bir durumdur.
KİMSE AYNI KALMAZ OYSA
Yıllar sonra, hiç beklenmedik bir anda geçmişin anılarının içinden karşıma çıktın.
Eskimiş albümlerin arasından koşarak geldin bana "Beni hatırladın mı?" diyerek... Birden anımsamak ve hatırlamak arasındaki kelime farkına takıldım. Yıllar sonraki bu karşılaşma günlük yaşamda önemsiz bir ayrıntı olmasına rağmen, yine de takıldım işte. Oysa neler yaşamış, nelerden vazgeçmiştik hayatımız boyunca. Hangi durağın ilk basamaklarında olduğunu unuttuğumuz, gizli terk edişler ve vazgeçişlerin gözyaşları saklıydı.
Okul yılları diye başlayan anılarımızın hangisi ne kadar gerçekti?
Yoksa üst üste binen bunca geçmiş zamandan sonra hayal ve gerçek arasında bocalamanın filizlenip boy verişi mi idi? "Hala aynı güzelliktesin" diyen bir gülümsemeye cevap vermek zorunda kaldım: "Sen de hiç değişmemişsin " Hepimiz biliyoruz ki; hiç kimse aynı değildir. Hiç kimse geçmiş kadar güzel değildir. Sadece daha eksilmiş, daha eskimişizdir. Derinleşen yüz çizgileri ile beraber yaşam içinize oturmuştur.
Dibiniz tutmuş, içiniz kararmıştır. Fakat, karşımızdakilere yansıttığımız, aldatıcı "Dik kuyruk" hikayemiz vardır hep. Geçmişle yüzleşmenin en güzel yanıdır. Beklenmedik karşılaşmalar albüm karıştırmaktan daha iyidir. En silik simalar bile anlam kazanır. Arkadaşımla sarılıp öpüştükten sonra neler konuşabileceğimizi düşünüyorduk ikimiz de için için.
"Biliyor musun? " diye başlayan cümlelerin bile önemini kaybettiği bir andı. Geçmişte kalan anıların içinden cımbızla eşelediğimiz ne kadar konu varsa, ayıklamaya başladık. Anılarımız bile aklımızda kalanlarla aynı değildi. Hepimiz değişiyoruz. Değişmek zorunda bırakıyor yaşam. Esir kuşlar gibiyiz. Kaçamadığımız bir dünyada köşe kapmaca oynadığımız oyunlarının kaçı gerçekten yaşanmıştı.
Kurguladığımız gelecek planlarında ne kadarını gerçekleştirebildik. Rahmetli büyük annemin bir sözünü yaşamım boyunca unutmadığımı karşımda oturan arkadaşım bir kez daha anımsattı. "YAA NASİP" Evet her şey kısmet meselesiydi.
ZAMANIN KELEBEKLERİ
Hayatı sorgulamaya başladığımız anda kayboluşlar başlıyor. Ucu bucağı olmayan bir boşlukta uçuyoruz. Zamansız zamanın kelebekleri gibiyiz. Nereye konacağımızı bilmiyoruz.
Hayatla ilgili mutluluk icatlarımız vardır. Güzel bir oyunun içindeyiz. Yaşamın kilometre taşları arasına sığdırabildiğimiz kadar yaşam kesitleri içinde yüreğimiz kan revan içinde gidiyoruz.
. Düşe kalka oynadığımız yaşam parkımızda sıraya girip "BİTTİ " düdüğünü bekliyoruz.
Bir gün her şey bitiyor.
Alışmamız lazım. Yüzyıllardır yaşanan döngüler. Asla bir araya getiremeyeceğimiz bir yapbozun parçaları. Kendi hikayelerimizin yorgun savaşçılarıyız. Meydanı terk etmeden önce düşünelim. Bunca güzellik ve acıların içinde hayata dair ne öğrendik?
TEK SORU VE TEK CEVAP: İŞTE BU BİZİM HİKAYEMİZ. ÖNCESİ YOK SONRASI YOK.
Yaşam geriye bakarak anlaşılır, ileriye bakarak yaşanır.
(ANONİM)
