Yahya Kemal (1884-1958) 1921- 1922 yıllarında işgal altındaki İstanbul'da köşe bucak bu şehri dolaşır, tarihi yapılardan aldığı ilhamla gazetelerde milletimizi uyanışa çağıran yazılar yazardı. Yanlış modernleşmenin ve Batı özentisinin tehlikelerine değinirdi. Dikkat edelim henüz 1900'lerin başlarında bunlar yazılıyor. Onun "Ezansız Semtler" adlı yazısından alıntılar yapacağım:
"Kendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerde ki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, Ramazan ve kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler? İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu müslüman rüyasıdır ki bizi henüz bir millet halinde tutuyor. Bugünkü Türk babaları, havası ve toprağı müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur'an'ın sesini
işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullah'ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar.
İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken Tekbir'leri dinlediler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler hayata girdiler. Türk oldular. Bugünün fazla medenileşen üst tabakanın çocukları ezansız yeni semtlerde alafranga terbiye ile yetişirken Türk çocukluğunun güzel rüyasını göremiyorlar.
RUHSUZ YENİ SEMTLER
Ah! Büyük cedlerimiz! Onlar da Galata, Beyoğlu gibi frenk semtlerine yerleşirlerdi, fakat yerleştikleri mahallede müslümanlığın nuru belirir, beş vakitte ezan işitilir, asmalı minare, gölgeli mescid peyda olur; sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanır, hasılı o toprağın o köşesi imana gelirdi;
Beyoğlu'nu ve Galata'yı saran yeni yapıların yığını arasında o mescidlerden, o türbelerden bir ikisi kaldı da gördük ki cedlerimiz o kefere frenk mahallelerinin toprağına böyle nüfuz ederlerdi. Biz bugünün Türkleri bilakis Şişli, Nişantaşı, Kadıköy, Moda gibi küçük bir şehri andıran yerlere yerleştik, fakat o yerler Müslüman ruhundan uzak, çorak ve kurudur.
Medenileştikçe Müslümanlıktan çıktığımızı tabii ve hoş gören ahmaklar uzağa değil Balkan devletlerinin şehirlerine kadar gitsinler. Görürler ki baştanbaşa yenileşen o şehirlerin her tarafından çan kuleleri yükselir, pazar ve yortu günleri çan sesleri işitilir. Manzara halkın dinini ve milliyetini hatırlatır. O şehirler bizim yeni semtlerimiz gibi milli ruhtan uzak değildirler."
EZAN VE KUR'AN
Bu satırlar 1922'de yazıldı. Şairimiz İstanbul'un minaresiz, ezansız yeni semtleri için çok üzülüyor. O bir konuda yanıldı.
Aradan yüz sene geçince minaresiz ve ezan sesinden mahrum yerimiz kalmadı.
Yani şekil unsuru düzgün. Ama mana ve öz bakımından Y. Kemal başka bir yönden haklı çıktı. Modernleştikçe dinden maneviyattan uzaklaştığımız bir gerçek.
Şairimiz "Ezan ve Kur'an" yazısında şöyle der: "Gezintilerimde bir hakikat keşfettim. Bu devletin iki manevi temeli vardır: Fatih'in Ayasofya minaresinden okuttuğu ezan ki hala okunuyor! Selim'in Hırka-i saadet önünde okuttuğu Kur'an ki hala okunuyor!" Topkapı'daki Kur'an ve Ayasofya'nın ezanı bir süre susmuşsa da şükür ki tekrar okunmaya başladı.