Bayramda herkes bir yerlere kaçarken ben evimde, İzmir'imde olmayı tercih ettim. Kazılan Alsancak sokakları, TV kanallarında kabak tadı vermiş magazin haberlerinin boşluğu, çoğu arkadaşımın buralarda olmayışı, hiçbir şey keyfimi kaçıramadı...
Gezdim, tozdum ve tabii ki en sonunda İzmir'ime döndüm. Güzel İzmir'ime... Bayramın birinci günü herkes bir yerlere kaçarken ben evimde olmayı tercih ettim. Kazılan Alsancak sokaklarının görüntü bozukluğu, TV kanallarında kabak tadı vermiş magazin haberlerinin boşluğu, çoğu arkadaşımın buralarda olmayışı, hiçbir şey keyfimi kaçıramadı, Van felaketi haricinde. Tüm Amerika yolculuğumuz süresince nerede Türk olduğumuzu belirttiysek her kesimden tüm insanlar "geçmiş olsun" demeyi ve de çok üzüldüklerini belirtmeyi ihmal etmedi.
Bayramın ikinci günü şu an Uludağ Grand Yazıcı Otel'inin yeni dekorasyonunu yetiştirmek için karlar içinde çalışmalarını sürdüren biricik komşum ve arkadaşım iç mimar İlknur N. Saraç ve o da sayemde en az benim kadar İzmir'i seven oğlum yerine koyduğum Levent'im ve de İzmirli harika arkadaş grubumla Güzelyalı'da balık ve midye zevkini tattık.
Ertesi gün İstanbul'dan bir günlüğüne gelen dostlarımla Swissotel'in zengin kahvaltısı üzerine Kordon gezisi, ardından da İzmir klasiklerinden Venedik'te akşamüstü bir 'calzone'... Tabii ki aralarda "Reyhan" özlemi giderildi.
Size şurda yedik şurda gezdik diye yazıyorum. İnanın yukarıda belirttiğim hırs, kıskançlık ve maalesef boşluk dolu magazin haberleri vermekten, boy boy şöhret resimleri ile süslü bir sayfa hazırlamaktan ziyade minik gezilerimdeki güzel anları yazmak daha mutlu ediyor beni. Ne görgüdür bu ki uçakta oturduğu pahalı koltuğu bir meziyet bilip bunu meslektaşına bir üstünlük olarak basına açıklayan şöhret dediğimiz kişilerin haberleri işgal edebiliyor magazin dünyasını. Aman ön olsun orta veya arka olsun koltuğun, gittiğin yer, oralardaki yaptıkların mühimdir. Yeter ki sen mutlu ol. Neyse girmeyelim buralara.
Recep Usta'dan inciler
Açılma arifesinde iken yine çok sevdiğim 'Sipari'de olduğumuz bir gece, bir bey ile tanıştım ki biricik dostlarımdan Ajda'mı ve dolayısı ile beni yeni açacağı mekana davet etti. Recep Usta... İstanbul veya Ankara'da adını çok duymama rağmen gitme fırsatım olmamıştı. Ajda pek methetti yemeklerini. Kısmet geçtiğimiz pazar imiş.
Çoğunuz gitmiştir, ama o kadar hoşuma gitti ki öğrendiklerim, belki bazı noktaları kaçırmışsınızdır diye nakletmek isterim. Menü cidden yıkılıyor. Ali Nazik'ten abaganusa, fırın ezme güveçten mumbara, incikten gerdana ciddi et yemeklerinin yanı sıra tüm et ızgaralar, ve tabii ki tavalar, pideler, inanılmaz lezzette salatalar, tatlılar hele yemek öncesi gelen minik içli köftelerle minik patlıcan dolmaları (ki ikincileri istendi!) yanı sıra light bamyası dışında Berna'mız gibi 20 yılda bir et yemeği yiyen (ki şansı ancak 20 yıl sonra olabilecek) arkadaşımıza harika özel servis yapıldı.
FİNCANIN SIRRI
Bize mekanları hakkında bilgi veren Recep Budak'ın yani Tavacı Recep Usta'nın kibar oğlu Veysi'den öğrendiğimize göre tüm etler Diyarbakır menşeyli imiş. 1978'den beri hizmet veren firmanın Ankara'da ve İstanbul'da ikişer, İzmir ve Bursa'da birer şubesi var. Evlere servis yapmıyorlar. Sebebi de soğuyunca etin tadını koruyamadığı içinmiş. İzmir hariç hiçbirinde içki servisi yok. Sadece İzmir şubesinde ev yapımı şarap veriliyor. Sebebi de rakı ve diğer içkilerle yemek mezeye dönüştüğünden yine aynı tat alınamayacağından. Meşhur Tavacı Recep Usta müesseselerinde çalışanlar bugün 650 kişiyi bulmuş. Servis elemanları birbirinden sıcak ve çalışkan yetişmiş. Öğrendiğimiz en ilginç şeylerden biri de yemek sonrası masaya gelen yağız kahveci delikanlıdan. Kulpsuz fincanda servisi yapılan mırra kahve servisinde, fincanı içtikten sonra masaya bırakırsanız evin kızına talip olduğunuz, aynı hareketi bir taziye evinde yaparsanız acılarını paylaştığınız, yemek sofrasında ise masanın ağası yani sizin davetiniz olduğu daha da ileri gidip düğünde yaparsanız düğünü sizin üstlendiğiniz, daha birçok hareketle birçok hissinizi belli edeceğiniz anlamları çıkıyormuş. Bir de 'mervani kahvesi' var ki patenti Recep Usta'nın. Ama ne kahve... 12 çeşit kahveden oluşuyor. İçinde sadece kahve olmasına rağmen inanın çok ilginç ama ne tadı var biliyor musunuz? Süt...
Dolu dolu bir pazarın ardından özel izinle evime yürüme iznimi aldım Berna'dan. Nefis bir pazardı, yeni yeni şeyler de kapmaya çalıştım bu minik yazarlık hobim için duayenim Şebnem Bursalı'dan...
Gözlerinize iyi bakın gençler!
Bayramın son günü sabah Aysel'imle (Uysaler) Reyhan'da çayımı içerken gözümde garip bir bulanıklık hissettim. O sırada yanımıza hemeopatist doktor arkadaşımız Levent Buda geldi, iyi ki geldi. Hemen bir göz sağlık merkezine, çok da yakınımızda olanına uğramamı söyledi. Hemen fırladık Alsancak Camii'nin yan tarafına düşen "Alfa Göz" göz hastalıkları dal merkezine geçiverdik. Bu kadar temiz, bu kadar iyi servis veren, bu kadar da iyi personeli olan bir sıhhat merkezi ile karşılaşacağım aklıma gelmezdi. İyi servis tüm randevuları saptayan sekreter Özlem Okmeydanı'ndan başlıyor. Hemşire Elif Sayın sizi doktora hazırlıyor, bir de neşelendirerek. Tesadüf buranın sahibi genç hekim Abdullah Karaca ile tanıştım. 3 yıldır varmış burası, hanımı Dr. Dilek Karaca'nın da vazifeli olduğu burada. Karabağlar'da da bir ikincisi olan Alfa Göz kliniklerinde toplam 4 hekim çalışıyormuş. SSK, Bağkur, Emekli Sandığı, özel sigortanin geçtiği bu titiz klinikte tüm göz bakımlarım yapıldı. Gençliğimde alışık olmadığım yok sayılacak bir ücretle aslanlar gibi gözlerim tarandı. Genç ve tecrübeli doktor Eyüp Karahan tüm olgulara büyük titizlikle baktı. Bugün belli olacak ameliyat mı diye. Ama o kadar güven telkin etti ki tereddütsüz gidiyorum. Göz taramasında, göz tansiyonu ölçümlerine, lazer ile tüm müdahalelerinden bilgisayarla görme alanına göz ile ilgili her şeyi en iyi şekilde yapan "Alfa Göz" yeni klinikler arasında ön sıralarda olanlardan. Tebrikler...
Göz muayenem anında her duyumuzun, kısacası sağlığımızın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladım. Anladım ama bu yaşımda anladım. Keşke gençken bu kadar önem verse idim diye düşündüm. Aman gençler, sağlığımızı ihmal etmeyelim. O genç yaşlarda yediğimiz 'fastfood'lar, sırasız öğünler, kahveler, görmeye bile tahammül edemediğim sigara keyifleri, inorganik beslenmeler... Sonradan o kadar uzuyor ve yoruyor ki...
Dostlarla nefis bir pazar kahvaltısı
Veee pazar... Önceden programlanmayan programlar bazen o kadar iyi oluyor ki daha evvel tek tek hazırlanırsa hiç bu kadar zevkli geçmiyor. Ne yalan söyleyeyim seviyorum sevdiklerimle güzel sofraları paylaşmayı. Yedikleriniz ictikleriniz, mekan kadar sofrayı paylaştığınız kişiler önemlidir. Benim yaşantımda bu kişiler birkaç tanedir. Bu pazar da onlardan biri ile paylaştım günümü.
Sabah 10'da buluşup üçkuyular Boğaziçi'ne gittik. Çok kişi bana bu restoranı anlattı, geçtiğimiz pazar nasip oldu görmek. Bir kaç dakika içinde doldu. Boğaziçi'nde gazetemizden de tanıdığınız canım Gülengül'ün güzeller güzeli torunu ilk gördüğüm için tüm günüm güzel geçti. frambuazlı lordan bala kaymaka, peynir, reçel çeşitlerinden çeşit çeşit zeytinlere, sahanda yumurtalardan su böreğine harika bir serpme kahvaltıyla güzel arkadaşımın "cake walk"tan getirttiği ıspanaklı cheese cake, derken Berna... Sürpriz yapıp gelen çok sevdiğim sizin de tanıdığınız Turkuaz'ın sahibesi güzeller güzeli Berna Noyaner
ve tabii ki pazar gazeteleri. Size biraz Boğaziçi'nden bahsedeyim. Pazarları 16.00'a kadar sürüyor kahvaltısı. Manzara muhteşem. Başta şef Ramazan Şen olmak üzere kuvvetli bir ekibi var. Gezerken gördüm ki çok zengin bir balık menüsünden oluşan balık ve aynı zenginlikte bir et restoranı varmış, Boğaziçi'nin. 1 haftadır beklediğimiz pazarımıza doyamadık ki güne bir çay molası verip uzun zamandır gitmek istediğim bir yere geçtik.