Bugün daha çok kent sorunlarına değinmek istiyorum.
Özellikle belediye otobüsleri ve otopark sorununa...
Karşıyaka Dedebaşı'nda oturuyorum. Çeyrek asırdır görev yaptığım gazeteme gelip giderken hiçbir zaman özel aracımı kullanmadım. Bunun iki nedeni var:
İlki, Yeni Asır'ın İzmir'in merkezi bölgesinde bulunması ve önemli ölçüde otopark sorununun yaşanması. Bir de ben aracımla gelip sıkıntı yaşamak istemiyorum kısacası..
İkincisi de, toplu taşıma araçlarıyla yolculuk etmek bana mesleğim gereği halk arasında bulunma imkanı sağlıyor, sorunlarına yakinen tanık oluyorum.
Özellikle belediye otobüsleri aktarma sistemine geçtikten sonra en çok tartışılan unsur oldu İzmir'de, öncelikle halk arasında...
Her defasında, halkın içinde tekrar tekrar yaşıyorum bunu...
Hele, birçok semtle bağlantısı bulunan Anadolu Caddesi'nde aktarma sorunu hiç bitmedi, giderek büyüdü... Eskiden 3-4 dakika bir gelen otobüs, aktarma sistemine geçtikten sonra, arka arkaya iki otobüs ve 7-8 dakikada bire çıktı. Bu yüzden yolcu yoğunluğu arttı...
Yani art arda iki otobüs de sorunu çözmedi.
Yaklaşık 15 gündür de bu sorun artık krize dönüştü. Otobüsler artık 15-20 dakikada bir ve tek araç geliyor. Havaların da ısındığı düşünürseniz, 802 nolu otobüste sıkış tepiş ve et ete gitmenin zorluğunu bir düşünün...
Neden bu aymazlık var, bilmiyorum.
ESHOT yönetimi 125 nolu ve sayısını anormal artırdıkları 800 nolu otobüslerle savunacaklarsa bu düzeni, bilsinler ki, halk böyle düşünmüyor, Konak'a gelmek için 802'ye aşırı derecede yükleniyor.
Hal böyle olunca, fotoğrafta görüldüğü gibi "çok samimi" yolculuklar ortaya çıkıyor. Bu arada halkın da bundan memnun olduğunu düşünmeyin. Küfür ve "elim kırılsaydı da oyumu bu partiye vermeseydim" nidaları yükseliyor.
İnanın bana, açık açık... Kimse sözünü sakınmıyor artık... Benim fotoğraf çektiğimi görünce, "Yaz kardeşim bu rezilliği" diye ısrar ettiklerini düşünürsek...
Halk artık toplu ulaşımda acil ve köklü bir çözüm bekliyor, demektir.
Başkan Kocaoğlu'nun bu aymazlıktan haberi olmayabilir.
Çevresindeki danışmanları da belki söylemeye çekiniyordur.
Ama apaçık gerçek budur... Bu rezillik kendisinden saklanmışsa bile Başkan şimdi öğrendi işte...
Ha bu arada İzmir sloganımız, "Yaşayan şehir, yaşanacak şehir" değil miydi?
Bu arada İstanbul'da yaşayan lise arkadaşım Bülent Girgin, facebook'ta bir arkadaşıyla girdiği diyalog sonucunda büyükşehirlerde yaşanan trafik ve otopark keşmekeşine çeşitli öneriler getirmiş ve madde madde sıralamış...
Sizinle paylaşmak istedim.
Büyük cadde ve bulvarların çevresinde, metro, metrobüs durakları ile iskeleler çevresinde ve her mahallede mutlaka çok katlı, yüksek güvenlikli, çevre duvarları açık, asansörlü, 24 saat açık otoparklar yapılmalıdır.
Park, okul, cami bahçeleri ile semt pazarı olarak kullanılan alanların altına mutlaka otopark yapılmalıdır.
Bu yatırımlar, öncelikle belediyeler tarafından yapılmalı ancak kira getirisi amacıyla özel kurumlara kredi desteği ve belli bir dönem gelir vergisi indirimi/muafiyeti gibi çözümler üretilmelidir.
Yapılan her binanın altında daire sayısı kadar araç park yeri mutlaka yaptırılmalı hiçbir şekilde istisna olmamalıdır.
Bütün bu düzenlemelerden sonra hala uygun olmayan yerlere park edenler olursa, bunlara da elbette, kaçındıkları otopark ücretinin birkaç katı para cezası yazılamalıdır.
Personel ve okul servisi araçlarının viyadük, bağlantı yolları, mezarlıklar vb. yerlere gün için de park etmeleri engellenmelidir.
Özel otobüs ve dolmuşların mesai sonunda garajlara park etmesi zorunlu olmalı, caddelere, sokaklara bırakılması engellenmelidir.
Ülkemiz cadde ve sokaklarının darlığı dikkate alınarak, park yerlerine sığmayan, sokaklarda dönüş sıkıntısı yaşayan servis araçlarının (boyları 7 - 8 metre) boyutları ulaştırma ve sanayi bakanlıklarınca sınırlanmalıdır.
Oto tamircisi, yıkamacısı vb. esnafın 5 - 6 metrekarelik iş yerlerinde dükkan açıp sokaklarda, kaldırımlarda araç tamir-bakımı yapmalarına izin verilmemelidir.