Hayat beni her zaman, en zorlandığım yerden yakaladı. Bu yüzden sabır, benim her zaman en büyük sınavım oldu. Hayatı geldiği şekliyle kabullenmeyi denedim çoğu zaman... Birçoğumuz bunu kötülüğü veya adaletsizliği kabul etmek düşüncesiyle karıştırıyor. Bu doğru değil. Değiştirilebilecek olanı değiştirip, değiştirilemeyecek olanı kabul etmekle ilgili sadece. Hayatın isteklerime uyması konusunda ısrar ettiğimde, sabrımı kaybettiğimi gözlemledim. Gidişat istediğim gibi olmadığında veya istediğim zaman düşündüklerim gerçekleşmediğinde öfke nöbeti geçirdiğim de olmuştur. Böyle zamanlarda almam gereken ders şuydu; "Sükûnet içeriden dışarıya doğru olur, dışarıdan içeriye doğru değil." Peki siz bunu kaç kez sesli bir şekilde söylediniz kendinize? Çoğumuz sabrın erdem olduğunu biliyoruz, ancak işler istediğimiz gibi gitmediğinde bunu uygulama konusunda inatçıyız. Toplum olarak major depresyon geçiriyoruz. Tahammül seviyemiz zaten sınırları zorluyor. Sabır dediğimiz erdemi ucundan yakalamaya uğraşıyoruz. Hayal kırıklıklarımız, kalan sabrımızı da öfkeye ve en kötüsü umutsuzluğa dönüştürdü. İçsel bir savaşın içinde kıvranırken, -değil kendimize- kimseye faydamız olamıyor.
BEKLEMEYİ BİLMEK
Sabır, yoğun saatlerde trafikte sıkıştığınızda veya bankada uzun bir kuyrukta beklediğinizde geri kazanılması zor bir erdem şüphesiz.
Ancak benim açıklamaya çalıştığım duygusal sabırsızlık konusu. Hayatın duygusal iniş çıkışları arasında hepimizin yaşadığı bir durum. Bu konuda çoğumuzun bir eğitimden geçmesi gerektiğini düşünüyorum.
Öfke ve sabırsızlık, iki ayrı duygu. Ve her birimizin yaşadığı insani duygular kuşkusuz. Ancak bu durumlarda nasıl tepki verdiğimiz ya da harekete geçtiğimiz konusu ile ilgileniyorum ben. Sorunlar orada ortaya çıkıyor genellikle. Öfkeliyken hareket etmek, başımızı ciddi anlamda belaya sokabiliyor. Bazen sadece 1-2 dakika sabırlı olabilsek, pişman olacağımız bir şeyi söyleme veya yapma olasılığımız ortadan kalkabilir oysaki. Ne demiş Honore de Balzac: "Beklemesini bilenin her şey ayağına gelir." Ama bu bizim için öyle zor ki...
ZAMAN ÇİZELGESİ
Bir farkındalık yaratabilmek adına; "Yeter" kelimesinin bir zaman çizelgesinin varlığını gösterdiğinin altını çizeceğim. Yani; sabırsız hissettiğimizde, bunun nedeni kafamızda bir zaman çizelgesi olması. Çocuğumuza, "Çoraplarını giymen yalnızca 20 saniyeni alacak", sevdiğimiz kişiye "Bana geri mesaj atman yalnızca 2 dakikanı alır?" ya da çalışanımıza "Bu işi tamamlaman yalnızca 2 saatini almalı" diyoruz. Her ifademizde bir zaman sınırı var ve bu o kadar net ki, tartışılmaz olduğunu düşünüyoruz.
Ama öyle değil. Zaman çizelgelerimiz aslında dünyada var olma, düşünme ve hareket etme biçimimizi yansıtıyor. O zaman, sabrı nasıl geliştirebilir ya da sabırsızlığı nasıl daha etkili bir şekilde sabra yönlendirebiliriz sizce?
Seçenek 1: Kafamızdaki zaman çizelgesini güncelleyebiliriz.
Seçenek 2: Zaman çizelgesini karşı tarafa da yüksek sesle iletebiliriz. Böylece karşılıklı olarak kabul edilir ve gerçekten paylaşılmış bir geçerliliği olur.
İlk yol, sabrımızı geliştirip baskıyı azaltmakta. Olumsuz duyguları uyandıran beklentileri ortadan kaldırmakta.
İkinci yol, sabırsızlığın enerjisini biz ve başkaları için daha üretken bir biçime yönlendirmekte. Özetle kafamızdaki zaman çizelgesi hakkında karşı tarafla bir diyalog kurabildiğimizde, sabırsızlığınızın enerjisi bir kalıba dönüşür ve elle tutulabilecek bir hale gelebilir. Bu da bir farkındalık yaratır.
EN SABIRLI ÜLKELER
Dünyanın en sabırlı ülkeleri hangileri biliyor musunuz? Araştırmacılar 1 numaranın İsveç olduğunu söylüyor. Sonrasında Norveç ve diğer İskandinav ülkeleri geliyor. Norveç'e yaptığım kısa seyahatte deneyimlediklerim, araştırmaları kesinlikle haklı çıkarıyor. Şöyle ki; İskandinav kültürü çocukların ruh sağlığını korumak için çok şey yapar. Öncelikle ebeveynlerin çocuklarıyla vakit geçirmesini daha kolay hale getirir. Bu, hem bireyde hem de toplumda huzur ve sükunetin temelini oluşturur. Okul öncesi öğretmenleri çocuklarla ilgilenmek konusunda nitelikli ve eğitimlidir. Çocuklara bağırmamayı ve çığlık atmamayı öğretirler. Yetişkinler seslerini ayarladıklarında ve çocuklara yumuşak konuşmalarını söylediklerinde, çocuklar bunu sorgusuz yerine getirirler. Okul öncesinden itibaren her türlü zorbalığa veya şiddete karşı sıfır tolerans vardır. Öğretmenler her türlü durumla başa çıkmak için eğitilir ve "itme, dövme, nazik ol" çocukların büyüdüğü bir tür mantradır. En önemlisi, yetişkinlerin çocuklara karşı her zaman nazik olmasıdır. Öğretmenler dinler, her çocuğu şahsen tanır ve onlarla etkileşime girer. Çocuklar görüldüklerini ve duyulduklarını hissettiklerinde sakinleşirler ve aileler başarısız olduğunda bile okullar önemli bir rol oynar. Norveçli çocuklar 6 yasına kadar okul öncesi eğitime giderler. Okul öncesinde okumayı, yazmayı veya saymayı öğrenmezler. Orada huzurlu olmanın önemi, stres azaltma, duygusal dengeyi koruma ve zihinsel sağlık üzerine yetiştirilirler. Böylelikle sağlıklı bir toplumun temelleri atılır. Sabır kavramı üzerine yoğun bir anlayış geliştirilir.
RASYONEL KARARLAR
Özetle, sabrın sadece genel bir erdem olduğu söylenirse de, bundan çok daha fazlasıdır. İşler umduğumuz gibi gitmediğinde derin bir nefes alıp iç huzuru arar, sabrın gücüne sığınırız.
Böyle zamanlarda durup bir sonraki hamleyi düşünmek için zaman ayırmak gerekir. Böylelikle duygularımızı içselleştirmeyi ve içinde bulunduğunuz durumu yorumlamayı öğreniriz. Huzurlu bir hayat yaşamayı, nezaketi öğreniriz.
Daha rasyonel, gerçekçi kararlar alabilir, azim ve dayanıklılık geliştirebiliriz. Uzun vadeli hedeflerimize ve hayallerimize odaklanmamız kolaylaşır.
DERİN BİR NEFES AL
Unutmayalım; İçimizdeki sabırsızlık her şeyin çabucak gerçekleşmesini sağlamayacak. Hayalimiz büyükse, gerçekleşmesi de çok zaman alır. Sabır sadece beklemekle de ilgili değil, beklerken nasıl davrandığımızla da ilgili. Kendimizi ve olaylara nasıl tepki vereceğimizi kontrol edebilmekle de ilgili. Neyin bizi sabırsızlaştırabileceğini belirlemeli, sonra zihnimizi nasıl yönlendirebileceğimizi ve olumlu düşünebileceğimizi bulmalıyız. Bizi sabırsızlaştıran olumsuz duygu ve düşünceler ortaya çıktığında, bu düşüncelerin yerini eğlenceli şeylerle değiştirebilir, derin bir nefes alıp beklemeye, bir es vererek kendimize zaman ayırmaya odaklanabiliriz. Zamanı düşünmeyi bırakıp, yapmak istediğimiz şeyleri yapmaya devam edelim. İstediğimiz şeye ulaşmak için elimizden gelenin en iyisini denedikten sonra da, oluruna bırakalım. Yapmaya çalıştığımız şey tüm çabalarımıza rağmen gerçekleşmeyebilir ya da bir sonuca bağlanmayabilir. Ben böyle zamanlarda şöyle düşünürüm; belki de karşılaştığım sorun, Tanrı'nın daha güçlü olmamı öğretme yolu olan bir köprü. Bu yüzden beklemem gerekiyor. Yolculuğun tadını sadece varış noktasına ulaştığımızda değil, gidiş yolunda da çıkarabilmeliyiz. Düştüğümüz duruma bir fırsat olarak bakabilelim.
Hepimiz için yılmadan devam edebileceğimiz kadar enerji, sabır yüklü bir hafta ve bolca tahammül diliyorum.
