• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
Sade yaşa özgür ol

AYSUN METE

Sade yaşa özgür ol

Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 18 Ekim 2025

Minimal yaşam fikri beni önce evimden değil, zihnimden yakaladı. Etrafım değil, aslında beynim, düşüncelerim çok kalabalıktı. Bitmeyen planlar, yetişilmeyen işler, söylenmeyen cümleler... Hepsi birer fazlalıktı. Belki de birer yük. Bir noktada fark ettim ki sadeleşmek, dolaplardan değil, zihinden başlıyor. Önce düşüncelerimi ayıklamaya başladım. Her yeni kararın öncesinde kendime tek bir soru sordum: "Gerçekten gerekli mi?" Hayatımı karıştıran şeyleri çıkarmaya başladıkça, içimde yeni bir ferahlık, tazelik belirdi. Yeniden nefes aldığımı hissettim. HUZURUN SIĞINAĞI
Zamanla bu sadeleşme hâli zihnimden evime, oradan da duygularıma taşındı. Evimde de aynı soruyu sordum: "Gerçekten gerekli mi?" Her şeyden üç-dört tane bulundurmak yalnızca göz kalabalığı değil, zihin yorgunluğu da yaratıyordu çünkü. Önce en eski, kullanılmayan eşyaları ihtiyaç sahiplerine vererek başladım. "Sadece elimin altında ihtiyacım olanlar kalmalı," diye duşundum. Artık tek odalı bir yerde hayatımı geçirmek zorunda kalırsam, beş odalı bir evdeki konforu hissedebileceğimi biliyorum. Çünkü fazlalıklardan arındıkça alanınız genişliyor — hem fiziksel hem de ruhsal olarak. Sadece bunu öğrenmek biraz zamanımı aldı. Fark ettim ki "az" bana yetecek kadarını çağrıştırıyor. "Az"ın içinde bir huzur var, bir denge var. Aslında düşününce her şeyin fazlası sorun getiriyor. Çok paran olursa, başın ağrır. Çok âşık olursan, kalbin. Çok yersen, miden. Hayat bana öğretti ki, her şeyin bir kararı var: sevgiyi de, tutkuyu da, sahip olduklarını da tam kararında yaşamalı insan. Fazlası taşar, eksikse tamamlanmaz.

AZ ÇOKTUR...
Bir de şu meşhur söz var ya hani: "Az çoktur." Bu söz sadece dekorasyona değil, yaşamın özüne ait aslında. Eskiler zaten böyle yaşardı. Benim annem mesela... Asla israf etmezdi. Tabağımızda bir lokma yemek bırakmaya kalksak kızardı. "Bitir hepsini," derdi. "Arkandan ağlar ya da bari ben yiyeyim, yemek araya gitmesin." "Araya gitmek" derdi, yani israf etmek. Ne kadar derin bir ifadedir aslında... Yemeğin, emeğin, alın terinin kıymetini anlatır. Belki de o yüzden o kuşak hiçbir şeyin fazlasına heves etmedi; azla, ama özle yaşadı. Bugün dönüp baktığımda, o sofralarda gizli bir minimalizm varmış meğer. Canım annem, mekanın cennet olsun...

ÇAĞIN HASTALIĞI
Şimdi biz, her şeye kolayca ulaşabildiğimiz bir çağda, o sadeliğin değerini yeniden arıyoruz. Bir şey aldıkça yetinemez olduk. Hep daha iyisi, hep daha güzeli... Onda var bende de olsun. Ama şimdi bu moda... Bu, psikolojide "Diderot etkisi" olarak geçiyor, biliyor muydunuz? Yeni bir eşya aldığınızda, diğerleri bir anda gözüne eksik görünür. Zincirleme bir istek başlar; hiçbir şey yerini dolduramaz. Ve bir bakmışsınız, ihtiyaçtan çok fazlasına sahip olmuşsunuz ama bir türlü doyamıyorsunuz. Bu çağın hastalığına da bir isim takmışlar: Affluenza — yani bolluk hastalığı. Ne kadar çok şeye sahip olursak, o kadar eksik hissediyoruz. Çünkü tüketim artık ihtiyaçtan çok, kimlik göstergesi haline geldi. Yeni bir çanta, yeni bir araba, yeni bir ev... Hepsi geçici bir tatmin sunuyor ama ardından daha büyük bir boşluk bırakıyor. Psikologlar, bu durumu "doyumsuzluk döngüsü" olarak tanımlıyor. İnsanın mutluluğu nesnelere yüklemesi, içsel huzuru dışarıda aramasına neden oluyor ne yazık.

MİNİMALİZM
Oysa mutluluk, fazlalıkta değil, farkındalıkta gizli. Minimalizm bana göre sadece az eşya değil, az yük, az telaş, az gürültü demek. Her şeyin daha sade, daha öz hâli. Bu yüzden diyorum ki minimalizm, bir eksiltme sanatı değil, dönüştürme sanatı. Gereksiz olandan kurtulup, önemli olana yer açmak. Eşyaları ayıklarken en çok zorlandığım şey, geçmişin izlerini taşıyanlardı. Bir fotoğraf, bir giysi, bir hediye... "Atmayayım, anısı var," derdim. Ama o anıları taşırken aslında daha çok yükleniyoruz. Belki de anıları maddi şeylere değil, kalbimize yüklemeliyiz. Çünkü o eşyalar değil, onlara yüklediğimiz duygular yoruyor bizi. Bazen bir anıyı saklamanın en güzel yolu, onu artık taşımamaktır.

DERİN FARKINDALIK
Psikologlar minimalizmi sadece bir yaşam tarzı değil, terapötik bir yaklaşım olarak da görüyor. Zihni sadeleştirmek, eşyayı azaltmak kadar duygusal yükleri de hafifletiyor. Fazla sahiplik, sürekli kıyaslama ve başkalarının onayını arama eğilimini besliyor. Sade bir yaşam ise özsaygıyı artırıyor, kaygıyı azaltıyor. Bir yaşam koçu gözüyle baktığımda da minimalizm, kişinin enerjisini gerçekten değer verdiği alanlara yöneltmesini sağlıyor. Ne kadar az gereksiz hedef, o kadar net yön. Çok şeyle uğraşan insan, çoğu zaman hiçbirine tam odaklanamaz. Az seçenek, az karmaşa ve daha derin bir farkındalık... Bu, sadeleşmenin asıl hediyesi. Belki de asıl zenginlik, fazlalıklardan kurtulup "tam kararında" kalabilmekte gizlidir. Çünkü bazen az, gerçekten çoktur. Peki siz hiç düşündünüz mü; hayatınızda hangi fazlalık, yerini huzura bırakabilir? Bu hafta kalbiniz, sadece ihtiyacı kadar dolsun; fazlası değil, öz'ü olsun. Sevgiler hepinize...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.