• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
Dijital detokstan kendini bulmaya

AYSUN METE

Dijital detokstan kendini bulmaya

Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 04 Ekim 2025

Son birkaç yıldır hayatım ekranların etrafında dönüp duruyordu: Telefon, bilgisayar, iPad, e-postalar... Londra'da yaşadığım küçük stüdyo dairem modern ama bir o kadar da soğuktu; evet ihtiyaçlarımı karşılıyordu ama ruhuma hiç dokunamuyordu. İşim sosyal medya. İngiltere'de iki firmanın içeriklerini yönetiyorum; İngilizce adıyla bir "content creator"ım. Yani her gün çevrimiçi olmak, içerik paylaşmak, yorumları takip etmek... Kısacası, ekranlara zincirlenmiş bir hayat. Sürekli çevrimiçi olmak bir süre sonra bana özgürlüğümü kısıtlanmış gibi hissettirmeye başladı. Yaratıcı tarafım besleniyordu beslenmesine ama bir noktadan sonra kendimi sadece iş için içerik üreten biri gibi görmeye başladım. Bu işi ayrıca kendi sosyal medya hesaplarıma da uygulamak durumundaydım daha da ilginci. Zamanla bu güncellemeler hayatımın içinde otomatik bir görev halini almaya başladı. Bu durumun içimdeki huzuru gölgelemeye başladığını farkettim. Oysa sadece iş üretmek için değil, ruhumuzu da beslemek için yaratıcı olmayı istemiyor muyduk? Sonrasında küçük molalar vermeye başladım. Verdiğim her molada farkındalık duygusunu yaşayarak geçirdim o anları. Uyku düzenim toparlanıyor, stresle başa çıkmak kolaylaşıyor ve eski enerjime kavuşuyordum.

BİR YASAM BİÇİMİ
Derken bir gün dedim ki: "Tamam, Londra güzel ama ben biraz uzaklaşmalı ve bunu tam anlamıyla deneyimlemeliyim belki de." Ve rotamı Norveç'in sessiz fiyortlarına çevirdim. Manshausen Adası'ndaki kabinlerde ilk sabah gözlerimi açtığımda kendimi sanki zamanın unuttuğu bir yerde buldum. Sessizlik öyle derindi ki, başta ürkütücü geldi. Ama kısa süre sonra o sessizlik içimi huzurla doldurdu. Rüzgâr, dalgalar ve kuş sesleri... Hepsi bir araya gelip bana uzun zamandır unuttuğum bir şeyi hatırlatıyordu: Nefes almayı. Norveç'te günler basit ritüellerle geçti: Sabah yürüyüşleri, gün doğumunu izlemek, biraz meditasyon... Sosyal medyada sürekli üretmeye alışmış zihnim, sessizliğin içinde kendine yeniden yer açtı. Norveçlilerin "hytte" kültürü yaz aylarında dağ evlerine gidip balık tutmaları, doğayla bütünleşmeleri, bana da arınmayı ve gerçekten önemli olana odaklanmayı öğretti. Oslo'da ise dijital detoks günlük hayatın bir parçasıydı. Mesela evlerde yemek saatlerinde telefonlar masadan uzak tutuluyor. Bu sadece bir kural değil, bir ritüel gibi. Çocuklar okullarda öğle aralarında telefon kullanamıyor; aileler akşam yemeklerinde birbirlerine dönüyor. Hafta sonları şehirden çıkan herkes ormana gidip yürüyüş yapıyor; telefon sessize alınıyor, doğanın sesleri açılıyor. Bunu yaşayınca anladım ki, "detoks" aslında bir mola değil, bir yaşam biçimi olabilir.

MECBURİ SESSİZLİK
İsviçre'de tamamen teknolojiden uzak bir dağ oteline gitmiştim. Kapıdan girerken telefonumu teslim etmek zorunda kaldım; Wi-Fi yok, televizyon yok, sadece dağların sessizliği vardı. İlk gün elim sürekli cebime gitti, mesaj gelmiş mi diye bakmak istedim. Ama birkaç saat sonra anladım ki, sessizlik sandığımdan çok daha rahatlatıcı. Sabahları dağların arasındaki sessizlikte kahvemi içmek, akşamları mum ışığında sohbet etmek... Ne bir bildirim ne de ekran. O birkaç gün bana, insanın bazen hiçbir şey yapmadan sadece "var olmasının" bile ne kadar kıymetli olduğunu hatırlattı. Japonya'da buna bambaşka bir isim vermişler: Shinrin-yoku, yani "orman banyosu." Ormanda yürüyüp sadece adımlarını değil, ağaçların kokusunu, rüzgârın tenine değmesini, sessizliği dinlemeyi deneyimlemek... Araştırmalara göre kan basıncını düşürüyor, kaygıyı azaltıyor. Ama bana sorarsanız en önemli tarafı şu: İnsan, şehirde kaybettiği "anı yaşama" duygusunu ormanda yeniden buluyor.

'KÜÇÜK' ANLAR
Tüm bu yolculuklardan sonra fark ettim ki; ister Norveç'in fiyortlarında, ister İsviçre'nin dağlarında, ister Japonya'nın ormanlarında olun... Ortak nokta aynı: Bazen durmak, sessizleşmek ve hayatın gürültüsünden uzaklaşmak gerekiyor. Teknoloji kötü değil; işimize yarıyor, kolaylaştırıyor, bazen hayat bile kurtarıyor. Ama kalbimize dokunamıyor. Oysa insanın en çok ihtiyacı olan şey, kalbinin yeniden atışını duymak, kendini ve sevdiklerini gerçekten görebilmek. Sessizliğe izin verdiğimizde, aslında kendi iç sesimize de yer açıyoruz. O çok uzun zamandır ertelediğimiz sorular, üzerini örttüğümüz duygular, hatta hayallerimiz birer birer ortaya çıkıyor. Çünkü insan gürültüde kaybolurken, kendiyle bağını da kaybediyor. Sessizlik, işte bu bağı yeniden kurmanın en yalın ve güçlü yolu. Bir noktada anlıyorsunuz ki, dijital detoks sadece ekranlardan uzaklaşmak değil; aynı zamanda hayatın özüne yaklaşmak demek. Bir yürüyüş sırasında gökyüzüne bakmak, bir dost sohbetinde göz göze gelmek, kahvenizi yudumlarken hiçbir yere yetişme telaşı olmadan sadece oturmak... Bunlar küçük şeyler gibi görünüyor, ama insan ruhunun en büyük ihtiyacı aslında tam da bu "küçük" anlar. Belki de hepimizin zaman zaman kendimize soracağı soru şu olmalı: "Bugün gerçekten neyi gördüm, neyi duydum, kimi hissettim?" Çünkü bütün yolculukların sonunda fark ediyorsunuz ki, huzur dışarıda değil; çoktan içinizde. Tek yapmanız gereken, ona yeniden kulak vermek. Aynaya bakıp kendinizi gerçekten görebildiğiniz bir hafta olsun.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.