• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
Engellemenin sessiz psikolojisi

AYSUN METE

Engellemenin sessiz psikolojisi

Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 29 Kasım 2025

Dijital çağ ilişkilerimizi baştan sona değiştirdi; artık bitişlerin bile bir "bildirim sesi" var. Birini engellemek dışarıdan bakınca sadece bir tuşa basmak gibi görünüyor, ama içimizde çok daha derin bir şeyleri harekete geçiriyor. Çünkü engellemek, modern dünyanın "Seni artık duymak istemiyorum" deme biçimi. Ama aslında bundan çok daha fazlası. Sessizliğiyle konuşan bir sınır bu.
Engellendiğimizde neden bu kadar sızladığını hiç fark ettiniz mi? Bir anda, karşımızdaki insanın elini kapının koluna atıp sessizce kapattığını hissederiz. Ortada hiçbir açıklama yoktur, sadece birden kesilen bir iletişim ve o tanıdık iç sıkıntısı... "Galiba yine tek başıma kaldım" diye geçer içimizden. Sonra o sessizlik genişler, büyür; neyin yanlış gittiğini anlamaya çalışırız ama cevap yoktur. Belirsizlik insanın en zorlandığı şeydir zaten. Beynimiz de reddedilmeyi gerçek bir yaralanma gibi kaydeder. İşte bu yüzden, o tek dokunuşluk dijital mesafe, sandığımızdan çok daha derinden acıtır.

MİKRO YAS
Bir de sosyal medyada sessize almak diye bir şey var. Karşımızdaki kişinin paylaşımları görmemeyi seçtiğini bilmek. Konuşmak ve bir şeyleri çözmek isterken görünmez kılınmış gibi hissetmek... Bu, kırgınlığın en derin hali. Çözümsüzlük ... Ben bu anlarda kendimi yok gibi hissediyorum; çünkü söz hakkım elimden alınıyor, anlatma ve açıklama fırsatım olamıyor. Belki de tek bir konuşmayla çözülecek bir konu, sessizce kapanmış oluyor. İnsan olarak en temel ihtiyacım olan, "Beni duy. En azından konuş." hakkı o anda yok oluyor. Psikoterapistler buna "mikro yas" diyorlar. Küçük, sessiz ama derin bir yas... İçimizde fark etmesek de ta derinlere oturur ve bizi içten içe yakar. Tüm bu kırgınlıklar, tüm bu sessizlikler bize aslında sınırlarımızı fark ettiriyor; kimi zaman zor, kimi zaman sessiz bir uyarı gibi... Düşünüyorum da... hayatımdan kimleri çıkardığım konusu aslında hep bir yerlerden tanıdık. Saygısızca yazanları, hiç tanımadığı hâlde ısrarla arayanları, alanıma zorla girenleri, huzurumu bozanları ve dahası... Onları önce sessizce siler, sonra engellerim. Çünkü huzurumu bozan, sınırlarımı hiçe sayan kimseyi içimde taşımam; iç dünyama dokunmasına izin vermem.
Saygısızlık, sınır ihlali, haksızlık... Bunlar benim kırmızı çizgilerimdir. Biri beni tanımadan, anlamadan, dinlemeden bu çizgiyi aşarsa kaybı an meselesidir. Tanıyorsa ve hâlâ aynı hatayı tekrarlıyorsa, önce uyarırım; dengeli ve net bir şekilde durumu ortaya koyar, her insan hata yapar mantığımı takınırım. Ama o son çizgi aşıldığında, artık beni kimse tutamaz. Tepkim bir anda her şeyi yakıp yıkar; çünkü defalarca kendimi açıklamak zorunda bırakılmak, ölçüsüz ve kontrolsüz bir üsluba maruz kalmak beni sessiz sessiz tüketmiş ve o noktaya getirmiştir.

NEFES ALMA BİÇİMİ
Tepkim sert olabilir, ama engellemek her zaman bir yıkım değil; bazen sadece kendimi koruma ve nefes alma biçimimdir. Diğer taraftan bu durum, duraklama tuşu gibi de işleyebilir. Bir nefes almak, düşünmek, iç dengemi yeniden sağlamak için... Huzurum artık en büyük önceliğim çünkü.
Bencil, sürekli negatif olan, hep almak isteyen ama vermeyi bilmeyen insanlar sosyal enerjimi hızla tüketiyor. Duygusal yük biriktiğinde de insan kendi kendine şöyle diyor: "Şu an bunu kaldıramıyorum." İşte engellemek tam o anın acil freni. Dünyaca tanınan araştırmacı Brene Brown yıllardır insan ilişkilerinde sınır koymanın neden zor olduğunu anlatırken şunu söylüyor: "Sınır koymak, karşı tarafa ceza vermek değil; kendimize değer vermektir." Engellemek de tam olarak bu noktada devreye giriyor. Bunu bir ceza gibi düşünmeyin; daha çok kendi ruhunuzu ve sınırlarınızı koruma biçimi. Bu kişisel deneyim yalnızca benimle ilgili değil; bilimsel çalışmalar da engellemenin arkasında benzer psikolojik süreçler olduğunu gösteriyor.

NEZAKET EĞİTİMİ
Düşünün, Güney Kore'de "dijital nezaket eğitimi" adıyla bir sistem var. Okullarda çocuklara ve gençlere online dünyada nasıl sınır koyacaklarını, reddedilme ve engellenmeyle nasıl baş edeceklerini, ısrarcı iletişimin ruh sağlığına etkilerini ve dijital iletişimde saygılı bir dili nasıl kullanacaklarını öğretiyorlar. Sonuç? Gençler arasında taciz ve ısrarcı mesajlar ciddi ölçüde azalmış. Bu, sadece bireysel bir sorun değil; hepimizin zaman zaman yara aldığımız evrensel bir durum. Amerika'da araştırmalar ise engellemenin beynin yüksek stres anlarında tetiklenen bir "kaç modu" davranışı olduğunu gösteriyor. Yani sandığımız kadar sert değiliz; beynimiz bizi korumaya çalışıyor. Bu bakış açısı, engellemenin suçlayıcı değil, tamamen kendini savunma biçimi olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor. İngiltere'deki araştırmalar da dijital engellemenin çoğunlukla kontrol kaybı hissi sırasında ortaya çıktığını söylüyor. Birine defalarca kendimizi anlatmamıza rağmen anlaşılmadığımızı hissettiğimizde, zihnimiz doğal olarak "kapatma" refleksi geliştiriyor. Belki siz de bir yerlerde bunu hissettiniz. Bu, çok insani bir savunma mekanizması; kendinizi kötü hissetmenize gerek yok.

BÜYÜMEK
Sonuç olarak: Engellemek aslında her zaman bir "bitirdim" anlamı vermiyor. Bazen gerçekten bir final, evet... ama bazen de sadece kendimize verdiğimiz bir nefes, bir toparlanma arası. O kalabalığın içinde bir adım geri çekilip "Bir dakika... önce ben ne hissediyorum?" deme hakkımız! Modern dünyanın hızında ne olursa olsun, içimizde değişmeyen bir ihtiyaç var: anlaşılmak, duyulmak ve doğru bir kapanış. Engellemek bunu her zaman sağlayamaz; ama en azından o an taşıyamadığımız yükü bizden uzaklaştırır. Kalbimizin ihtiyacı ise hep yerinde durur; hiçbir tuş onu susturamaz. Ve yine fark ediyorum ki mesele engellemenin kendisi değil; bize ne öğrettiği. Sınır koymayı öğreniyoruz. Huzurumuzu korumayı... Herkesi taşıyamayacağımızı kabul etmeyi de... Ve belki en önemlisi, kendimize değer vermeyi. Çünkü kendimizi korumak bir kaçış değil; tam tersine, kendi tarafımızda durmayı seçtiğimiz en güçlü anlardan biri. Bütün bu deneyimlerin sonunda büyüme dediğimiz şey de galiba tam burada başlıyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.