Belki siz de kendi sessizliğinizde bu duyguları yaşadınız. Belki aynı cümlelerde, belki aynı kırgınlıkta... Ama sonunda aynı yerde: Hep kendine dönüşte. Bazı sessizlikler, kelimelerden daha çok şey anlatır. Benimki de öyleydi. Ve şimdi geriye dönüp bakınca anlıyorum ki, bazen bir insanın sesi, gelecekte yaşayacağın tüm duyguların yankısını taşır. Yıllar sonra dönüp o yankıyı dinleyebildiğinde, aslında kendi hikâyeni yeniden duymaya başlıyorsun. Kayıp, sadece bir yokluk değil; bazen varlığın en derin biçimi. Sessizlik, insanın içindeki zamanı durdurur ama aynı zamanda onu yeniden başlatacak gücü de taşır.
SESSİZLİKTE BÜYÜMEK
İzmir'e ailemin yanına geldiğimde, her sabah aynı saatte kalkardım. Horozlar öterken, daha gün ağarmadan, babamın bahçedeki sesini, nefesini dinlerdim; ve o ses bana hep farklı bir huzur verirdi. Bilirdim ki evimdeyim. Bilirdim ki güvendeyim. Bazen rüyayla uyanıklık arasındaki o ince çizgide, hayatın hâlâ orada olup olmadığını anlamak ister gibi uyanırdım. Evin sabah sessizliğiyle, babamın varlığı birbirine karışırdı. Oysa içten içe bir şeylerin değişeceğini hissettiğim zamanlardı belki de. Bir gün, o sabahların sesi de sustu. Ve ben o sessizliğin içinde büyüdüm.
ZAMANIN OYUNU
Bir ilişki içinde 'ayrılık' duygusuna alışmıştım; şimdi aynı şeyi hayatla yaşıyordum." Ama burada suçlayacak kimse yoktu. Sadece zaman vardı. Ve zaman, sevdiğin birini senden bir anda alırken, hiçbir şey yapamıyorsun. Babamı kaybettiğimde, sessizlik bir kez daha çöktü. Ama bu kez o sessizlik benden değil, evin duvarlarından yayıldı. Eşyalar bile konuşmayı bıraktı. Bir koltuk, bir saat, bir pencere; hepsi bir ağırlık taşıyordu. Kendimi işe veremedim. Kendimi yaşama veremedim. Hayatın rengi bir anda siyah beyaza büründü sanki. Karanlıklara gömüldüm. Ne uyumak istedim, ne uyanmak... O kahvelerin kokusu bile benden uzaklaşmış gibiydi. Bir süre sonra fark ettim ki, hayat artık planla değil, sadece nefesle ilerliyor. Ve bazen o nefesin bile seni nereye taşıyacağını bilmiyorsun.
ÖGRETİLMİŞ BİÇİMLER
12 Şubat 2024 Ben (not defterime): "Yalnızlık bazen kendi adımlarının sesini duymaktır. Bazen de kimsenin seni duymayacağını bilmek. Ama yine de yürümek." Sonra annemin hastalığı başladı. Henüz yasımı tamamlayamamıştım. Ona baktıkça babamı hatırlıyordum, babamı düşündükçe de kendimi. Kardeşimle dönüşümlü baktık anneme. Geceler nöbet gibiydi. Onun gözleri artık görmüyordu, ama bir annenin bakışı, görmeden de hissedilirmiş.
Bazen elimi tutar, "Aysun, sen misin?" derdi. "Benim," derdim. Ağlardım ama belli etmezdim. Her seferinde içimden geçerdi: "Ben kimim artık?" Hastalığı süresince yüzü hep asıktı annemin. "Anneciğim biraz güler misin?" dediğimde, "Artık hiçbir işe yaramıyorum, ne gözlerim görüyor, ne kulaklarım duyuyor," derdi. Ona hep "daha kötü durumda olan insanlar var, birlikte dua edelim" derdim. Son güne kadar yanındaydım. Ona her gün "Anneciğim, seni çok seviyorum" dedim. Ve o beni her seferinde duydu. Ve hep aynı cevabı aynı heyecanla, aynı coşkuyla, kollarını kocaman açarak verdi: "Ben seni daha çok." Ama yine gülmedi. Benim annem hiç gülmedi aslında. Onun kahkahalarla güldüğü bir an var mıydı hatırlayamıyorum. Belki gülemedi. Belki de sadece öğretileni yaptı. "Kadın kısmı oturaklı olur," derdi hep. Kadın kısmı ciddi olur, çok gülmez." İçinden geçse de gülemedi belki kim bilir... Belki de sadece sessizliğin öğretilmiş biçimini taşıyordu o da...
'BENİ GÖR, BENİ DUY'
Özetle Kaybın Öğrettiği Sessizlik; Kayıp, bir insanın içindeki zamanı durduruyor. O andan sonra herkes konuşsa da, hiçbir kelime anlam taşımıyor. Benim için bu dönem, bir yas değil, bir yeniden doğuş süreciydi. Ama o doğum sessizdi. Ve sessizlik, bazen insanı bağırmaktan çok daha derin değiştiriyor. O dönemde güçlü olmaya çalışmadım; sadece ayakta kaldım. Ve bazen hayatta kalmak, güç göstermekten çok daha cesur bir eylemdir. Bir süre sonra kendimi yazarken buldum; "Hayat, geri dönülmeyen bir dilde konuşuyor artık.
Annemin sessizliğiyle, evin kokusuyla ve artık dönmeyecek bir zamana özlemle." Annem de gitti. Ev tamamen sessiz kaldı. Bir süre sonra anladım ki, insan birini kaybettiğinde, onunla birlikte kendini de biraz kaybediyormuş. Ama sonra o boşlukta başka bir şey beliriyor: derin bir farkındalık. Artık hiçbir şey aynı olmayacak, ama her şeyin anlamı değişecek. O yıllarda içimde bir ses hep aynı şeyi söylüyordu: "Bitti sandığın yer, aslında başladığın yer olabilir." Belki bu yüzden "Beni Duy Beni Gör" dedim. Çünkü en büyük sessizlikler, aslında içimizde yankılanan seslerdir.
