• BUGÜNKÜ YENİ ASIR
  • Namaz Vakitleri
  • VavTv Canlı Yayın
Sabırsız olduğumuzda ruhumuz geri kalır

AYSUN METE

Sabırsız olduğumuzda ruhumuz geri kalır

Tüm yazıları
Giriş Tarihi: 13 Aralık 2025

Bazı sabahlar, insan tuhaf bir aceleyle uyanıyor.
Sanki zaman yetmeyecekmiş gibi... Gün, başlamadan bitmeliymiş, yapılması gerekenler hemen gerçekleşmeli, bir sonrakine geçmeliymiş gibi bir his kaplıyor tüm bedeni. Dün, tam da öyle bir gündü benim için. Beklediğim şey yalnızca basit bir telefondan ibaretti; hayat memat meselesi değildi, oysa içimde tuhaf bir sıkışma, avuç içimde bir gerginlik...
Ekrana defalarca bakıp duruyorum. Ve bir noktada kendi kendime sordum: "Bu ne telaş? Neden bu kadar acele ediyorum?"

ACELE ETME
Yıllar önce, uluslararası bir network şirketinde küçük bir pay sahibi idim. Şirket, sadece seyahat fırsatları sunmakla kalmıyor, aynı zamanda katılımcılara kişisel gelişim odaklı deneyimler de yaşatıyordu; motivasyon seminerleri, grup çalışmaları ve kendi sınırlarını keşfetmeye yönelik etkinliklerle insanların hem dünyayı görmesini hem de içsel yolculuğuna dair farkındalık kazanmasını sağlıyordu. Tam da o seyahatlerden birinde tanıştım onunla: yaşlı bir Kızılderili. Anlattığı hikâye, o günün aceleci sabahında zihnime ansızın düştü ve içimdeki telaşı, o anın gerginliğini bir anda hafifletti. "Çok hızlı yürürsen ruhun arkanda kalır. Acele edişin bu yüzden:
Ruhunu beklemeden yaşamaya çalışıyorsun." O cümle, içimde öyle bir yere dokundu ki...
Çünkü gerçekten de bazen bedenim koştukça koşuyor ama ruhum da bir yerde durup nefes almak istiyor. Sabırsızlık tam da bu kopuşun sonucu belki de.

ZİHİN HIZLANIYOR
Kızılderili kültüründe sabırsızlık, bizde sıkça düşünüldüğü gibi karakter zaafı olarak değerlendirilmez; daha çok ruhun ritmini kaybetmesi olarak yorumlanır. Onlara göre; ruh aceleyi sevmez, yavaşlamayı, sessizliği, temas etmeyi sever.
Ben bu repliği dün yeniden hatırladım. Çünkü beklemek canımı sıktıkça, zihnim daha da hızlanıyor genellikle. Sonunda kendimi dışarı atmaya, evimin yakınındaki bir parka gitmeye karar verdim ve yola çıktım.
Neden mi? Bir Kızılderili öğretisi der ki, insanın acelesi toprağa ağır gelir; ama toprak onu sessizce içine çeker, saklar, yumuşatır.
Ayakların çıplak halde yere değdiğinde, sanki telaşın toprağın derinlerine doğru süzülür; geride yalnızca insanın hafiflemiş hâli kalır. Onlara göre toprak, insanın koşuşturmasını yutar, kalbe de sessiz bir sakinlik bırakır. Elimi toprağa koyduğumda önce biraz saçma geldi ama sonra tuhaf bir sıcaklık hissettim. Adeta içimde taşıdığım o acele, toprağın koynuna doğru akıyordu. Belki de toprağın binlerce yıllık sabrı, içimdeki telaşı dengeliyordu gerçekten. Toprağın huzur veren sessizliğini düşündükçe, bu kez aklım nefes ritüellerine kaydı. Kızılderililer için nefes sadece alınan verilen hava değildir; dünyanın dört yönünden gelen görünmez bir enerji akışıdır.
Her yön, insandaki farklı bir duyguyu taşır ve gerektiğinde onu alıp götürür. Derler ki, kuzey nefesi öfkeyi alıp serinliğe dönüştürür; güney nefesi telaşı yatıştırır, kalbi yavaşlatır; doğu nefesi beklentileri, sabırsızlığı çözer; batı nefesi ise gerilimi alıp karanlığa bırakır. Bu ritüelde nefes, adeta bir seyahat gibidir, bedenin içinde dolaşır, hangi duygunun nerede sıkıştığını bulur ve onu ait olduğu yöne teslim eder. Böylece insan, kendi iç coğrafyasında biraz daha hafifler, biraz daha genişler. Bankta oturup derin bir nefes aldım. Bir nefeste öfkemi, diğerinde beklentimi, bir sonrakinde telaşımı bıraktım.
Dördüncü nefesi verirken göğsümdeki baskının nasıl yavaşça çözüldüğünü hissettim.
Dünya hâlâ aynıydı ama ben başka bir ritme geçmiştim bile.
O dostumdan öğrendiğim bir başka ritüel de ateşe fısıldamaktı.
Onlara göre ateş, insanın içindeki yükleri dönüştüren en güçlü elementtir. Ateşin dili yoktur ama duyar; kelimeleri anlamaz ama niyeti hisseder.
Bu yüzden ateşe fısıldamak, aslında kendi içindeki ağırlığı görünmez bir el gibi alıp evrene teslim etmektir. Derler ki; içini kemiren bir düşünce, bir korku ya da bir pişmanlık varsa, onu kısık sesle ateşe söyle.

BİR TESLİMİYET
Alevlerin yukarı doğru kıvrılan hareketi, o duyguyu senden çekip gökyüzüne taşır.
Alevler yükseldikçe içindeki sıkışma da hafifler; için için yanan şey, artık seni değil ateşi besler. Bu ritüel, bir tür teslimiyettir. "Ben artık bunu taşımak zorunda değilim" deme biçimi. Ateş hem yakar hem arındırır; o yüzden fısıldanan her söz, her duygu, insanın içindeki karanlığı biraz daha aydınlığa çevirir. Bir keresinde bir ateş başında otururken ona sabırsızlığımı anlatmıştım.
O da gözlerini alevlere dikip "Benden al, bana sabır bırak" diye fısıldamıştı. Ateş sonrasında çıtırdayarak duyduğu her hissi dönüştürüyordu sanki...
Dün evimde büyük bir ateş bulamadığım için ben de küçük bir mum yaktım. Mumun titrek ışığına bakıp içimden sessizce fısıldadım. Ve şöyle hissettim;
Ateşin dili her zaman aynı: İnsanı sakinleştiren, alıp dönüştüren bir bilgelik. Ve elbette sessizlik...
Kızılderililer sessizliği bir kaçış değil, bir arınma alanı olarak görür. Sabırsızlık yükseldiğinde iç sesimizi duyamayız çünkü; kendi içimizdeki kargaşanın sesine karışırız. Bu arada unutmadan; eve döndüğümde telefon hâlâ çalmamıştı! Eskiden olsa sinirlenir, endişelenir, düşüncelerimin hızına yetişemezdim. Ama bu kez farklı bir yol denedim. Kendime sadece bir dakika sessizlik verdim.
Ve o bir dakika içinde bile zihnim inanılmaz şekilde hızını düşürdü, taşlar yerine tam oturdu.
Sessizlik gerçekten insanın iç ayarını yeniden kuruyor. Kızılderili rehberi hayvan öğretilerinde kaplumbağa, sabrın ruhunu taşır.
Yavaşlığın bir zayıflık değil, bilgelik olduğunun yaşayan sembolüdür.
Adımlarını acele etmeden atar; çünkü her yere zamanında varılacağını, hiçbir yolun hızla güzelleşmediğini bilir. Yavaş ilerler ama her adımı bilinçlidir; acele etmez, paniklemez, ama daima hedefine varır. Dün parkta otururken aklıma geldi:
"Belki bugün biraz kaplumbağa olmalıyım." O dinginlik hissi, içimde yayıldıkça sabırsızlığımın sesi biraz daha kısıldı.

DEĞİŞTİRMEDİ
Akşamüstü telefon sonunda çaldı. Dramatik bir sonucu olmadı; dünyanın gidişatını değiştirmedi, beni de. Ama sabırsızlık yüzünden kendime nasıl eziyet ettiğimi ve Kızılderili bilgeliklerinin küçük adımlarla beni nasıl toparladığının farkındalığını yaşamış oldum. Şunu düşünüyorum:
Modern hayat bizi sürekli koşturuyor, zamanımız hep dar, beklentilerimiz hep çok. Ama ruhumuzun yürüyüş hızı hep aynı.
Sabırsızlık, ruhumuzu geride bırakmamızdan doğuyor. Sabır ise ruhu geri çağırmaktan... Toprağa dokunmak, nefes almak, ateşe fısıldamak ya da yalnızca bir dakika sessiz kalmak... Hepsi aynı kapıya çıkıyor aslında:
Kendimize dönmeye... Ve belki de bazen tek yapmamız gereken şey bu: Durmak. Derin bir nefes almak. Ruhumuzun bize yetişmesine izin vermek. Çünkü sabrın en büyük iksiri çoğu zaman;
Hiçbir şey yapmadan, sadece bekleyebilmektir!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.