BM zirvesinde tarihi olaylar yaşanıyor. Türkiye, her platformda olduğu gibi BM Genel Kurulu'nda da en üst düzeyde temsil ediliyor. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın daha önceki BM zirvelerinde olduğu gibi temasları ve konuşmaları küresel gündeme yön veriyor ve dünyada geniş yankı uyandıran mesajları takip ediliyor.
Pazartesi günü Erdoğan, Birleşmiş Milletler bünyesinde Filistin Meselesine Çözüm Bulunması ve İki Devletli Çözümün Hayata Geçirilmesi konulu Yüksek Düzeyli Uluslararası Konferans'ta konuştu. Sonra New York Türkevi'nde, Türk-Amerikan İş Konseyi tarafından organize edilen "Yatırım Konferansı"nda yürütülmekte olan ekonomi programının somut sonuçlarını anlattı ve global şirketleri Türkiye'de uzun vadeli projelere davet etti.
Erdoğan,dün de önemli bir konuşma yaptı. Filistin'in en gür sesi Erdoğan'ın konuşması BM'de yankılandı. Gazze adına bir kez daha dünyaya hitap etti, katil-siyonist Netanyahu-İsrail soykırımının durdurulması için "küresel vicdan ittifakı"nın kurulmasına öncülük yaptı.
KÜRESEL ADALET
Dünyanın ve BM zirvelerinin en kıdemli lideri olan Erdoğan, önceki 14 BM zirvesinde küresel adalet arayışını dile getirdi; cetvellerle dağıtılmış Müslüman dünyanın toparlayıcısı, mazlumların sesi, masum Gazze halkının çığlığı olarak konuştu. Dün de BM zirvesinde Cumhurbaşkanımız Erdoğan yine dünyanın daha adil olabileceğine yönelik stratejisini ortaya koydu. Erdoğan, tarihî ifadelerde bulunarak, "Holokost zulmüyle kökü kazınmak istenen bir toplumu yöneten Netanyahu hükümeti, aynı toprağı, suyu paylaştığı binlerce yıllık komşularına soykırım uyguluyor. Uluslararası toplum, Batı Şeria'daki yayılmacılığı, Doğu Kudüs'teki oldu bittileri ve bölgede istikrarsızlığı yayma girişimlerini durdurmak zorundadır. Derinleşen işgal ve ilhak politikalarının hedefi açıktır. İki devletli çözüm vizyonunu öldürmek, Filistin halkını sürgün etmek. Buna asla izin verilemez. Artık ateşkesin ilanı, Gazze'ye insani yardımların engelsiz şekilde girişinin sağlanması ve İsrail'in Gazze'den güçlerini çekmesi gerekiyor" mesajını verdi. ABD Başkanı Trump'ın düzenlediği "Gazze konulu bölgesel zirve"ye Cumhurbaşkanımız Erdoğan da katıldı. Erdoğan uluslararası medyanın da gündeminde yer alıyor. Erdoğan'ın Amerikan dergisi Newsweek'e yazdığı makale çok dikkat çekti. Erdoğan 2017 yılından bu yana her BM zirvesinde "1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan, bağımsız, egemen ve coğrafi bütünlüğe sahip bir Filistin devletinin vücut bulması artık daha fazla ertelenemez" demişti.
ABD TEK KALDI
Erdoğan'ın çabaları ve tarihî gerçekler Filistin davasının dünyaya mal olmasını sağladı. İngiltere ve Fransa tarihleriyle yüzleşti. Bugün itibarıyla İngiltere ve Fransa da Filistin devletini tanıdı; Filistin'i tanıyan ülke sayısı 163'lere ulaşıyor. 75 yıl önce Filistin'i bölen, topraklarının yüzde 54'ünü 1947 yılında koparan, 1948 yılında İsrail'i İslam coğrafyasına hançer olarak sokan İngiltere, Filistin devletini tanımak mecburiyetinde kaldı. Osmanlı İmparatorluğu'nun kadim Ortadoğu topraklarını İngilizlerle beraber cetvellerle parçalayan Fransa da (1916 tarihli İngiltere- Fransa arasında gizli Sykes- Picot anlaşması unutulmasın) Filistin'i tanımasıyla tarihin çok önemli bir yüzleşmesini gerçekleştirdi. Dünya beşten büyük olmaya çok yakın. İngiltere ve Fransa'nın tanımasıyla BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi arasında Filistin'i devlet olarak tanımayan tek üye ABD olarak kaldı. Son açıklamalar sonrası BM'ye üye 193 ülkenin yüzde 80'i Filistin devletini tanıyor. İngiltere Filistin'i nasıl parçaladı? 1917 yılı Balfour Deklarasyonu ve Filistin'in parçalanması: İngiltere'nin Orta Doğu'ya bıraktığı sorunlu miras. Bugün küresel sermaye dünyasının içindeki bazı aktörlerin etkisiyle, siyonizme verilen desteğin tarihsel kökleri görülüyor. 2 Kasım 1917'de, Birinci Dünya Savaşı sürerken dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour deklarasyonu ile Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olan Filistin topraklarında bir "Yahudi devleti" kurulmasını destekleyeceğini bildirdi. Balfour'un deklarasyonu, o sırada Birleşik Krallık vatandaşı Yahudilerin liderlerinden Lord Walter Rothschild'a gönderilen bir mektuba ekli olarak iletildi. Bu mektup, dünyanın etkili bir ülkesinden siyonizme verilen ilk açık destektir.
TARİHİ DETAYLAR
İngiliz mandasından İsrail devletine giden yolun perde arkası şöyle gelişti: İngiltere'de 1914'te Osmanlı İmparatorluğu'na savaş açılmasının hemen ardından toplanan Savaş Kabinesi Filistin'in geleceğini konuşmaya başladı. Kabine üyelerinden biri olan siyonist Herbert Samuel, Yahudiler için bir ulusal vatan fikrini paylaşmıştı. 1915'te Filistin de dahil Osmanlı topraklarında nasıl bir politika izleneceğini belirlemek üzere komisyonlar kuruldu.
1916'da David Lloyd George başbakan oldu ve siyonist fikirlerin İngiltere siyaseti içindeki etkisi arttı. 1917'de Balfour'un isteği üzerine Siyonist Federasyonu Başkanı Lord Rothschild ve Chaim Weizmann bir açıklama taslağı hazırladı; 31 Ekim 1917'de Balfour Deklarasyonu'nun nihai metni kabine tarafından onaylandı. Osmanlı İmparatorluğu'na ait olan bir toprağı, bölgede nüfusun çoğunluğunu oluşturan Filistin Araplarının elinden almak ve İngiltere tarafından "azınlık" sayılması trajik bir gelişmeydi. Deklarasyon, Filistin yönetiminin 1920'den itibaren Milletler Cemiyeti onayıyla İngiltere mandasına verilmesiyle daha kritik bir anlam kazandı; Amerika ve Avrupa'da siyonizme verilen desteğin artmasının önünü açtı. Anglo-Sakson İngiltere-Amerika, Filistin topraklarını parçalayarak İsrail devletini Müslüman coğrafyaya hançer olarak 1947 yılında soktu. Bugün yaşanan ve dünyanın en uzun süren krizinde, katil Netanyahu'nun Gazze'ye uyguladığı zulüm süreci başladı. Son söz: Filistin'in gür sesi Erdoğan dün dünyaya seslenerek: "İsrail'in saldırıları nedeniyle yaklaşık iki yıldır Gazze'de büyük bir insani felaket yaşanıyor. Netanyahu hükümetinin amacı, Filistin devletinin kurulmasını imkânsız hâle getirmek ve Filistin halkını mümkün olduğunca göçe zorlamaktır. Derhal ateşkes ilan edilmeli. Gazze'ye insani yardımların engelsiz bir şekilde girmesi sağlanmalı ve İsrail güçleri Gazze'den çekilmelidir. Gazze, Filistin'in ayrılmaz bir parçasıdır ve Filistinlilerin malıdır. Filistinliler kendi topraklarını nasıl yöneteceklerine kendileri karar verecek. Filistin'in Birleşmiş Milletler'e tam üye olma vakti de artık gelmiştir. Türkiye olarak 1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan coğrafi bütünlüğe sahip bir Filistin devleti kurulana kadar kararlı bir şekilde mücadeleye devam edeceğiz" mesajını verdi.
