Küresel ekonominin lokomotifleri olan ABD, AB ve Japonya'nın dip noktasından çıkış sürecinde kısmen ivme kaybettikleri görülüyor. Yaklaşık 15 trilyon dolar ile en büyük ekonomi konumundaki ABD, ardından AB ülkeleri ve Çin'den sonra gelen Japonya'nın ekonomik faaliyet hızları diğer ülkeleri oldukça yakından ilgilendiriyor. Çünkü, işler bu ülkelerde iyi gitmezse, diğer ülkelerin deyim yerinde ise kendi yağları ile kavrulmaları gerekiyor.
DEFLASYONİST BASKI
G-3 ülkelerinde büyüme hızlarının düşmesi "deflasyonist baskıların" da artmasına neden oluyor. ABD'de Ağustos enflasyon verilerine göre TÜFE yüzde 1.2'den 1.1'e geriledi. Çekirdek enflasyon ise sıfır seviyelerinde. FED uyguladığı gevşek para politikaları ile hem büyümeyi desteklemeye hem de enflasyonu kuantatif açıdan fiyat istikrarı seviyesine yükseltmeye çalışıyor.
FED son yaptığ ıtoplantıda, çeyrekler itibariyle bu yıl içinde büyümenin yüzde 3.5'den 1.6'ya gerilemesini de göz önünde bulundurarak, tahvil alımlarında esnek tavrının süreceğinin sinyallerini verdi. Elindeki tahvillerin vade bitiminde dönüşeceği likiditeyi yeniden tahvile kanalize edecek. Yani, likiditeyi piyasada bırakacak.
DOLAR ENJEKSİYONU
FED'in uzun süredir aldığı aksiyonlar kur dengelerini de etkiliyor. Daha doğrusu bir o tarafa bir bu tarafa savuruyor kurları. Dolar enjeksiyonu başta euro ve yen olmak üzere tüm para birimlerinin değer kazanmasını kaçınılmaz kılıyor. Almanya ve Japonya gibi ihracatçı ülkeler, tabii Çin'i de dahil edelim, bu durumdan haklı olarak rahatsız oluyor. Doların 85 yen seviyelerine gerilemesi Japonya'nın ihracatını tehlikeye sokmuş, bu yüzden Japonya Merkez Bankası kurlara müdahale gereksinimi duymuştu. 100 milyar doları piyasadan çekmiş, kısa bir rahatlamanın ardından etkisini yitirmişti. Sanki çok derin kuyuya taş atmanın ötesine gitmemişti...
ABD cephesinden bakarsak, ekonomi yönetiminin, son yıllarda doların yen ve yuan karşısında değer yitirmesinin dış ticaret açığını düşüreceği gibi düz bir mantığı var. Daha açık ifadeyle, yen ve yuanın değer kazanması sonrasında Japonya ve Çin'in ABD'ye olan ihracatları azalacak, böylece, ABD üretimde kullanacağı malları kendi üretecek. Hem işsizliğini azaltacak hem de büyüyecek. Bir de dış ticaret açığını kapatacak. Yani, kur taşı ile üç kuş vuracak. ABD kendini bu fikre öylesine kaptırmış ki, zayıf yuana karşı şirketlerini koruyacak önemlerin hukuki çerçevesini çizmeye çalışıyor.
YUAN'IN DEĞERLENMESİ
New York Times gazetesi tarihi bir benzerliğe değindi dünkü sayısında. ABD, 1980'lerin ortalarından sonralarını da kapsayacak bir zaman dilimi içinde Japonya ile benzer deneyimi yaşamıştı. Yenin değerli olduğu iddiasıyla Japonya'ya baskı yaparak yenin değer kazanmasını sağlamıştı. Yen 1985 ve 1987 yılları arasında sadece 2 yıl içinde yüzde 50 civarında dolar karşısında değer kazanmıştı. Gelin görün ki, yüksek revalüasyona karşın Japonya'nın dış ticaret açığı 94 milyar dolardan 1987'de 109 milyar dolara yükseldi. Sony ve Toyota gibi devleri etkilemedi üstelik.
Bu yüzden, Çin yukarıda özetlediğim örneği öne sürerek yuanın değer kazanmasının ABD ekonomisini dipten çıkarmayacağını, sadece kısa süreli pozitif etki yapabileceğini savunuyor. Doğru... Ekonomisini toparlamak için başka ülkelerin sırtına binmeye çalışmak ya da "diplerde ben yalnız kalmayayım sizler de olun yanımda" düşüncesi rasyonel olmayacaktır.
