Ekonomileri bir süredir durgunlukta olan ya da durgunluğun eşiğinde bulunan gelişmiş ülkeler genellikle işin kolayına kaçmayı tercih ediyor. İşin kolayı derken, dış talebi devreye sokacak para ve kur politikaları izliyorlar. Aslında haksız da sayılmazlar. Çünkü, işsizlik oranının yükselmesi, kredi ve kredi kartlarında geri ödeme sorunları, kamu harcamalarının kısılması ister istemez ekonomi yönetimlerinin dışarıya yönelmelerine neden oluyor.
Öncelikle kur savaşlarının nedenlerini ve devamlılığını sorgulayalım, ardından Türkiye'ye yansımasına değinelim...
ABD son aylarda ilginç bir atağa kalktı ve ihracatına güçlü bir momentum kazandırmak istiyor. Nedeni gayet açık, yüksek dış ticaret ve cari açığını makul seviyelere düşürmek. Ocak ayı itibariyle, ABD'nin dış ticaret açığı 744 milyar dolara ulaşıyor. Cari açığı ise 477.9 milyar dolar civarında. En çok turizm geliri elde eden ülke olması cari açığın aşağılara inmesini sağlıyor açıkçası. İhracatını ivmelendirmek için bir taraftan değersiz dolar politikalarına ağırlık veriyor diğer taraftan işgücü maliyetlerinin çok düşük olduğu Çin ve Hindistan gibi ülkelerden bazı üretim merkezlerini yeniden kendi topraklarına almaya çalışıyor.
BÜYÜME ÖNEMLİ
Euro Bölgesi'nin durumu biraz daha farklı ABD'den. Euro Bölgesi'nin dış ticaret fazlası var, 106.6 milyar dolar büyüklüğünde. Cari açığı da pozitif. Yunanistan, İspanya ve Fransa dışında coğrafyadaki diğer ülkelerin fazlası var üstelik. Ancak, Euro Bölgesi'nin sorunu büyüyememek. Bu yıl, ABD için büyüme oranı yüzde 1.9 seviyesi öngörülürken, Euro Bölgesi'ne geçen yıl da olduğu gibi yüzde 0.1 oranında küçülme tahmini uygun görülüyor. Üstelik bölgenin ortalama işsizlik oranı bugün itibariyle yüzde 11.7'de. Temel parametreler bu koşullar altında iken değerli euro ne AB'nin ne de bireysel olarak bölge ülkelerinin işine gelmez. Tabii, her ne kadar dış ticaret fazlası da olsa, değerli olmayan euro sayesinde, Euro Bölgesi ülkelerinin ihracatlarını daha da yukarı çıkarmak isteyecek olmalarını yadsımayalım.
Bu arada önemli bir noktayı da not olarak düşelim... Gerek FED gerekse AMB sürekli tahvil alımları ile likidite enjekte ettiklerinden, para birimleri de aşırı likiditenin saldırısına maruz kalıyor. Para sihirbazları kurlar üzerinden de, hem de kaldıraçlı işlemlerle, dalgalandırarak iyi kar marjı yaratabiliyorlar kendilerine.
Avrupa kanadı kur savaşlarının, daha doğrusu kur politikalarının ılımlı olması gerektiğini savunuyor. AB ekonomik ve parasal işlerden sorumlu üyesi Rehn açıkça G7, G20 veya IMF gibi organizasyonlarda bu konunun masaya yatırılması ve bu bağlamda dünya ticaretini negatif etkilerden kurtaracak küresel kur sisteminde yapısal dönüşümlerin yapılmasının zorunluluğunu hatırlattı. Bakalım ne kadar itibar görecek Rehn'in önerileri...
NASIL ETKİLER?
Kur savaşlarında Türkiye piyasalarına ya da ekonomilerine yansıması ne olur derseniz...
Dış ticaret açısından etkisine bakalım. Kur savaşlarının euro lehine gitmesi Türkiye'nin işine gelir mi? Evet gelir, çünkü, toplam ihracatın yüzde 40'ı AB ülkelerine yapıldığından döviz girdilerimizin bir kısmı euro cinsinden. İthalatta da tam tersi... İhracatın büyük kısmı dolar ile gerçekleştiriliyor. Dolayısıyla, kıymetli para birimi cüzdana girerken, biraz daha değersiz para birimi cüzdandan çıkmış oluyor.
Borsaya etkisi olmaz demeyin. Yaptığımız çalışmalarda ilginç bulgular yakalayabiliyoruz. Örneğin son haftalarda İMKB 100 Endeksi ile euro dolar paritesi arasındaki doğru yönlü ilişki var. Üstelik korelasyonun derecesi yüzde 70'lere kadar çıktı. Euro dolar karşısında değer kazandığında İMKB 100 yükseliyor ya da çapraz kur düştüğünde ki son haftalarda olduğu gibi, İMKB 100 Endeksi de belli düzeyde geriliyor. Daha öncelerinde S&P 500 ve Almanya'da Dax Endeksi ile güçlü korelasyonu varken endeksler yerini kurlara bırakmış durumda. Yatırımcılara bu vesileyle duyuralım...
