Bu yıl için öngörülen yüzde 4 civarındaki büyüme hedefinin, geçen yılın yüzde 3'ün altında kalma olasılığı yüksek büyüme oranından ve Merkez Bankası'nın mevcut para politikalarından sonra ne kadar gerçekçi olduğu sorusunu ister istemez sormamıza neden oluyor. Diğer akılları kurcalayan soru ise, büyümenin hangi kaynaklardan sağlandığı, yani iç dinamikleri.
Türkiye ekonomisi büyüme açısından 90'lı yıllarda gösterdiği istikrarsızlığı, 2001 krizi sonrası sürdürülebilir büyümeye dönüştürdü. Ancak, 2008 son çeyreğine kadar hemen hemen her çeyrek büyümesine rağmen, oranların inişli çıkışlı olduğunu izliyoruz. Yani, bir çeyrek yüksek büyüme hızı yakalıyor, sonraki iki çeyrekte hız düşüyor, sonra yeniden hızlanıyor. Tabii, benzer resmi yıllık bazda da çizebiliriz. 2003 yılında yüzde 5.3 büyüyen Türkiye ekonomisi, bir sonraki yıl rakamı
yüzde 9.4'e çıkardı. Sadece iki yıl sonra büyüme hızı yüzde 50 civarında gerileyerek yüzde 6.9'a indi. 2007 ve 2008'de sıfırlara geldi. Küresel kriz ile izleyen yılda yüzde -4.7'ye çakıldı. Sonraki 2 yılda yüzde 5.1 ve yüzde 8.5 büyüme geldi. 2012'de ne geleceği malum. Dikkat ederseniz "mehter takımı" yürüyüşünü andıran büyüme hızı, doğal olarak yatırım kararlarında belirsizlik yaratıyor şirketler açısından.
BÜYÜMENİN BEDELİ
Büyüme hızının zikzaklar çizmesi sorununun yanı sıra, asıl sorun hızlı büyüme oranlarının hangi kaynaklardan sağlandığı konusu. Daha açık bir ifadeyle, yüksek büyümenin yüksek maliyetle sağlandığı gerçeği asıl altı çizilmesi gereken nokta.
Çok gerilere gitmeyelim... Küresel kriz sonrası, büyüme çoğunlukla "iç talep" sayesinde yakalandı. Harcama yolu ile Gayrisafi Yurtiçi Hasıla hesaplamasını bir kenara bırakın, tüketici kredilerindeki artıştan ve tasarruf oranlarındaki serbest düşüşten rahatlıkla görülebiliyor iç talep kaynaklı büyüme. Yatırımları karşılamayan tasarruf oranı karşımıza cari açık tablosunu çıkarıyor.
Söz konusu bu fasit daireyi kırmak için Merkez Bankası geçen yıl itibariyle iç talebin büyüme üzerindeki ağırlığını alıp, dış talebe kaydırmayı sağlayacak politikalara başvurdu. 2013 yılında da fazla sapma olmadan başladığı politikayı sürmek istiyor. Ancak, iç talebin mümkün olduğunca baskılandığı, büyümenin dış talep dinamosuna bağlandığı modelde yüzde 4'lük büyüme oranı yakalanabilir mi?
Şubat ayı itibariyle kredi hacmi 820 milyar sınırına ulaştı. Toplam kredilerin yaklaşık dörtte birini oluşturan tüketici kredileri de 200 milyar TL'yi aşmış oldu. Bunun 89 milyar TL'si konut, 7.9'u taşıt ve kalanı ihtiyaç kredisi. Bu arada bankaların kredi kartı alacakları da 70.1 milyar TL'ye çıktı. Tüketici kredileri ve kredi kartlarını topladığımızda neredeyse milli gelirin yüzde 20'lerine geliyor. Gerçekten hiç de göz ardı edilecek bir tutar değil.
ROTA BELİRSİZ
Merkez Bankası Başkanı Başçı son konuşmalarında, kredi hacmindeki artış oranının ve ithalattaki yükselişin altını çizme ihtiyacı duyuyor. Aynı zamanda, piyasada fazla para olduğunu ve zaman içinde bunu çekeceklerini de ekliyor. Başkanın tespitlerini şöyle okuyalım... Fiyat ve finansal istikrar hedefleri için, kredi hacmindeki artışı yüzde 15 ile sınırlandırmayı sürdüreceğiz... Zorunlu karşılıkları yükselterek ve fazla likiditeyi çekerek. Eğer, öngörüden sapma olmaz ise 2013 yılının büyüme hızı dış talebe, yani ihracata kalacak. İki sorun çıkıyor karşımıza bu noktada. Birincisi, yüzde 4'lük büyüme hızının yakalanma olasılığının düşmesi, ikincisi, kredilerin türüne göre baskılanması yöntemi yerine bildiğimiz toplam kredi hacmi alınırsa, üretici firmalar tabi ki ihracatçılar finansmanda ve maliyetlerinde zorlanmaya başlayacaklar.
Belli bariyerlere çarpılması durumunda ve daha da önemlisi gelecek yıl seçimlerin olması Merkez Bankası'nın izlediği patikada kalmasını zorlaştırabilir. O zaman, biraz gaza basmak zorunda kalabilir ki yüzde 4'lük büyüme hedefini rahatlıkla yakalayabilir. Fatura mı? Kuşkunuz olmasın, hani filmlerde kabarık ödenemeyen fatura olur ya bulaşık yıkattıran, işte o kadar yüksek olur bedel.
