Ne mutlu ki bugün en değerli varlıklarımızdan Cumhuriyetimizin 90. yılını kutluyoruz. Umarız bizden sonraki kuşaklar da böylesine değerli bir sistemin nice 90. yıllarını kutlarlar. 1923'de kurulan Cumhuriyetimiz sadece siyasi alanda değil ekonomik alanda da önemli değişimlerin başlangıcı olmuştur. Ulu Önder Mustafa Kemal'in şu sözleri zaten her şeyi açıklığı ile anlatıyor; "Yeni Türkiye Cumhuriyeti temelleri süngüyle değil, süngünün de dayandığı ekonomi ile kurulacaktır. Yeni Türkiye Cumhuriyeti cihangir bir devlet olmayacaktır. Fakat yeni Türkiye Cumhuriyeti bir ekonomi devleti olacaktır."
Gerçekten bu motivasyon ve ivme ile ekonomide kayda değer yol alındı. 1923-1938 dönemini kapsayan 15 yıldaki veriler bakın ne kadar çarpıcı seviyelerde. Büyüme hızının yıllık ortalaması yüzde 7.4. Yine aynı dönemde sanayi kesimi ortalama yüzde 9.6, tarım ise yüzde 7.6 büyümüş. Hani hep denir ya, sanayiye önem verilmedi, hep tarım ön planda kaldı. Oysa rakamlar bu tezi pek desteklemiyor. Üstelik o dönemlerde en güçlü olduğumuz emek faktörünün ezici ağırlığına rağmen. Yüksek büyüme hızının yakalandığı bu 15 yıllık dönemde fiyatlar yüzde 1.87 aşağı gelmiş. Yani enflasyon yaşanmamış... TL'de yüzde 1.8 dolayında değer kazanmış dolar karşısında.
ZOR KOŞULLARA RAĞMEN
Düşünebiliyor musunuz? Hem savaştan çıkan hem de Osmanlı'nın yaklaşık 129 milyon TL borcunu ödeme yükümlülüğüne giren bir ulus kararlılık ve azimle neler başarabiliyor... 129 milyon TL bugün için çok komik bir tutar ama o günkü değerinin net anlaşılması için kıyaslama yaptığımızda 2 yıllık ihracat kazancına denk geldiğini görüyoruz. Miras alınan borcu bugüne aynı kriterle çevirirsek 300 milyar dolar gibi bir rakama denk geliyor. Başarının geldiği 1923-1938 döneminde liberal ve devlet ekonomisinin birlikte izleri görülüyor. Bu karma yapıda, 1930 yılına kadar serbest piyasa ekonomisinin daha ağır bastığını, 1930 sonrasında ise devletçi ekonomi politikalarının ön plana çıktığını söyleyebiliriz. 1923 yılında Birinci İzmir İktisat Kongresi'nde alınan kararlar bir yerde liberal kapitalizmi destekliyor.
Devletin desteklediği özel kesim ekonomide yetersiz kalınca mecburen devlet destek ve yardımcı konumdan çıkıp ekonomide daha doğrudan aktör olarak yer almak zorunda kaldı. Aslında özel kesimi de çok suçlamamak lazım. Zira, 1929 sonuna kadar süren kapitülasyonlar ve üstüne bir de "Büyük Buhran"ın eklenmesi özel kesimin ciddi yaralar almasına neden oldu. Büyük krizin ardından böyle bir tablonun ortaya çıkması ile devreye giren devletçiliği Atatürk'ün ifadeleri ile "Devletin ancak ferdin yapamadığı şeyleri yapmasıdır" şeklinde özetleyebiliriz.
ÖNCE ÜRETMEK
Mustafa Kemal döneminden sonra ekonomi açısından en kötü tablonun çıktığı süreç hiç kuşkusuz İkinci Dünya Savaşı yılları. Söz konusu bu dönemde büyüme hızı yüzde -6.6'ya kadar gerilemiş. Savaşın sonlanması ve derin küçülme sonrasında devletçilikten hızla dışa açık ekonomiye geçilmeye çalışılmış. 1946'dan 1961'e kadar yüzde ortalama yüzde 7.6 büyüme hızına çıkılmış. İlginçtir, 1950'den sonra uygulanan liberal ve dışa açık politikalar hem dış ticaret açığını hem de dış borçlarını hızla yükseltmiş. Hızlı büyümenin faturası yani. Sanırım 2001 krizinden bu yana çıkan resimle o yılların performansı bayağı örtüşüyor. Neyse... Yer sorunu olduğu için fazla uzatmayayım, sonrası malumunuz, iki ileri bir geri, Mehter takımı gibi...
Cumhuriyeti bizlere armağan eden Mustafa Kemal'in şu sözleri ile sonlandıralım yazımızı; "Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar."
