Türkiye'nin neresine giderseniz gidin eğer İzmirliyseniz yarı hayranlık, biraz kıskançlıkla, olmak isteyip olamadıkları noktada olduğunuz hissiyle karşılanırsınız.
İltifatla eleştiri arasında bir noktada kalırsınız. Nasıl davranmanız gerektiği konusunda önceden ezberiniz yoktur.
Organik ve doğal olmak bir İzmirlinin hamurudur ve başka türlü olmayı bilmez.
İstese de bilemez.
Bu hafta yine coştum ve şehrimin yollarına düştüm. Eli mahkum ölene dek esirim ben bu şehre. Başka türlüsünü düşünmem mümkün değil. Garip bir duygu. Kelimelerle anlatılması çok zor. Hep söylüyorum söylemeye devam edeceğim. Bu şehrin oksijenine alışan kişi, bir başka havayı teneffüs ettiği zaman nefes darlığı geçirir. Sadece zorunlu olarak gittiği yere alışır, fakat yüreklerinin her atışında bir İzmir ateşi vardır.
YOLLAR ÇOK BOZUK
Biliyorum ki kelimelere sığmayan bu şehri, ne kadar anlatsam sayfalar yetersiz kalacak. İşin tuhaf tarafı, ne kadar göç alsa da başka şehirlerde olmayan bir enerjisi var. İzmir'e gelen kendi gelenek ve göreneklerini unutup bu şehrin havasından mı suyundan mı neden, hemen adapte oluverir. Şehir herkesi kendine esir eder ve nerelisiniz dendiği zaman 'ARTIK İZMİRLİYİM' sözleri ağızlarından dökülüverir.
Doğasından ödün vermeyen bu şehir hal ve gidişten sınıf geçse de, coğrafyasından sınıfta kalıyor.
En büyük dertleri; otopark sorunları ve bozuk yolları. On altı yıldır İstanbul'da ikamet etmeme, İzmir'e defalarca gelip gitmeme rağmen, her gelişimde görüyorum ki; bir türlü şu yolları düzenleyemediler. Bilmeden ahkam kesmek durumuna düşmek istemiyorum haklı olarak. Araştırıyorum, soruyorum bir yetkili kişi çıkıp da, haklı bir neden gösteremiyor. Elbette güzel şeyler de yapılmıyor değil.
Yol ve otopark sanki unutulmuş eski bir aşk. Hani 'Bana ondan bahsetme' deriz ya. Hayatımızın geri kalan kısmında bu yarım kalan aşkın tamamlanmasını mı bekleyeceğiz sevgili yetkililer?
Çocukluğumun 'Karşıyaka'sı.
Rahmetli Atilla İlhan'la tanıştığım ve onun şiirlerini, hikayelerini kendi sohbetinden dinlediğim güzel semt. Kafsin kaf diye bağırdığımız otuz beş buçuğumuza, nazar değmesinden korktuğumuz İzmirimizin gülüne.
Peki sana neler olmuş böyle!...
Hani bahçeli evlerin? Mayıs gülleri Bostanlı semtinin ilk açan çiçekleriydi. Şairlerin şiir yazdığı körfez vapurlarında yaşanan aşklar... Kordon boyu fayton sefaları... Güneşin batışını Alsancak'tan ayaklarımızı denize sallayarak izler, Kızlar Ağası Hanı'nın hikayelerini Kadifekale'den dinlerdik. Kemeraltı her geçen gün eksilerek azalıyor ve sadece seyirci kalınıyor. Rüzgarı bile şekil değiştirmiş. İzmir imbatını poyraza bırakmış. Daha anlatılacak o kadar çok şey var ki... Tüm bunları bir kenara bırakalım ve asıl konumuza gelelim.
KATLEDİLEN ŞEHİR
En vahim olanına... Tramvay olayımız tartışıla dursun, yollar daralmış. Trafik yavaşlamış, şehir küçülmüş. Metro, tramvay, derken ortalık curcuna. Otopark hala bir kangren. Tedavi edilmediği gibi unutulmuş gitmiş.
Neden bu şehrin bunca güzelliğini düşüncesizce katlediyorsunuz?
Temiz, rahat ve huzurlu halini korumak, yaşamayı kolaylaştırmak adına en elzem ihtiyaçlarını görmezlikten geliyorsunuz.
Umarım yetkililerin bir nebze kulaklarına kar suyu kaçırmışımdır.
Ne yazık ki, içimizi acıta acıta istemeyerek de olsa; İZMİR'İN KAVAKLARI DÖKÜLÜYOR
YAPRAKLARI demek istiyorum.
Sevgiyle kalın...