Biraz daldan dala atlayacağım bu hafta. Zihin de öyle çalışıyor aslında. Biz insanlar düşüncelerimizi yazıya dökerken daha anlaşılır ve takip edilmesi kolay bir kurgu üretmek zorunda hissediyoruz kendimizi. Yani yazı yazarken ve 'herkese' yazılar tasarlarken ticari sinema yönetmeni gibiyiz de, kendi kendimizi düşünürken düşünceler daha Nuri Bilge Ceylan, daha Zeki Demirkubuz üşüşüyor insanın zihnine. Başı sonu belli olmadan, bir sanat filmi gibi...
NOSTALJİK İCATLAR
Malum geçtiğimiz hafta bayramdı. Bayramlar nostaljik icatlar. İnsan eskiye gidiyor, eskiyi özlüyor ve bugünle kıyaslıyor. Bu kıyaslama sırasında 'her ne kadar geçmiş birtakım irili ufaklı acılarla dolu olsa da o zaman farkında olmadan yaşadığı mutlulukları fark ediyor, o günleri arıyor. Hafıza lanet bir şey çünkü! Geçmişi hep bugünden çok seviyor. Maziye pozitif ayrımcılık yapıyor, onu " görüyor. Geçmiş, hafızanın torpilli çocuğu sanki... Dolayısıyla bugüne dair bazı veriler de abartılabiliyor. Örneğin günümüzde endüstri toplumları yalnızlaşıyor bilgisi var. Evet, modern toplumun bir yan etkisi olarak yalnızlaşma da sayılabilir. Fakat yine de bugün, dünde olmayan iletişim yöntemleri var. Can cana olmak gibi olmasa da yine de bir nebze yaraya merhem oluyor. Yine günümüzde alzheimer'in arttığı söyleniyor. Acaba artan hastalık mı, yoksa biz her şeye bir isim verme çağında olduğumuzdan mı bu hastalığı olduğundan fazlaymış gibi algılıyoruz? Eskiden bunama olarak normal kabul ettiğimiz bir olguyu Alzheimerli; yaramaz, yerinde duramayan çocuk olarak düşündüğümüz çocukları 'Hiperaktif' diye etiketlediğimizde bir maraz, sayıları artan bir vaka olarak mı görüyoruz? Yine bugünlerde şiddetin arttığı söyleniyor ama acaba bu ne kadar doğru? Sürekli küresel savaşların yaşandığı dedelerimizin çağını ne çabuk unuttuk? Bugün daha çok şiddet kaynaklı ölüm olduğu fikrine hangi veriyle ulaştık? Oysa günümüz teknolojisi ve devlet deneyimi, şiddetten uzak kalabilmek adına insana çok daha fazla seçenek sağlıyor. İyi de neden bu çarpık algıya sahibiz? Bunu da teknoloji ve psikoloji üzerinden açıklamak mümkün.
BULUNURLUK YANILGISI
Uçaklardan çoğumuz korkarız. İstatistiksel olarak uçak kazasında ölme şansımız bir eşek tepmesi ile terki diyar etme olasılığından kat be kat düşüktür. Hadi benzer bir kıyaslama yapalım; otomobil kazaları her yıl küçük çaplı bir savaş kadar can aldığı halde biz hala uçaklardan korkarız. Belki uçmak hala insan doğasının kabullenemediği bir olgu olduğu için. Daha çok da uçak kazasında hayatta kalma olasılığımızın trafik kazasından çok daha düşük olduğu için. Her iki sebep de uçak kazalarının daha sansasyonel olmasına yol açar. Haberler her zaman bir uçak kazası haberini daha abartmak ve göze sokmak eğilimindedir. Bu yüzden onlarca trafik kazası haberini (içinde yakınımız yoksa) göz ardı ederken, uçak kazalarını kendimiz yaşamış gibi içselleştiririz. Bir şeye (habere, görüntüye) ne kadar maruz kalırsak, onu o kadar yüksek bir olasılık olarak algılarız. Psikolojide buna 'bulunurluk yanılgısı' deniyor. Bir şey ne kadar bulunur (Görünür, ulaşılır) olursa onu o kadar gerçek ve olası olarak algılarız. Ve günümüz veri çağında her yandan üzerimize bilgi akıyor. Bu yüzden dün elimizde olmayan verilerle bugünün korkularını yeniden icat ediyor hatta yeni korkular deneyimliyoruz.
Böyle olduğu sürece geçmiş hala en güvenli sığınak olacaktır. Eh, ne de olsa geçmiş geçti ve yaralı da olsak ondan bir şekilde canlı çıktık, öyle değil mi?