Pek azımız gerçekten yaşar, çoğumuz ise bu dünyada sadece kendisine tahsis edilmiş gün ve dakikaları harcar. Bu satırların yazarı örneğin, kendi fıtratının da bir gereği olarak , daha sessiz bir yaşam benimsemiştir. Yazar olarak tarihçidir bir nevi, notlar tutar, yaşamaktan ziyade yaşayanları kayda alır, yaşamı kutsar. Oysa yaşam sessiz değil aksine çok gürültülü bir şeydir. İlk çığlıkla başlar, sevenlerinin son çığlığı ile nihayetlenir. Yaşam kan ve gözyaşı ile başlar, çoğu zaman belediyenin ikramı olan pideler ve ayranların arasına yerleştirilmiş ve rahmetlinin iyi günlerinde çekilmiş ve büyütülmüş bir vesikalık fotoğraf ile sona erer. Başlangıçlar ve sonlar çoğumuz için ne kadar benzer olsa da içine yazılmış o yazı, o beyaz sayfadaki sözler benzersizdir. O sözler bizim tarafımızdan ve bizim için, ancak çok nadir bir grup insan tarafından da diğerleri için yazılmış bir öyküyü içerir. Başta da dediğim gibi, pek az kimse gerçekten yaşar. Gerçekten yaşayan iştahlıdır. Bu iştahlı kişilerin çoğu da öyküyü kendisi için yazar, yaşamın içinde maceradan maceraya koşar. Yine pek azı çevresini düşünür ve öyküsünü biraz da başkaları için yazar ve yaşar.
HAYATTAN BİR ANLAM
Bu kişiler [BC1] yaşamdan bir anlam üretmiştir. Kendisine tahsis edilen nefesi sadece kendisi için harcamamıştır. Bu yüzden çok popülerdirler. Yaşama adeta dişlerini geçirmiş, kendileriyle birlikte çevrelerinin de tutunmasını sağlamışlardır. Bu nadir insanlar iştahlı, meraklı, müdahaleci, kavgacı ama bir o kadar da sıcakkanlıdır. Korumacıdır. Onlarla bir kez tanıştıktan sonra vazgeçilmeziniz olurlar. Onlarla yaşamak demek, onların olmak demektir bir nevi. En büyük aşklar da onlarla yaşanır, en büyük kavgalar da. Çünkü ancak yumruklarıyla savaşanlar kalplerinin en derininden sevebilirler. Onlar 'aman başımız ağrımasın. Ne kokayım ne bulaşayım' demezler, diyemezler. Mizaçlarına aykırıdır. Eğer onlarla isen sonuna kadar seninle kalırlar. Bazen sen istemesen de... Öylesine sahiplenirler ki bazen yorarlar. Çabuk tetiklenen bir alarm sistemi gibi... Seni bazen sana rağmen koruyabilirler. Onlarla zaman zaman dövüşsen de küs kalman kabil değildir. Öylesine parçan olurlar. Olaylara 'benim meselem değil' diye bakmaz, balıklama dalarlar. Zaman zaman sevilmeme pahasına sorumluluk alır, gövdelerini taşın altına koyarlar. Aşırı dobra, fena halde dürüsttürler. Seni mutlu etmek değil, hayatta ve sağlam tutmaktır kaygıları. Şeytan tüyü diye bir kavram varsa, bunun sözlük anlamı, boy fotoğrafı gibidirler.
İşte böyle bir ismi kaybettik geçen gün. Teyzem Füruzan'ın elli yıllık hayat arkadaşı Hacı Naşit Sart. Tam da böyle bir adamdı. Hatta dilerseniz 'böyle bir ' ilavesini aradan kaldıralım.

YAŞAMI ÖRNEK OLSUN
Oğlu olmadı. Müşerref ve Çiğdem isminde iki kızı oldu. Onları öyle dört dörtlük yetiştirdiler ki aile değil kız evlat, erkek evlat eksiği de hiç çekmedi.
Ailede sadece kendi ailesinin değil, dört kız kardeşin de ağabeyi, manevi babasıydı. Son anına kadar insanlarından vazgeçmeyen, hayatla kavgalı bir delikanlıydı o. Pazarlığı çok sever, Çeşmealtı'na bayılır, doktora gitmekten pek hazzetmezdi. 1951 yılında ağabeyi Mehmet beyle birlikte faaliyete başladığı İzmir pamuk borsasının en sevilen simalarındandı. Nitekim borsada düzenlenen bir anma töreninin ardından Paşaköprü mezarlığında son yolculuğuna uğurlandı. Naşit beyin İnatçı ve mücadeleci ruhu defin öncesinde betonu bile kırdı. Merhum şu anda -ismini aldığı-dedesi Naşit beyin huzurunda hakka yolculuğunu tamamladı. Mekanı cennet, yaşamı örnek olsun.
