Hayatın içinde ne çok an var ki, kalmak ya da gitmek arasında gidip gelir ruhumuz... Ne çok kere bir yerde kalmayı seçeriz, belki alışkanlıktan, belki umutla, belki korkudan. Ancak bazen kalmak, direnmekle eş anlamlı olur ve bu direnç, kendi içimizde bir sızıya dönüşür. Oysa yaşamak, bazen gitmek kadar, bazen de kalmayı bırakmak kadar cesaret ister. Kalmayı zorlamamak, aslında en derin anlamıyla, kendimizi sevmek ve saygı duymak demektir. Kalmak, çoğumuz için "dayanmak", "sabretmek" hatta "sadakat"le bağdaştırılır. Doğrudur, hayatın birçok alanında kalmak güzeldir, doğru seçimdir. Ama kalmak zorunda olmak, zorlamak, ısrar etmek; o zaman yürek taşar, beden biter. O yüzden kalmayı zorlamamak, bu zincirleri nazikçe çözmeyi, kendimize iyilik etmeyi gerektirir.
YER KALMALI
Kalmak, eğer bizi tüketiyor, büyümemizi engelliyor, kendimizi yitirmemize neden oluyorsa; orada kalmak bize değil, bizi yoran o yer kalmalı. İnsan ruhu bir bahçe gibidir; toprak iyiyse, güneş iyiyse kökler derinlere iner, dallar havaya doğru yükselir. Ama eğer toprak taşlı, güneş sönükse, kökler zarar görür, dallar kurur. Kalmayı zorlamak, o zararlı toprağa kök salmaya benzer. O yüzden bazen gitmek, en büyük saygıdır kendimize.
Zorla kalmak, kendi içinde savaş vermek gibidir. Hem dış dünyayla hem de kendimizle çatışmak... Oysa yaşam, en çok barışı öğretir. Kendi içinde barışı bulamayan, başka nerede bulabilir ki? Kalmak bir mücadele haline geldiğinde, ruhun derinliklerinde sarsıntılar başlar. Huzursuzluk, kaygı, öfke...
SEKİLLENDİREN PARÇA
Sevdiğimiz insanlar, iş yerleri, şehirler, alışkanlıklar... Hepsi hayatımıza dokunan, bizi şekillendiren parçalar. Ama hayat, akışkan bir nehir gibi; durmaz, geri dönmez. Bizim de zaman zaman nehirdeki su gibi akmaya, yol değiştirmeye ihtiyacımız vardır. Kalmak, bağlılık ve sevgiden doğmalı; zorlamadan, cebirle değil. Eğer kalmak acı veriyorsa, bu sevgi değil, yük olur. Yük ise ne sevgi ne de huzur getirir. Vazgeçmek, bırakmak...
Bunlar çoğu zaman yanlış anlaşılan kelimelerdir. Vazgeçmek zayıflık değil, büyüklüktür. Bırakmak kaybetmek değil, kazanmanın başka yoludur. Kalmayı zorlamamak, hayatın doğal ritmini kabul etmektir. Her mevsimin, her dönemin bir başlangıcı ve bitişi vardır. Sonbaharda yapraklar düşer ki, baharda yeni filizler açabilsin. Aynı şekilde, hayatımızdaki bazı bağları nazikçe bırakmak gerekir ki, yeni umutlar, yeni deneyimler içimize dolabilsin.
ÖZGÜRLEŞMEK
Kalmak ya da gitmek arasında o ince çizgiyi görmek ise bazen kolay olmaz. Bazen saatlerce, günlerce, aylarca kendi kendimize sorarız: "Kalmalı mıyım?" Bazen kalmanın yüküyle boğulurken, gitmenin korkusuyla titreriz. Ama en sonunda öğreniriz ki, en doğru karar kalmak da olabilir, gitmek de. Önemli olan ne seçtiğimiz değil, seçtiğimizde kendimizi sevmeye devam edebilmemizdir. Çünkü kalmak ya da gitmek, kendimize olan saygının bir yansımasıdır. Kalmayı zorlamamak, özgürleşmenin ilk adımıdır. Kendi içimizde bir kapıyı kapatıp, diğerini nazikçe açabilmektir. Ruhun derinliklerindeki seslere kulak vermek, o sese güvenmek ve ona göre hareket etmektir. Kalmak, eğer nefes almaksa devam ederiz; ama nefesimizi kesiyorsa, bırakmak gerekir. Çünkü yaşam, nefesle anlam kazanır. Nefesin olduğu yerde umut vardır, sevgi vardır, güç vardır. Sonuçta, kalmayı zorlamamak; yaşamanın kendisine saygı göstermek, hayatın akışına teslim olmaktır. Bu teslimiyet, boyun eğmek değil; bilgelikle, olgunlukla kendini korumak ve yenilemektir. Vazgeçmekten korkmayanlar, hayatın gerçek özgürlüklerine ulaşırlar. Çünkü biliyorlar ki, bırakmak her zaman kayıp değil, bazen en büyük kazanımdır. Kalmak ya da gitmek... Seçimlerimizle büyürüz. Önemli olan, hangi yolu seçersek seçelim, kendimize sevgiyle dokunmak, kendimizi kaybetmemektir. Kalmayı zorlamamak, aslında ruhun en büyük zaferidir; kendimizi onurlandırmanın, özgür bırakmanın ve yeni başlangıçlara cesaret etmenin nazik sanatıdır.
